Gençlik ve Kentlerde Yeni Risk

 


özellikle kentlerde toplam nüfusa göre oranı hızla artmakta olan bir genç kesim var. Genelde kendi ekonomik şartlarının sınırlarını zorlar biçimde tüketim algısı yüksek; buna karşılık çalışma ve üretim algısı düşük biçimde oluşmuş. Herhangi bir seviyedeki okulun öğrencisi değil. Bir okula kayıtlı olsa da, bu kurum ile ilişkisini minimize etmiş. Bir işte çalışmıyor. Daha da fazlası; bir işte çalışmak ve bu yolla kendi gelirini elde etmek gibi bir isteği ve niyeti de yok. Sözün özü; tüketim odaklı, ama okula gitmeyen, bir işte çalışmayan, hatta çalışmaya niyeti olmayan bir genç nüfus oranı hızla yükseliyor.


 


Bu durumun ve gidişatın ne türden olumsuzluklara yol açabileceğinden söz etmeyeceğim. Toplumun duyarlı pek çok kesimi böyle bir sorunun varlığını ‘bir şekilde’ hissediyor. Eminim; etik şartlarda yapılmış, ciddi istatistikler de bu durumu ortaya koyuyor. Muhtemelen kamunun bazı kurum ve kuruluşları da ‘gene bir şekilde’ durumu tespit etmiş olabilirler. Böyle bir problem karşısında önemli olan nokta, buna yol açan ve bu durumu besleyip geliştiren kök nedenleri bulmak ve ortadan kaldırmaktır. Hiç kuşkusuz; bunun için de öncelikle problemin kök nedenlerini ortadan kaldırmaya yönelik ‘niyet’ gereklidir.


 


Doğa kendi kuralları gereği, toplum da sosyal yasaların ışık tuttuğu üzere boşlukları sevmez. Eğer bu genç nüfus, sözünü ettiğim yaşamsal boşluğunu ekonomik ve sosyal olarak doldurma imkânına sahip olamazsa, beklendiği biçimde başka ‘konformist ve kolaycı’ faktörler devreye girecektir.


 


Tüketim için üretim olmalıdır. Bunun için de kişide üretim algısının gelişmiş olması gerekir. O zaman ele aldığımız genç nüfusun neden üretim algısına sahip olamadıklarını sormamız gerekir. Bu algıyı oluşturacak kültür, ailede ve okulda gelişir. Eğer gelişmemişliği tespit ediliyorsa, bu iki kurumda sorun var demektir. Eğitim sistemindeki sorunun yeterince ortada olduğunu düşünüyorum.


 


Günümüzde eğitim, yaşamı öğretmiyor. Buna ailelerin ve bir bütün olarak sistemin kolaycılığa, ucuzculuğa ve konformizme yönlendirmesini de eklersek, yaşamla ve üretimle ilişkisi olmayan bir genç nüfus kesimi ortaya çıkıyor. Mevcut eğitim sisteminin ‘iyileştirmelerle’ düzeleceği kanaatinde değilim. Mevcut eğitim-öğretim kurumunun odaklandığı biçimde; daha iyi bir ‘sınav sistemi’ veya bir okuldan diğerine geçiş için farklı bir ‘seçme ve değerlendirme’ ya da benzeri sıradan önlemler sorunu çözmez. Eğitime yaşamı ve üretimi esas alan yeni bir bakış ve yaklaşım gerekiyor. üretim ve eğitim için albeni oluşturmayan bir sistem, olsa olsa ‘çalışan, ama hiçbir şey üretmeyen saçma makinesi’ olur.


 


Konunun bir de istihdam boyutu var. Acaba ‘iş-işletme’ kurumu genç nüfusu çalışmaya ve üretmeye yönlendirecek çekiciliğe sahip mi? Yüksek nitelikli olanlar da dâhil olmak üzere istihdama ‘ucuz işgücü’ gözlüğü ile bakan bir iş dünyasının gençlerin çalışma alanlarının dışında kalmasında ‘katkısı’ yok mu? Aynen eğitim-öğretim sistemimizde olduğu gibi iş-işletme ekosistemimizin –yarattığı katma değer büyüklüğünden çalışma şartlarına kadar– de çok boyutlu kurumsal kalite sorunları var.


 


Bu problem, öncelikle bir kamusal sorundur; devletin alması gereken önlemler olmalıdır. Ama meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının sorumluluk da var. Bu sorunun kısa süreli mesleki kurslarla veya benzeri ‘projelerle’ aşılamayacağını öncelikle anlamaları gerekir. Genç nüfusla ilgili bu problem, ekonomik, sosyal, kültürel ve ailevi yanları olan çok boyutlu bir sorundur ve buna uygun bir vizyonla ele alınmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi