1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Tembel, kapısının örtülmesini bile rüzgârdan bekler...

AK Parti’nin Eskişehir’de 2002 yılından bu yana mahalli seçim stratejisi 2 madde üzerine kurulmuş.
Nasıl olsa Recep Tayyip Erdoğan kendi başına oyları topluyor…
CHP nasıl olsa karışık, bizim hiçbir şy yapmamıza gerek yok…
Bu iki düşünce yüzünden bir türlü belediyeleri kazanamıyor AK Parti Eskişehir’de…
Halbuki…
“Erdoğan’ın tek başına sağlamış olduğu oyun üzerine biraz da biz gayret edip oy katabilsek” mantığı işletilebilse…
Ya da…
“Bize ne CHP içinde yaşanan karışıklıktan. Biz kendi partimize bakalım ve kendi partimiz içinde olabilecek karışıklıklara engel olalım” denilebilse, belki de seçim kazanılacak.
Fakat bir türlü yapılamıyor…
Her mahalli seçim öncesinde, sırtını Erdoğan’ın alacağı oylara dayayıp, umudunu da CHP içindeki karışıklığa bağlayan Eskişehir’deki AK Parti, girdiği her seçimden hüsranla ayrılıyor.

Zira…
Recep Tayyip Erdoğan’ın tek başına sağladığı oy Eskişehir’deki belediyeleri almaya yetmiyor.
CHP içinde yaşanan kavga-gürültü ve karışıklık da, her seçim öncesi cılız birkaç ses haricinde bitiveriyor…
“Seçim zamanı birbirlerini yiyecekler” diye beklenen belediye başkan adayları, seçim sürecindeki geri sayım başladığı andan tibaren,  aralarında hiçbir şey yaşanmamışçasına kol kola giriveriyor…
 O yüzden ne Tayyip Erdoğan’ın sağladığı oy miktarı, ne de CHP içinde beklenilen kavga umudu, Eskişehir’deki AK partiye çare olmuyor…
Ama nedendir bilinmez, AK Parti her seçim öncesinde Erdoğan’ın oylarıyla CHP’deki kavgaya bel bağlamayı sürdürüyor.
Tıpkı “tembel, kapısının örtülmesini bile rüzgârdan bekler.” misali…


.....


 


Kimse para için gitmedi ki para için dönsün!


Güney Kore’nin gerçekleştirmiş olduğu ekonomik başarının hikayesi anlatılırken şu söylenir:
“ülkede gerçekleştirilen yapısal reformların ardından, başka ülkelere gitmiş tüm bilim insanları ülkelerine davet edildi. Başka ülkelerde görev yapan Güney Kore’li bilim adamlarının ülkelerine dönmeleri için kendilerine çok yüksek oranda maaş önerildi. Bunun üzerine dışarıdaki tüm bilim insanları, yapısal reformların da vermiş olduğu güvence ile ülkelerine döndü. Bu bilim insanlarının katkılarıyla yaratılan seferberlik kısa süre içinde Güney Kore’yi hemen her alanda Dünya’nın en önemli ülkelerinden biri haline getirdi.”
Şimdi hükümet beyin göçü ile ülkeden giden bilim insanlarını geri getirmek adına yeni bir uygulamayı devreye sokma kararı almış…
Türkiye’ye dönecek bilim insanlarına 24 bin lira maaş vermeyi düşünüyormuş.
ülkeye dönüş yapacak bilim insanlarına verilecek bu maaşın yanı sıra, ailelerine de belli bir miktar aylık bağlanacakmış.
Belli ki Güney Kore modeli uygulamaya konulmak isteniyor.

Ancak…
Burada atlanılan bir durdum var…
Güney Kore’li bilim adamlarını ülkelerine döndüren asıl neden, onlara verilen yüksek maaş değil, daha öncesinde ülkede gerçekleştirilen yapısal reformlardı.

O nedenle:
Sosyal medya’dan takip ettiğimiz kadarıyla, ülkemizde sadece yüksek maaşa dayandırılan bu uygulamanın başarılı olacağına ve beyin göçünü tersine çevireceğine pek ihtimal verilmiyor…
Zira…
Bilimle uğraşan insanların belki de en son ilgilendikleri konudur ne kadar para kazanacakları…
Onlar daha çok, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı, fikir özgürlüğü, serbest medya, tüm kurumlarıyla çalışan demokrasi, otonom üniversiteler, liyakat bazlı görevlendirmeler ve bilime saygı gibi bir işleyişin ülkede var olup olmadığıyla ilgileniyor, bu saydığımız değerlerin varlığına, kazanacakları paradan daha çok önem veriyorlar…

O yüzden…
Sadece yüksek maaşa dayalı bir uygulama ile beyin göçünün tersine çevrilmesi çok da mümkün gözükmüyor…
Kısacası…
“Kimse para için gitmemişti ki para için geri dönsün” e gelip dayanıyor bu iş…


.....


 


Sanki futbol transfer sezonu mübarek!


“Şöyle bir söylenti var” diyor, yazıyor…
“Böyle deniliyor” diyor, onu da yazıyor…
“Bu böyle olmuş iyi mi?” diye onu da yazıyor…
Yazdıklarının hiçbiri olmuyor…
Başka bir şey oluyor mesela hiç akla gelmeyen…
“Ben demedim mi bunun böyle olacağını?” diye bunu da yazıyor…
Hızını alamıyor…
“Şöyle olacak-böyle olacak diyenlere kapak olsun” diyor ve vallahi bunu da yazıyor…
“İyi de kardeş! Diyen de sensin, yazan da sensin. Böyle olmayacağını söyleyen de, böyle olduğunda ‘ben demedim mi?’ diyen de sensin. Hepsi resmen sana kapak olmuş ama hiç üzerine alınmayıp, başkalarına dönerek  ‘herkese kapak oldu’ diyen yine sensin” dendiğinde, Cem Yılmaz’ı bile geride bırakacak bir  rol kesip “Kim? Ben mi? Ne zaman demişim? Hadi göster? Hadi çıkart ortaya öyle yazdığımı? Mesleği bırakırım mesleği!” diyor…
Eskiden, transfer sezonu öncesinde spor yazarları yapardı bunu sık sık.
(Gerçi hala yapmaya devam ediyorlar…)
Yüzlerce futbolcunun ismi geçerdi yazılarında “Transfer edildi. İş imzaya kaldı” diye…
O yüzlerce isimden bir tanesinin bile transfer haberi doğru çıkmazdı iyi mi?
Sonuçta ismi dahi anılmayan futbolcular transfer edilir, gerek köşelerinde gerekse haberlerinde yüzlerce futbolcunun ismini sıralayıp, birini dahi tutturamayan spor yazarları, o kadar ıskalamaya rağmen çıkıp  “İlk ben duyurdum” diye başlardı hava yapmaya…
Şu sıralar, yani seçimler öncesinde, adaylar ile ilgili tıpkı böylesine bir durum yaşanıyor sanki…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi