Aşk ve Sevgi Üzerine Aforizmalar – 2



Bir sosyal ve kültürel kutlamaları gösteren varsa her gün için belirlenmiş en az bir kutlama olduğunu görebilirsiniz. Dünyada ne kadar çözülmedik problem varsa neredeyse her biri için bir gün ve kutlama belirlemişiz. Sevgi ve aşk da bunlardan biri olarak geçip gidiyor. İnsanın içini bir akış olarak doldurması gereken aşk ve/veya sevgi bir günlü tüketim için anlık haz bataklığında kuruyup yok oluyor. Hâlbuki?

Aşk nedir? Sonsuz aşk var mıdır? Aşkın ömrü varsa nedir? Yaşadığım ilişki bir aşk mıdır? İmkânsız görünümlü bir aşk ihtimalini kovalamak gerekir mi? Bu tür soruları pek çok insan, yıllardır ve bitmeyen bir şekilde kendisine soruyor. Bir ilişkinin aşk olup olmadığını sınayacak bir test ya da ölçme cihazı henüz icat edilmedi. Olabilir mi? Bilimsel ve teknolojik gelişmeyle birlikte muhtemelen aşk denen olgunun bedensel ve zihinsel görünümlerini ölçen yeni cihazlar olacaktır. Ama bunların ölçtüklerinin aşkın görünümleri olmanın ötesinde bir değeri olmayacak.

Duygusal ilişkiler ve özel olarak aşk, çoğu zaman ‘iyi şans’ diyebileceğimiz umut ve heyecan verici tesadüflerle başlıyor. Yoğunluk artırarak yoluna devam edebilenleri var. Günün ilk ışıkları ile doğan kimi aşklar ise güneşini ferini kaybetmesi ile sona erebiliyor. Aşkı eninde sonunda tüketilecek, günün akşam oluşuna benzer biçimde silinip gidecek bir süreç gibi kavrayanların sayısı hiç az değil. Biliyorum ki; imkânsız olanlar da dâhil, her zaman ruhlarında aşka yer açıp sonsuz aşka inananlar var olmaya devam edecek. Aşkın yeri yurdu gibi mevsimi ve kaskatı şartları da yok. Değil mi?

Aynen ‘fast food’ türünde bir gıda maddesini tüketir gibi, duygusal ihtiyaçlarımızı karşılamak için aşkı kullanır olduk. Sonuçta aşk da bir ihtiyacı karşılayan tüketim maddesi haline dönüştü. Aşka bir tüketim malı rolünü vermeye devam ettiğimiz sürece, bu çağda ‘sonsuz aşk’ bir hayal olmayı sürdürecek.

Olumlu bir ilişki, olumlu niyet ve yaklaşımlarla başlar. Bir başka deyişle; aşk aşkı isteyerek başlar. Olumlu düşünmenin devamında, karşımızdaki insanın özelliklerini zihnimizde canlandırdığımız veya zamanla değiştirmeyi ümit ettiğimiz gibi değil, olduğu gibi kabul etmek gelir. O’nun var olduğu biçimde bir değer olduğunu benimsememiz gerekir. Böylece taraflar bir ilişki içerisinde yabancılık çekmezler. Her biri –daha başlarken bile– ilişkinin gerçek ve vazgeçilmez tarafı olduğunu düşünür.

Dünyada az bulunan değerlerden birisi de takdir etmektir. Bir aşk ilişkisinin anahtar kavramları arasında karşımızdaki insanı takdir etmek gelir. O’nu aşağılamak, hoyratça yermek ne kadar aşktan uzaksa takdir etmek de o denli aşka yaklaşmaktır. Tabii ki, takdir etme fikri ile olmayanı alkışlamayı, sırf karşımızdaki insanı mutlu etmek için hayali becerileri alkışlamayı kastetmiyorum. Her şeyden önce takdirin ayakları yere basmalıdır.

Bir aşk ilişkisinde tüm duygu ve görüşleri birebir paylaşmak gerekmez. Ama paylaşılmayanı, anlayışla karşılamak bir zorunluluktur. Bir kişi, karşısındaki insan gibi duyup düşünüp onu anlamayı, onun çıkardığı sonuçlara varabilmeyi becermelidir.

Bence bir aşk ilişkisi öncelikle eğlendirici olmalı. Kişiler bu ilişki içinde birlikte eğlendiklerini hissetmeliler. Sadece eğlence olarak algılanan ilişkiyi doğru bulmam ama bir aşk ilişkisinin mutlaka eğlendirici olması fikrinden de vazgeçmem. Sürekli ve aşırı denetim ihtiyacı ile duygusal ve zihinsel gerginlikler, aşkın bu eğlendirici yönünün önündeki en ciddi engellerdir.

Aşk herkesin kapısını çalmaz. Bu yanıyla bir şans ve ödül olarak verilmiş bir dünya nimetidir aşk. Kimisinin ise kapısını aşk çalsa da o duymaz. Aşkın kapıdaki tıkırtısını duymaya hazır olmak gerek.

Kendini yalnız hisseden insanın, ‘sevgi yalnızlığı’ konusunda önce kendini sorgulaması gerekli, derim. Kapıyı ve pencereleri sıkı sıkıya kapatıp perdeleri içeriye ışık sızmayacak biçimde çektikten sonra birisinin kapıyı çalacağını beklemek hayal olur. Böyle bir eve olsa olsa hırsızlar girer. Ruhunda derin yaralar açacak gönül hırsızları…

Ruhunun kapısını aşka sıkı sıkıya kapayanlar yanında bir de ‘açık kapı’ politikası uygulayanlar var. Duygusal ilişkilere kapalı olmak ile bu tür ilişkilerde açık kapı yaklaşımını benimsemek arasında hiçbir fark yoktur. Her iki modelde kişinin, aşkı bulmasını neredeyse imkânsız hale getirir. Açık kapı uygulandığında, ortalıkta çalınacak bir kapı da yoktur. Gönül hırsızı girer, istediğini alır ve gider. Ne çalan, bir kapıyı çaldığının farkındadır; ne de gönül evine gelinen, kapısının çalındığının.

Kanımca aşkın en önemli özelliklerinden birisi, bir heyecan üreteci olmasıdır. Heyecansız bir ilişkinin aşk olabileceği kanaatinde değilim. Karşılıklı sevgi ve ilginin getirdiği doğal bir heyecan süreci… Bu nedenle sevdiğiniz insana hangi sevgi sözcükleriyle neyi söylerseniz söyleyin; ama söylediğiniz aşkın gerektirdiği heyecanı içermeli.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi