Bilginin Eğrisi Doğrusu

 


Toplum olarak sosyal–kültürel vitrine özenerek bakmayı her an zihnimize daha fazla kodluyoruz. Bu markalaştırılmış vitrinle ilişkilenerek, daha değerli veya önemli olmayı hayal ediyoruz. Hâlbuki önemli ve değerli olmak, toplumun vitrininde olmakla aynı şey değil. Ne yazık ki günümüzde her türlü mal ve hizmet gibi, insanın kendisi de bir reklâm ve pazarlama nesnesi oldu. Hâlbuki yitirmekte olduğumuz geleneklere baktığımızda, farklı bir durum gözlüyoruz. Tarihimizde ve geleneğimizde elle yazılmış zamanın değerli eserleri var. Zamanın bilgesi olan bir kişi, bir kitap yazmış; ama üzerine kendi ismini koymamış. Kitabın kendi ölümlü bedenine ve ismine mal olmasından kaçınarak eserinin bir ‘kamu varlığı’ olmasını istemiştir adeta. 


Bu davranış, özenilmesi gereken bir tevazu örneğidir. Kendi eserini kamuyla paylaşacak kadar yüksek nitelikli gönüllülüktür. Ama bir yanıyla da kendi birikim ve deneyiminin hakkını vermektir. Muhtemelen kitabın üzerine kendi ismini yazmamakla bir yandan da “Nasıl olsa siz benim üslubumdan ve yazımdan tanırsınız” demektedir. Geleneksel kültürümüzün önemli bir parçası olan tasavvufun, ruhu da varlık ve yokluk anlamında bu iki yönlülüktür aslında.


Farklılıklar ve karşıtlıklar birlikte öğrenilir. özellikle Doğu felsefesi de kendini bu karşıtlık üzerine kurmuştur. Siyah ve beyaz –aydınlık ve karanlık– gibi ama daha düşünsel derinliğe sahip olarak ‘varlık ve hiçlik’ çelişkisi, Doğu felsefesinin ana temalarından birisidir.


Değişik ülkelerde ve zaman dilimlerinde yaşamış farklı düşünürlerin, yaklaşımlarındaki ana fikirleri toparlamaya çalışalım. Birincisi; insan kendini doğru tanımalıdır. Bilgi düzeyi ve deneyimi konusunda doğru tespitleri olmalı ve kendi bilgisini çevresine alçakgönüllülükle sunabilmeyi başarmalıdır. Nasıl ki, ‘dünya malı’ olan maddi zenginlik övünülecek bir şey değilse; kişi, bilgisi konusunda da mağrur ve kibirli olmamalıdır.


İkincisi; Sokrates’in ifade ettiği gibi yaşam, uçsuz bucaksız bir bilgi hazinesidir. Birkaç kitap okumakla, değer verilen birkaç hatibi dinlemekle veya geçmiş hakkında duyduğu birkaç övücü sözün oluşturduğu hayranlıkla, bilgiye sahip olunamaz. Bilginin her damlası, onu edinmek için pek çok emek gerektirir. Bu nedenle kişi, bildikleri hakkında mağrur ve kibirli olmaktan kaçınarak; önce bilgiye, sonra bilgi sahibi insana saygılı olmayı öğrenmelidir.


üçüncüsü; bilginin değeri, bizim onu beğenip beğenmememizle ölçülemez. Bilginin değeri, bizim onu onaylayıp onaylamadığımızdan bağımsız bir meseledir. Dolayısıyla; bilgiye ve bilgi sahibi olana öncelikle tarafsız olarak yönelmeyi bilmek gerekir. Tabii ki; herkes, kendi için önemli ve anlamlı olanı daha fazla öğrenmek ve bu alanda uzmanlaşmak isteyecektir. Ama malum bilgiyi veya bilgi sahibini onaylamadığımız için bu ikisini değersiz ve anlamsız bulmak ancak gaflet olacaktır.


Dördüncü olarak; kişi, haddini bilmelidir. Haddini bilmek, alttan alma veya kendi dışındakilere sorgusuz sualsiz biat etme anlamına gelmez. Haddini bilmek, önce dinlemeyi bilmek demektir. Dinlemeyi bilmeyen, konuşmasını da bilemez.


Herhangi bir konuda şu veya bu nedenle edindiğimiz bilgi birikimimiz olabilir. Ama muhtemelen o sıra görüşülmekte olan konu, bizim bildiğimizden daha fazla boyutlu ve derinlikli olabilir. Bu nedenle bilgi birikimimizin doğruluğu ve yetkinliği konusunda emin olmadan söz söylemeye kalkmak, bu konunun çalışanlarına ve uzmanlarına haksızlık ve saygısızlık etmek olur.


Bilginin de eğrisi, doğrusu olur. Yanlış bilgi, bizi hatalı yollara yöneltebilir. Bu yanlıştan dönmenin yolu ise saygıyla, sabırla, tevazu ile ve azimle doğru bilgiye ulaşmak için çaba harcamaktır. Yanlış bilgiden döndürecek olan, daima daha fazla ve daha iyi bilgidir.


 


 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi