7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

"İnsan haklarına aykırı yaptırımlar, sadece Türkmenlere uygulanıyor!" Prof. Dr. Hilmi Özden ile bir sohbet gerçekleştirdik.

 


       Değerli hocam, Kerkük bizim için bir hüznün, bir hasretin adıdır. Siz bir grup  arkadaşınızla birlikte  Kerkük’ü ziyaret ettiniz. Bu ziyaretinizi; ‘’Dünü Bugünü ve Geleceğiyle Hatıramdaki Kerkük ‘’başlığıyla kitap olarak da yayınladınız. Bu ziyaretin hikâyesini anlatır mısınız?


       İstanbul Atatürk Hava limanından “Türkiye Irak Sağlık ve Eğitim Ortak İşbirliği Konseyi’nin” faaliyeti olarak düzenlenen “Kerkük’e Sağlık Hizmeti Programı” kapsamında, Yurt Dışındaki Iraklı Doktorlar Derneği Başkanı Op. Dr. Aydın Beyatlı ve Kerkük üniversitesi’nin davetlisi olarak Irak’a yolculuğumuz başladı. Ziyarete şahsım Hilmi özden, Yeşilay Temsilcisi Adil Beyatlı ve ülkemizdeki çeşitli üniversitelerde görev yapan Prof. Dr. Sacit Turanlı, Prof. Dr. Ayşe Filiz Yavuz, Prof. Dr. Faruk Aksoy, Prof. Dr. Velit Halit, Prof. Dr. Hanefi Soylu (Hanefi Bey Bir Gün Sonra gelecek) bu yolculuğa katıldık.


Uçakta yolculuğumuz devam ederken gökyüzünde bir yolcunun fenalaştığı anons ediliyor. Hepimiz hastanın yardımına koşuyoruz. Yol boyunca başından ayrılmıyoruz. Hosteslerin uçağı indirtebiliriz sözlerine  “hastanın Erbil havaalanına sorunsuz gidebileceğini” söylememizle birlikte; yolculuğumuz devam ediyor. Hasta sınır dışı edilmiş bir Iraklı ve onun verdiği psikolojik bir tepki de söz konusu olabilir. Fakat biz her türlü bedenî rahatsızlıklar ihtimalinden hareket ediyoruz. Erbil Havaalında hastayı ambulans karşılıyor.


Kerkük üniversitesinden gelen Prof. Dr. Nejat Bey (Najat Agha) ve arkadaşları ise bizi karşılıyor; Kerkük’e doğru yola çıkıyoruz. Kerkük iline varmadan Altunköprü’den geçeceğiz. Altunköprü’ye doğru yol alırken Aydın Beyatlı ağbi gökteki hilal ve yıldızı gösteriyor. Türk bayrağı ile Kerkük bizi karşılıyor diyor. O an aklımıza Bilge Başkan Aliya İzzet Begoviç’in Sırp çete komutanına verdiği cevap geldi: Sırp komutan “sizi yeryüzünden sileceğiz” diye telsizle tehdit eder. Vakit gecedir. Aliya: “Başını kaldır gökyüzünde ne görüyorsun” der? O; gökteki hilal ve yıldızı görünce Aliya’nın ne dediği anlar. Bilge Başkan Aliya ilave eder: “Hilal ve yıldız gökte oldukça biz var olmaya devam edeceğiz. Siz sonunuzu düşünün” der ve telsizin mandalını kapatır.


“Bayraklar âit oldukları milletlerin şahsiyetlerinin, misyonlarının, istiklâllerinin alâmetleridir. Aslında bayrağa saygı göstermek o milletin bütününe, istiklâline, devletine, îmânına saygı göstermektir. Bâzı bayraklarda ona sahip olan kavmin en derin târihî tecrübeleri, varlıklarını sürdürüşlerinin sırları sembolleşmiştir. Yâni bayraklar asla rast gele şekiller değildirler.


       Al Bayrağın selamı ile Gök bayrağa geliyorduk. Atalarımız Kerkük’e Gökyurt demişlerdi. Kerkük'ün 44 km. kuzeybatısına düşen Altun-köprü. Kerkük-Erbil karayolu ve demiryolu üzerinde önemli bir Türkmen bucağıdır. Kerkük ile Erbil arasında bulunan ve Küçük (veya Aşağı) Zap adıyla tanınan ırmağın üzerinde kurulmuş olan bucağın Erbil’e olan uzaklığı ise 50 km. kadardır. Küçük Zap kasabanın yukarısında iki kola ayrılır. Kerkük şehri deniz seviyesinden yaklaşık 350 metre yükseklikte iken. Altunköprü'nün rakımı (deniz seviyesinden yüksekliği) 280 metredir. Aşağı Zap suyu Altunköprü bucağında iki kola ayrılır ve bucağın 1 km. aşağısındaki Kayabaşı mevkiinde tekrar birleşir. Günümüzde üç bölümden oluşan Altunköprü'nün asıl ilk çekirdeğini oluşturan adaya Ortayaka, güneybatı, yani Erbil yönüne düşen bölüme Tisin ve Kerkük yönünde kalan bölüme de Selahîye denilmektedir.


 


 Kerkük’e nasıl ulaştınız? Kerkük’te   ilk izleminiz ne oldu?


 


Bu düşüncelerle Kerkük şehrine girerken hepimiz neft kokan havayı teneffüs ediyorduk. Sağ tarafta “Baba Gürgür” ün alevleri geceyi aydınlatıyordu. 15. Ekim 1927’de bu sahada petrole ulaşılmış; o gün bugündür Avrupalı şirketler buradan ayrılmamışlar. Yani acımasız vahşi kapitalizm ve emperyalizm her haliyle Türk yurtlarından ellerini yıllardır çekmemişti. Daha sonra şahit olacağımız petrol cenneti bu şehirde yol kenarlarında bidon içerisinde karaborsa benzin satıldığına da şahit olmuştuk. Emperyalistler varlık içinde yokluk çektiriyorlardı. Yılmaz Hasasu’nun “Gördüğüm Kerkük” yazısında 2017 yılında şunları not etmiş: “Baba Gürgür ateşi yine yanıyor. Değişen bir şey yok. Anlaşılan böyle yanması, değerlendirilmesinden daha kolay. Kerkük’te petrol bulunalı, şehir planlamalarında şehrin kuzey kısmı, petrol araştırma sahası olup her türlü yapılanmaya karşı yasaklı bölge idi. Gel gör ki bu bölgelerde yapılaşma almış başını yürümüş, belediye de her türlü altyapı hizmetini götürmüş onlara!


Otele vardığımızda hava çoktan aydınlanmış kahvaltıya otel müşterileri inmeye başlamıştı. Cuma günü Behiye camisinde cuma namazını eda edip üniversite Rektörlüğünü ziyaret edeceğiz.  Caminin hazırlık odasında oturup biraz sohbet ediyoruz. İmam hutbede Arapça ve Türkçe hitap ediyor. Konuşması sırasında idarecilerin yaptığı yanlışları anlatıyor ve tenkit ediyordu.


 


Namaz sonrası imam ve cemaatten bazı arkadaşlarla fotoğraf çektiriyor ve üniversiteye gitmek üzere ayrılıyoruz. Normalde cumaları üniversite kapalı olduğu halde rektörlük Türkiye’den gelmiş biz misafirler için bir farklılık oluşturacak. Rektör Prof. Dr. Abbas Hassan Taqi başkanlığındaki heyetle güzel Kerkük yemeklerinden oluşan bir ziyafetten sonra Rektörlüğe geçiyoruz.


 


Kahvelerin sosyal anlamda kültür hayatımızda önemli bir yeri bulunmaktadır. Kerkük’ün Musalla Kahvesi de bunlardan biridir. Bu kahveyi bize anlatır mısınız?


 


O gün akşama kadar geçen yoğun görüşmelerden ve ziyafetlerden sonra bir ara soluklanmak üzere Musalla kahvehanesine gidiyoruz. Buranın duvarları Kerküklü Türk (Türkmenler) şehitlerin, sanatçıların, kabadayıların fotoğrafları ile kaplanmış. Teypte Abdurahman Kızılay’ın türküleri çalıyor, nargile ve sigara dumanları arasında çaylar içiliyordu. Kerkük ve Urfa havalarının bir birini hatırlattığını bilmeyen yoktur. Kerküklüler ve Urfalılar eski bir efsaneye göre “dayı-yeğen” imişler. Kimin dayı kimin yeğen olduğu tartışılır her iki şehir kendisinin dayı olduğunu söylermiş. Sonra şöyle bir çözüm bulunmuş; hangisi yaşça büyük ise o dayı diğeri yeğen olsun demişler.


Heyetimizdeki arkadaşlar çayı tercih ederken bazılarımız yeşil çay ikramına hayır dememişti. Kahvenin gençleri o sırada içeri geçmiş; kupa oyunu oynuyordu. Oyunun özelliği 11 kupa ile oynanmasıydı. Lokumla tepsiye (küçük sini) yapıştırılmış kupalarının birinin içinde boncuk vardı ve onun bulunması isteniyordu. Gençler kolaylıkla bulabiliyor yahut az yanılıyorlardı.


 


Kerkük, sosyal ve tarihsel boyutlarıyla bir Türk kentidir. Kerkük, salnamelerde ne şekilde anlatılmaktadır?


 


1891 Salnamesine göre Kerkük, altı kaza ve beş nahiyeden oluşmaktaydı. Merkezin toplam 4630 hanesi bulunmaktaydı. Tarih araştırmacılarının genel olarak bir haneyi 5 kişi kabul ettiklerini dikkate aldığımızda; toplam nüfus 23.150 kişi olarak karşımıza çıkmaktadır.


Aynı salnamede bu nüfus etnik bir tasnife tabiî tutulmamakla birlikte, Kerkük’te başta Türkçe olmak üzere Kürtçe ve Arapça konuşulduğu ifade edilmektedir[1]. Aynı bilgi 1892–1893 yılındaki Salname’de de mevcuttur[2]. Salnamelerde ilk sıranın Türkçeye verilmesi şüphesiz ahalinin önemli bir kısmının Türk olmasından ileri gelmektedir[3]. 1894 yılı Kerkük Salnamesi’nde Kerkük için verilen toplam nüfus 29.140 kişidir. Kentte 1200 gayrimüslim, 3000 civarında da yabancının yaşadığını belirten bu kaynağa göre, “şehrin geneli Türk ve Türkçe konuşan” halktan meydana geldiği de özellikle vurgulanmaktadır. Ayrıca Ağalık, Meydan, çay, çukur, Avcı, Ahi Hüseyin vs. gibi birçok Türk mahallesinin de ismi verilmektedir.  Yine aynı kaynağa göre, Kerkük civarında her biri iki yüz haneden oluşan İs’in, Beşir, Tazehurmatu gibi büyük Türk köyleri bulunmaktadır. Dolayısıyla yukarıda verilen bilgiler ve 1894 yılı Salnamesi’nde Kerkük’te yabancı olarak bir miktar Arap ve Kürt


ile biraz İranlı”nın varlığından söz etmesi, geri kalan nüfusun tamamının Türk olduğunu ispatlamaktadır. Bu Salnamede şehirde mevcut olan Arap, Kürt ve Acemler ise “Yabancı” kategorisinde sayılmıştır. 1894 yılı Kerkük Salnamesiʼnde Kerkük şehrinde 12.461 Müslüman, 229 Keldani, 381 Musevi olmak üzere 13.071 erkek nüfus vardır. Buna bir misli kadın, en az üç bin yabancı ilave olunursa şehrin toplam nüfusu 29.140 civarındadır. 1907 tarihli Musul Vilayeti Salnamesi’ne göre; Musul Vilayeti, Musul, Kerkük ve Süleymaniye Sancaklarından oluşmaktadır. Bu salnamede; “Kerkük şehrinde 26.510 Müslüman, 432 Keldani ve 463 Musevî olmak üzere 27.405 erkek nüfus var ise de buna bir o kadar kadın nüfus da ilave edilirse, en az üç bin yabancının da bulunduğu tahmin edilen şehirde toplam nüfusu 57.810’a ulaşır. Kerkük’te 1 hükümet konağı, 1 redif deposu, 11 karakolhane, 1 telgrafhane, 1 kale, 36 cami ve mescit, 7 medrese, 15 tekke ve zaviye, 12 han, 8 hamam, 1282 dükkân ve mağaza, 5000 ev, 15 erkek mektebi, 1 iptidai mektebi, 1 rüştiye mektebi, 12 fırın, 15 su değirmeni, gayet geniş ve emsali nadir olan 1 Kayseriye (kapalıçarşı), 3 kilise, 1 sinagog, 2 eczane, 1 bedesten, 1 hastane, 20 kumaş ve destgahı vardır. Kerkük şehri, Kale, Karşıyaka ve Korya adlarıyla üç semtten oluşur.


Bu üç semtte 14 mahalle vardır. Şehrin ahalisi umumiyetle Türk olup, Türkçe konuşurlar. Yabancılar olarak Kürt, Arap ve az miktarda İranlı bulunur.” Kerkük’ün nüfus ve sosyo-kültürel yapı olarak bir Türk şehri hüviyetini taşıdığı ve şehir ahalisinin de büyük oranda Türklerden müteşekkil olduğu belirtilmiştir.


 


Kerkük’te Türkmenlerin maruz kaldığı baskılar nelerdir?


 


Nüfusunun % 90'a varan büyük çoğunluğu ile Türk­men toplumu 36. paralelin altında bulunuyor. Bağdat yö­netiminin en akıl almaz zulmü ve şiddeti altında inleyen bu kesim, yıllardır Bağdat yönetiminin hışmından bir tür­lü kurtulamamışlardır. özellikle Kerkük ve yöresi, etnik baskının en yoğun olduğu Türkmen bölgesi durumunda­dır. Son yirmi beş yıldır bu bölge, Bağdat yönetiminin ta­rihte görülmemiş ağır baskıları altında tutuluyor. Her türlü taşınmaz mal varlığının alım ve satım işle­rinde Türkmenlere yönetim tarafından ambargo konul­ması, ticarî işlerin tamamen Arap kökenlilere verilmesi, Türkmenlere hiçbir ticaret yerinin kiraya verilmemesi, işe alınmaması ve kesin biçimde istihdam edilmelerinin ya­saklanması gibi, insan haklarına aykırı yaptırımlar, Irak'ta sadece ve sadece Türkmenlere uygulanıyor. Bu tarz haksız uygulamalar yüzünden, ticaret yapmak amacı ile her han­gi bir dükkânı kiralama hakkının sadece Araplara tanın­ması, Türkmenleri o yerleri ancak Araplar adına kiralama­ğa sevk etmektedir. Buna karşılık o iş yerini açan Türk­menler, adına kiraladığı Arap'ı iş yerine ortak yapmak zo­runda kalmışlardır. Sermayeye ve işçiliğe hiçbir katkısı ol­mayan Arap ise sadece kazancın yarısını almak hakkını el­de etmektedir. Ortadoğu ülkelerinde


yatırım yapan yaban­cı iş adamlarının, ülkedeki yerlilerden ortak almak zorunluluğu gibi, Türkmenler de, vatandaşı oldukları yönetim tarafından yabancı, Araplar ise yerli halk kabul edilmekte­dir.


Devlet dairelerinde iş takibinde Türkmenler kapı dışı edilmekte ve en basit resmî işlemlerde bile, ancak büyük rüşvet karşılığında işlerini tamamlayabilmektedirler. Bu­nun gibi her tarafta horlanan, aşağılanan Türkmen halkı büyük bir zulüm altında yaşatılmaktadır. Buna rağmen yönetime saygı ve bağlılık gösteren Türkmenler, Irak'ın toprak bütünlüğünü en çok savunan topluluk durumundadır.


36. paralelin üstündeki bölgede varlığını devam ettir­meğe çalışan Türkmenler de büyük sıkıntılar yaşıyorlar. Kuzey Irak diye tanımlanan ve 1990 yılında oluşturulan bu bölgedeki Türkmenlerin üzerinde, iktidar olduğunu söyleyen, ancak uluslararası zeminlerde meşruiyeti ve hu­kukî statüsü olmayan, adı konmamış bir yönetim tarafın­dan sinsice terör havası estirilmektedir. Kuzey Irak'ta dev­let kurmak için siyasî manevra yapan KDP lideri Mesut Barzanî, 1991'de meydana gelen fiilî durumdan sonra, her fırsatta Türkmenleri yıldırmak için gizli veya açık çeşitli yollara baş vurdu.


Kuzey Irak'ın başşehri hâline getirilmek istenen Erbil ve çevresinden Türkmenleri atmak için Barzanî, Irak yö­netimi ile de işbirliği yapmakta sakınca görmedi. Nitekim 31 Ağustos 1996'da Irak ordusunu Erbil'e davet eden Bar­zanî, Türkmen partilerine ait kuruluşlarda görev yapan 34 kişiyi, KDP'nin yardımı ile yakalatarak, Irak tarafına tes­lim etti. Bu olayda Aydın Şakir Iraklı, Mehmet Reşit Tuz­lu, Ali Abdullah Yayçılı, Ferhat Kasım Kerküklü ve Yılmaz Halit Muhyiddin gibi bir çok değerli Türkmen evladı ha­yatını kaybetti. Barzanî'ye bağlı militanlar ayrıca, Irak Türkmen Cephesinin değişik kuruluşlarına ait binaları yağmaladılar; bilgisayarlarını ve diğer bütün eşyalarını çaldılar. Türkmen Radyo ve Televizyon müdürlüklerinin vericilerini tahrip ederek, cihazlarını götürdüler.


Aynı zihniyet, 1997'de de Türkmenlerin bir kısmını, Talabanî'nin, Saddam'ın casusu, PKK'lı diye tutukladılar; işkenceye tabi tuttular ve hapis cezasına çarptırdılar. 8 Mayıs 2000 günü, Türkmen Cephesi ile Barzanî'nin siyasî kuruluşu KDP arasında görüşmelerin yapıldığı sırada, KDP'liler Türkmen Talebe Birliği binasını işgal ettiler. Bi­nanın koruma görevlilerini tutuklayarak, işkence yaptılar. Bunlarla da yetinmeyen KDP, Erbil'de bütün bina sahiple­rini tehdit ederek, Türkmenlere ait kuruluşlara binalarını kiraya vermemeye zorladılar.


11-12 Temmuz 2000'de meydana gelen olaylar, KDP li­deri Barzanî'nin elini Türkmen kanına bulamaktan bir türlü vazgeçmediğini bir kez daha ortaya koydu. 2000 yı­lının 11-12 Temmuz gecesi KDP'nin askerî eğitimle özel olarak yetiştirilen kırmızı bereli peşmergelerinin, ağır si­lahlarla Irak Türkmen Cephesi binasına saldırdıkları yo­lunda gelen haberler, Türkmen camiasında infiale yol aç­tı. Bu olayda binayı bekleyen Feridun Mehmet Fazıl ve Abdullah Adil Hurşit şehit edildi. Şehit edilenlerden biri henüz yaralı iken, çatıdan atılarak, ölümüne sebebiyet ve­rildi. Bu haince saldırıda üç Türkmen genci de ağır biçim­de yaralandı. Türkmen toplumuna karşı beslenen kin ve nefreti belgeleyen bu olaylar, Türkmenlerin bölgede gü­ven içinde olmadıklarını göstermektedir.


Bölgedeki Türkmen okullarının verdiği eğitimi de su­landırmak isteyen KDP değişik bahanelerle baskılar uygu­lamaktadır. 5'i anaokul, 11'i ilkokul ve 5'i lise olmak üze­re toplam 21 okulda, 3 bin dolayında öğrencinin eğitim gördüğü bu kurumlarda, Irak devletinin resmî dili olan Arapça dersi de verilmektedir. Ancak KDP tarafindan, bu okullarda günde 2 saat Kürtçe eğitim vermeye de zorladı­lar. Türkmenlere ait TV ve iki radyo kanalında da Türk­mence'nin yanı sıra Arapça ve Kürtçe yayın yapma zorun­luluğu getirerek, siyasî zorbalık ve asimilasyon uygulama­sının, görülmemiş örneklerini verdiler.


Bütün bu olumsuz gelişmelerden de anlaşıldığı gibi, Türkmenler hem Bağdat, hem de Kuzey Irak yönetimleri tarafından sergilenen düşmanca politikalar yüzünden, bü­yük bir yalnızlığa ve siyasî bir kıskaca alınmışlardır. Böy­lece Türk dünyasının en acıklı topluluğu durumuna dü­şen ve uzun süredir makûs talihini yenemeyen Irak Türk­menlerinin, yakın bir gelecekte de rahat nefes alabilmele­rinin kolay ve mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.


 


            Hocam, sohbetimizi duanız,  dileğiniz, hayalinizle bitirelim.  Duanız, dileğini, hayaliniz hepimizin ülküsü olsun.


 


Turan küheylanı silkindi etrafına baktı. Başı KERKüK’te tüm vücudu sırılsıklam asırların terinden ıslanmıştı. Şaha kalktı kişnedi, haykırdı. Doğu Türkistan’dan, Güney Türkistandan Bosna’ya kadar rüya gören atlar bu kez hakikatle buluştu. Kanatlandı, birer kanatlı attılar. Onunla destanlara destan yazdılar. Evliyalar baktılar: “Hû erenler, biz böyle bir şey bu güne kadar işitmedik” Alimler geldiler: “Düşünce de düş de bugüne kadar görmedik” dediler. İdareciler “bugüne kadar niye sormadık, öğrenmedik” diyerek hayıflandılar. Ak saçlı analar, aksakallı dedeler, ak yazmalı gelinler kızlar, oğlanlar bebeler; ağladılar ağladılar; Nuhun tufanı damla kaldı. Hakikat güneşi açtı, yükseldi, yükseldi, TüRK’üN BURCUNA kondu. Oğuz Handan, Kıpçak Handan ses geldi: Ey Dünya, Ey Kainat “Güneşler Bayrağımız, Gökler çadırımız”. Hz. Muhammed Mustafa (SAV): Ehl-i Beyti, Ashab-ı Güzin ve görmeden sevdikleri kardeşlerim dedikleri ile TüRK çADIRINDA itikafa girdi dualar etti: üçLER, YEDİLER, KIRKLAR, ERENLER ENBİYALAR HAK hürmetine. Söz bitti, öz ete kemiğe büründü: öz; mazlumlar mazlum milletler ile göründü. Bizlere de mazluma toprak, aş, su, nefes olmak kaldı. Varlığın yaradılış sebebi Muhammed’e kıldık selam, Bir gün olur biz gideriz anlayana ettik kelam.


 


PROF.DR. HİLMİ öZDEN’İN öZGEçMİŞİ


Hilmi özden, 1959 yılında dünyaya geldi. Konya ve Eskişehir’de İlk ve Orta öğrenime devam etti. Yüksek öğrenimini Ankara üniversitesi Tıp Fakültesinde tamamladıktan sonra, iki yıl mecburi hizmet ve on altı ay askerlik görevlerini takiben Sağlık Ocaklarında, Köy Hizmetleri 14. Bölge Müdürlüğünde tabip olarak çalıştı. 1995 yılında Eskişehir Osmangazi üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalında Prof. Dr. Gürsel ORTUĞ ve Prof. Dr. Nedim üNAL danışmanlıklarında“Omurganın Torakal Bölümü’nde Medulla Spinalis çaplarının Manyetik Rezonans Tekniği İle ölçümü ve Değerlendirilmesi”isimli tezi tamamlayarak Anatomi doktoru ünvanı aldı. 2005 yılında ESOGü tarafından Nottingham üniversitesine gönderildi ve Dr. Lopa Leach’in yanında angiogenesis üzerine çalıştı. Yurt içinde sıçan ve farelerde transplantasyon, embriyonik kök hücre ve mikrocerrahi üzerine çalışmalar yapan ekiplerde görev aldı. 2013 yılında, Eskişehir Türk Dünyası Başkenti Ajansı Danışma Kurulunda ESOGü temsilcisi oldu. Şu anda ESTüDAM (ESOGü Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi) müdürü olarak da görev yapmaktadır. Anatomi sahasında yurt içi ve yurt dışı çalışmaları bulunan yazar ESOGü Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim dalında öğretim üyesidir. Evli ve iki çocuk babasıdır.


 


 


 


 







 




 




 



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7-Ahmet URFALI (DOLUNAY) Arşivi