7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

Çok yönlü bir isim Ekrem Borazan ile sanat ve karikatür üzerine:"Türk karikatürüne Eskişehir'in önemli katkıları olmuştur"

EKREM
BORAZAN öZGEçMİŞİ


1958 Bozüyük doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Bozüyük’te tamamladı. 1983 yılında A.ü. Sinema ve Tv. Bölümü’nden mezun oldu.1984 -2011 yılları arasında İstanbul’da yaşadı.TRT İstanbul Tv, Star, TGRT, Number1 gibi televizyon kuruluşlarında , yapım şirketlerinde ve Yeşilçam’da çalıştı. 1990 yılında Karikatürcüler Derneği’ne üye oldu.
2012’ de emekli olduktan sonra Eskişehir’e yerleşti. 2012’de Karikatürcüler Derneği Eskişehir Temsilciliği’ni üstlendi.
Halen Eskişehir özel bir okulda karikatür ve kısa film dersleri veriyor.
Evli ve bir kızı var.

Sohbet:


Karikatürün sözlük anlamı; ‘’bir şeyin, bir kimsenin, bir olayın alaylı, insanı güldürecek ve güldürürken de düşündürecek, abartılı bir biçimde çizilmiş resmi ‘’ olarak verilmektedir. Sizce karikatür, güzel sanatların neresindedir?  Karikatür; güzel sanatlardan resme mi yoksa edebiyata mı daha yakındır? Veya sözle çizginin ahenkli birleşimi midir?

Bu soruyu cevaplayabilmek için biraz gerilere gitmek gerekiyor. Karikatür bizim dilimize “yüklemek” anlamı taşıyan İtalyanca “caricare” sözcüğünden aktarılmıştır. Zaman içerisinde alay etmek, saldırmak, abartmak anlamlarını da yüklenerek bugünkü anlamına ulaşmış. Karikatürü çok eski mağara resimlerine kadar götürenler olsa da ilk örneklerini Rönesans döneminde Leonardo da Vinci, Gian Lorenzo Bernini gibi sanatçıların çalışmalarında görüyoruz. Bu çizimlerin daha çok abartılı insan çizimleri olduğunu söyleyebiliriz. Karikatür daha sonraları İngiliz ressam Hogarth’ın çizimlerinde görüleceği gibi fiziksel özelliklerin yanı sıra insan davranışlarının da konu edildiği bir döneme geçer.
Karikatür, 1830’lara geldiğimizde Fransa’da  Charles Fhilipon’un çıkardığı “La Caricature” adlı mizah dergisi ile rüştünü ispat eder.  İngiltere, Almanya gibi pek çok ülkede karikatüre yer veren yayınlar görülmeye başlar.
Aslında sanayii devrimi sonucunda matbaanın gelişmesi, kağıdın yaygınlaşması, gazete ve dergilere olan gereksinim sonucu; resim sanatına göre üretilmesi daha kolay olan karikatürün önünün açılmasına ve popülerleşmesine sebep olmuştur. 20.yy gelindiğinde ise artık karikatür gazete ve dergilerin ayrılmaz bir parçasıdır.

Genel anlamda karikatürün ülkemize girişi ve gelişimi nasıl olmuştur? Karikatürün ülkemizdeki tarihçesi hakkında bilgi verir misiniz?

Bizde karikatür 1870’ de  Teodor Kasap tarafından yayınlanan “Diyojen” mizah dergisi ile başlar. Dönemin en etkili çizeri ise Cemil Cem’dir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte Türk karikatürü önemli bir işlev üstlenir. Karagöz, Zümrüdü Anka ve Sedat Simavi’nin yayınladığı Güleryüz dergileri Milli Mücadele’yi destekleyen yayınlar yapar. Refik Halid Karay’ın dergisi Aydede ise muhalefet kanadında yer alır. Cumhuriyetle birlikte  Yusuf Ziya Ortaç’ın Akbaba dergisi 1922-77 yılları arasında  Türk mizahını yönlendiren dergi olur. Osman Cemal Kaygılı, İbrahim Alaaddin Gövsa, Ercüment Ekrem Talu, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz Sulhi Dölek, Muzaffer İzgü yazarları arasındadır. Münif Fehim, Zeki Beyner, Ali Ulvi Ersoy, Ramiz Gökçe, Necmi Rıza Ayça, Cafer Zorlu, Semih Balcıoğlu gibi karikatürcülerin imzasını görürüz.
1950’li yıllara kadar tüm dünyada karikatürlerin altına “lejand” denilen açıklayıcı alt yazılar yazılırdı. Günümüzde bu tarz;  karikatürün içine yerleştirilen “balon yazı” ile halen kullanılmaktadır. Aslında karikatürün 1950’li yıllardan itibaren yazılı ve yazısız olarak ikiye ayrıldığını görüyoruz. Bu yıllarda Amerika’da felsefe ve mimarlık eğitimi de almış olan Saul Steinberg karikatürü yazının sınırlarından çıkarıp, çizgilerle düşünen, mizahını, felsefesini, eleştirisini çizgilerle ifade eder hale dönüştürür. Hızla kabul gören bu anlatım biçimi Fransa’da Bosc, Chaval, Sempe; İngiltere’de Steadman, Scarf; Avusturya’da Flora; Belçika’da Folon gibi isimlerledikkat çeker.
Bizde de bu anlayışı aynı yıllarda ortaya koyan Turhan Selçuk’tur. “çizgi ile mizah”, “grafik mizah” diye tanımladığı bu anlayışa Ferruh Doğan, Ferit öngören, Ali Ulvi Ersoy, Semih Balcıoğlu, Tonguç Yaşar gibi isimlerin de katılması ile 50 kuşağı olarak adlandırdığımız Türk karikatürünün önemli isimleri ortaya çıkar.
“çizgi ile mizah” tanımlaması karikatürün diğer sanatlarla olan ilişkisini de belirliyor. Resim sanatı ile ilişkisini Leonardo da Vinci, Bruegel,  Bosch,  Salvador Dali gibi büyük sanatçıların çalışmaları arasında görebiliyoruz. Günümüzde de pek çok ressam çalışmalarında karikatüre, mizaha yer veriyor. Grafik sanatı da karikatür ile kol kola yürüyen sanatlardan. Grafik sanatçıları çalışmalarında sıklıkla mizahtan yararlanıyor ve kullanıyorlar. Edebiyatın özellikle taşlama, nükte, şiir gibi alt dalları yazın yoluyla kişi, toplum ve olayları karikatürize ederek okura iletir. Eleştiri, soyutlama, ironi, mizah karikatürle ortak özellikleridir.
Karikatürün sinema ve fotoğraf ile de iç içe olduğunu görüyoruz. İspanyol fotoğrafçı Chema Madoz nesnelerden yararlanarak ilginç mizahi fotoğraflar ortaya çıkartıyor.
Biz karikatürü çok genel kullanıyoruz. Yazılı, yazısız, bant (strip) karikatür, dergi ve gazete (editorial) karikatürler, portre karikatür gibi farklılıkların Türk dili karşılıkları yok. Batıda “caricature” dediğimizde portre karikatür anlaşılıyor. “Cartoon” sözcüğü de karikatür anlamına geliyor. Cartoon aynı zamanda çizgi filmler için de kullanılan bir terim. İç içe geçmişlik söz konusu. Pek çok karikatür sanatçısının çizgi filmler yaptığı da bir gerçek.
Karikatür ve diğer sanatlar ilişkisinde son söz olarak şunu söylemek istiyorum. Kalem, boya, fırça, kağıt, tuval, ahşap, kil, vb. Aklımıza gelebilecek pek çok şey karikatürcü için bir araçtır. önemli olan nasıl anlattığınız.

Karikatüre nasıl başladınız? Sizdeki bu yetenek nasıl ortaya çıktı? Nasıl bir kültür ortamında yetiştiniz?

Ben karikatür tarihimizin en önemli mizah dergisi Gırgır ile büyüdüm. İlk karikatürleri Gırgır dergisinde gördüm. Lise yıllarında merakla, heyecanla derginin yayınlanmasını beklerdik. Resme karşı olan ilgim bu yıllarda karikatüre evrildi. üniversiteyi Eskişehir’de okudum. Sinema ve Tv. Bölümü’ne yetenek sınavı ile öğrenci alınıyordu. üniversite sınavlarına üç kez girmiş ve ilk tercihim olan Orman Fakültesine girememiştim. Yetenek sınavında dekanımız İnal Cem Aşkun; “üç defa sınava girmişsin, ilk yıl tercihin neydi?” diye sordu.
- Orman Fakültesi...
- İkinci yıl?
- Orman Fakültesi...
- üçüncü yıl?
- Orman Fakültesi...
- Senin ne işin var burada oğlum? Şimdiye kadar ağaç dikseydin koskoca ormanın olurdu.
Ağaç dikemedim ama sınavda karikatür çizerek İnal Baba’nın gözüne girdim.
Okulda rahmetli Atila özer ile yollarımız kesişti. Atila abinin öncülüğünde üniversite bünyesinde karikatür kulübü kuruldu. Bahattin Atak, Furkan Tangüner ve rahmetli İsmail Turan çizgi ile ekmeğini kazanan isimler oldular. Ben ilk ödülümü bu kulübün üyesi olarak 1983 yılında kazandım.İlk sergimi Nejat İşcan ile Bozüyük’te açtım. Bu aynı zamanda Bozüyük’te açılan ilk karikatür sergisi oldu.

TRT ve özel televizyonlarda kameraman ve yönetmen olarak çalıştınız. Kameraman ve yönetmen olmak nasıl bir meslektir? Kameranın objektifinden  dünyaya ve insanlara bakmak nasıl bir duygudur?
Okulu bitirir bitirmez İstanbul’a taşındım. Otuz yıl kamera arkasında bulundum. Kameraman, yönetmen ve çizgi film ( stop-motion) yapımcısı olarak pek çok işe imza attım. Karikatürde olduğu gibi bu alanda da birtakım görüntüler aracılığı ile hikayeler anlatmaya çalıştım. Güzel olanın peşinden gittim. Yeri geldi çöplük çektim. Aaa.. ne güzel görünüyor desinler istedim. İnsanımız maalesef yaşadığı çevreye ilgisiz, meraksız. Ben Osmanlı torunuyum diye gezinen pek çok kişinin Söğüt’e gidip gitmediğinden şüpheliyim. Dursun Fakı, Şeyh Edebali  kimdir, necidir cevapsız kalacaktır. 900 bine yaklaşan nüfusu ile Eskişehir’den acaba Metristepe’ye kaç kişi gitti merak ediyorum. 1921’in 31 Mart ayazını kaç kişi iliklerinde hissetti. Bu durum sadece Eskişehir için geçerli değil. İstanbul’da yaşayıp denizi görmemiş insanımız var maalesef. Yeşilköy’den Taksim Meydanı’na nasıl gidileceğini bilmeyen servis şoförü gördüm. Ben kameramla sadece merak uyandırmaya çalıştım, çalışıyorum.

Karikatürcüler Derneğinin Eskişehir Temsilcisi olarak görev yapmaktasınız. Eskişehir’in karikatür potansiyeli nedir?
Türk karikatürü 1950’lerden beri dünyada önemli bir yere sahip ve böyle de devam ediyor. Bu çerçevede Eskişehir de bundan nasibini almış. İlk karikatür sergisi 1946’da Cemal Nadir Güler tarafından açılmış. İlk karikatürcüler Pertev Ertün, Rüştü Yetilmezer, Beytullah Heper ve Yılmaz Büyükerşen. 1980’lerin başından itibaren, ülkemizin ilk karikatür profesörü olan Atila özer Eskişehir karikatür dünyasına yeni bir ivme kazandırıyor. üniversiteni desteği ve Atila özer’in çabalarıyla Eğitim Karikatürleri Müzesi açılıyor. Atila özer’in vefatından sonra eşi Vicdan özer’in hayata geçirdiği Prof. Atila özer Müze Evi ve Tepebaşı Belediyesi bünyesinde hizmet veren Karikatürlü Ev’i belirtmek gerek. Karikatürlü Ev’de hafta sonları çocuklar için karikatür kursları düzenleniyor. Büyükşehir Belediyesi bünyesinde gençlere yönelik kurslar ve benim özel bir okulda beş yıldır yürüttüğüm karikatür  dersleri Eskişehir’e önümüzdeki yıllarda genç karikatürcüler katacaktır zannediyorum.
Türk karikatürüne Eskişehir’in önemli katkıları olmuştur. Bülent Arabacıoğlu ve Orhan Alev, Gırgır dergisinin efsane isimleri arasındadır. Yüzbaşı Volkan çizgi romanı Ali Recan’ın eseridir. Yine çizgi romanları ile Bahattin Atak unutulmamalıdır.  Yerel basındaYaşar Arda, İsmail Turan, Furkan Tangüner, Atila Yakşi, Hikmet Cerrah  gibi karikatürcüler gazetelerde karikatür yayınlayıp Fırça, Gına gibi uzun soluklu olmasa da mizah dergileri çıkartmış isimler. Eskişehir’de en uzun süreli mizah dergisi ise Sakarya Mizah oldu. Aziz Yavuzdoğan yönetiminde halen haftalık yayınlanan dergi  5. yılını tamamlamak üzere. Bütün bunlara baktığımızda Eskişehir’de hareketli bir karikatür ortamı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Karikatür alanında yaptığınız çalışmaları, etkinlikleri ve kazandığınız ödülleri bizimle paylaşır mısınız?

İlkokul yıllarında babaannemin resim çizeceğine dersine çalış diyerek elime küçük bir dal parçası ile hafifçe vurduğunu hatırlıyorum. Elli yıl olmuş, ben hâlâ hemen hemen her gün çiziyorum. Akıllanmamışım demek ki. Bu günlerde karikatür çizmek rahmetli babaannemi haklı çıkarabilir. 1983’te kazandığım birincilik ödülünden sonra ulusal ve uluslararası yarışmalarda otuza yakın ödül aldım. Bir iki kişisel sergi dışında karma ve gurup sergilerine katıldım. Son sergim Aziz Yavuzdoğan ile birlikte Mart ayı başında İBB Karikatür ve Mizah Merkezi’nde  açıldı. Aziz Yavuzdoğan yerli yazarlarımızı, ben Türk Dünyası yazarlarının portrelerini sergiledim.
İlk kitabım Eskişehir Büyükşehir Belediyesi tarafından basıldı. Yüzde Yüz Eskişehir adıyla yayınlanan albümde Eskişehir’le bağı olan 100 kişinin kısa özgeçmişleri ve karikatür portreleri yer alıyor. önümüzdeki günlerde kitabın sergisi de gerçekleştirilecek.

Belgesel yönetmeni olarak ; ‘’Atayurttan Anayurda İpek Yolu’’ ve ‘’Kuruluştan  Kurtuluşa’’ çektiniz. Bu belgeseller hakkında neler söylersiniz? İlerde yapmayı planladığınız çalışma, etkinlik ve projeler nelerdir?
1983 yılında ayrıldığım Eskişehir’e otuz yıl aradan sonra döndüm. Eğitim sürecini de eklersek kırk yıldır sinema ve tv dünyasının içindeyim. Eskişehir’de benim için anlamlı işler yaptığımı düşünüyorum. İlki “Atayurttan Anayurda İpek Yolu’’ belgeseli. Hayalini kurduğum bu belgeseli gerçekleştirme şansını Eskişehir’de buldum. Türk Dünyası Kültür Başkenti çerçevesinde gerçekleştirildi. çin’in eski başkenti Xi’an’dan başlayan hikaye Hotan, Kaşgar, Turfan, Urumçi gibi kadim Uygur şehirlerinden geçip; Semerkand, Buhara, Hive,  Merv, Rey, Tebriz, Bakü ve Kırım üzerinden İstanbul’da son buldu. Ticaretin yanı sıra din, bilim ve sanatın da taşındığı bu yolda Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Ali ŞirNevai, Ahmet Yesevi, Harezmi, Fergani,Cengiz Aytmatov, Meragi, Mevlana ve nicelerinin izlerini takip etmek nasip oldu. 13 bölüm 325 dakika ve 20-30 bin km yol. İkincisi 2018 yılı içerisinde Kültür Bakanlığı desteği ile gerçekleşen “Kuruluş Kurtuluş” belgeseli. Bu günkü idari yapıyı düşünmezsek Osmanlı Devleti bu coğrafyada kuruldu. Hatta bilinir ki bu devlet Söğüt’te kuruldu. Ancak o dönemde devlet olabilmek için devlet adına para basılması ve hutbe okunması yani ilan edilmesi gerekiyor. İşte para basılması ve hutbe okunması Söğüt’te değil yanı başımızda ki Karacahisar Kalesi’nde gerçekleşiyor. 75 dakikalık belgeselin son bölümünde ise Birinci ve İkinci İnönü Savaşları anlatılıyor. “Coğrafya kaderdir”  diyen İbn-i Haldun’un tanımı doğrultusunda kaderimizin şekillendiği bu toprakları yerinde yapılan çekimlerle izleyiciye aktarmağa çalıştım. Yeri gelmişken belgeselin danışmanlığını da yapan Osmangazi üniversitesi tarih bölümü hocalarından Dr. Cezmi Karasu’ya da bir kez daha teşekkür ediyorum.
çocuklar için ürettiğim stop- motion animasyon filmler de benim için değerli işler. Karikatür ve sinemanın bir arada olduğu çalışmalar. Geçmiş dönemlerde 150 kadar kısa animasyonlar yaptım. Yine çalışmak istiyorum ve aklımın bir köşesinde  duruyor. Belgesel çalışmaları büyük bütçeler gerektirdiği için kolay üretilemiyor. Bütçe yada sponsor bulabilirsem Tatarlar ve Sultan Galiyev gerçekleştirmek istediğim belgeseller arasında. Kaynak bulasıya kadar karikatür çizmeye devam. Bir kağıt bir kalem yetiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7-Ahmet URFALI (DOLUNAY) Arşivi