Reyting İçin Bir Hukuksuzluk Örneği

TV8’de yayınlanan M. isimli programda tuhaf bir gelişme yaşandı. U. isimli yarışmacı, sekiz yıl kadar önce sosyal medyada yer alan paylaşımları nedeniyle diskalifiye edildi. U.’un paylaşımlarını okuduğunuzda, bunların bazılarını haksız bulabilirsiniz. Bir vatandaş olarak bunları hata, kabahat veya suç olarak değerlendirebilirsiniz. Bu paylaşımlardan zarar görenler varsa, adalet kurumuna başvurarak gereğini isteyebilirler.


Sosyal ahlâka ve kültürel uygun olmayan paylaşımları savunacak değilim. Ama diskalifiye olayının fiili gerçekleşmesinde genç bir insana yönelik çok ciddi bir hukuksuzluk, teşhir, hatta sosyal anlamda linç gafleti olduğu da bir başka gerçek olarak duruyor. Herhangi bir nedenle bu genç insanın yaşayacağı muhtemel olumsuz gelişmelerin vebalini kim yüklenecek?


Bir TV programı olarak bir yarışmacıyı diskalifiye edebilirsin. Bunu yalnız kendisinin bulunduğu bir ortamda yapmana kimsenin bir diyeceği olmaz. Ama bunu çok sayıda insanın izlediği bir programda yaparsan bunun başka bir şey olur. Sen yargı makamı mısın? Seri katillerin bile kendini savunma hakkı olan bir adalet düzeninde bu davranışı nasıl normal bulabiliriz?


Diğer yandan TV programı olarak yarışmacıların geçmişte ne yaptıklarını merak ediyorsan, onları yarışmaya almadan önce araştırırsın. Bugün sosyal medyaya kolayca erişebilen program yöneticileri, pekâlâ bu paylaşımları yarışma başlamadan da görebilirlerdi. Kendi yaptığınız bir eksikliği, genç bir insanın geleceğine zarar verecek biçimde çok sayıda insan önünde teşhir ederek yapmanız nasıl bir hukuk anlayışıdır? Hukuk kurumu çerçevesinde cezanın anlamı, bir insanın geleceğine zarar verecek biçimde yanlışın üzerine yanlışla gitmek değil, yapılmış yanlışın düzeltilmesidir, genç insanın kazanılmasıdır. O düzeltme de asla programda uygulanan yol değildir.


 


Hukuk, toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütününe verilen isimdir. Bu tanımı, hukuka olan güvenin azalması ile eşlediğimizde; karşımıza şöyle bir sosyal manzara çıkar. Hukuka olan güvenin azalması, ‘toplumun düzenlenmesi’ konusunda kuşkuların artması demektir. Bir başka deyişle; toplumu oluşturan yurttaşların düzenli bir sosyal yaşamın geleceğine ilişkin inancı azalmaktadır. Bu durum, toplumun farklı kesimlerinin bir arada yaşayabilmesinin önüne yeni engeller çıkıyor anlamına gelir.


Ne zaman kamusal niteliği olan bir sözleşme, bildirge ve etik kod yazsak; mutlaka insan haklarına saygılı ve bağlı olacağımızdan söz ederiz. Belli belirsiz de olsa, bu konunun önemini hissederiz. Günümüzde insan haklarının, siyaset ve sivil toplum alanlarının en önemli unsurlarından birisi olarak kabul edilmesinde de bu naif hissedişlerin etkileri olmalı.


Buna karşılık; pek çok kavram için olduğu gibi, insan haklarının ne olduğu sorusunu bir çırpıda cevaplamak kolay olmayabilir. Bunda; sözcükleri ve terimleri kolaylıkla kullandığımız halde ne oldukları konusunda fazlaca araştırıcı olmayışımızın genel etkisi var.


Basit olarak söylendiğinde; insan hakları, tüm insanların sahip oldukları hak ve özgürlükler olarak tanımlanabilir. İnsan hakları; ayırımsız olarak her bireyin ırk, kültürel kimlik, din, dil veya cinsiyet ayrımı gözetilmeden kullanabileceği haklardır. Tanım gereği bu hakları kullanmakta tüm insanlar özgürdürler. Eğer bu özgürlüğün kullanımında bir hata varsa, bunun hesabı adalet kurumu önünde verilir.


Yukarıda ilettiğim olay, hukuksuzluğun hangi boyutlara doğru yol aldığının bir görünümüdür. Reyting almak adına bu hukuksuzluk örneğini gereği için kamuoyunun dikkatine sunarım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi