Aşk acısı çekiyorum sayın vekiller 3...

Canım bugün yine bizim o yaralı X kişisini çağırmak istedi.

Eylül ayında insanın aklına geliyor ansızın…

Aşkına derman buldu mu merak ettim.

Dertleştim biraz, sorular sordum.

‘Buldun mu derdine çare?’ diyerek başladım sohbetime…

Sessizliğinden aldım yanıtını…

‘Aşkı bir ve aynı görmedikleri için gelmeyeceğim buralara’ diyerek çekip gitmişti, sözünü tutamamanın verdiği duyguyla mahcuptu biraz…

‘Sırtına böyle ağır yükler edinme, her şey istediğin gibi olmaz bazen’ dedim.

Gözlerindeki ‘umut’ ışığı benim bile gönlüme ‘umut’ oldu.

‘Beni kimse anlamıyor’ dedi biraz sessiz…

Sonra devam etti aynı tonla: ‘Ya da ben anlatamıyorum!’

‘Yok dedim yok sen kendini güzel anlattın da yanlış yerde anlattın sanki!’

‘Nasıl der?’ gibi yüzüme baktı, biraz şaşkın…

‘Aşk duygu işidir! Duygunun mimarlarına gitsen belki merhem olurlar sana ne dersin?” diye devam edince, kalbindeki kıpırtı bana kadar geldi…

Yüksek sesle uzun süre güldü.

Bana döndü: ‘Sen kime gideceğimi biliyorsun o halde?”

Elbette dedim: ‘Aşkı kim memleket meselesi gördüyse ona gideceksin kardeş dedim!’

Kim onlar der gibi sorgular baktı yüzüme…

Kısa ve net konuştum, uzatmadım: ‘Şairlere!’

Sessizlikte bir süre durduk X kişisi ile…

Cümlelerimi kafasında tartmış olacak ki: ‘Ben bunu neden düşünemedim daha önce?’

Bir hızla kalktı yanımdan, koşarak uzaklaşırken ben arkasından yalnızca bağırdım: ‘Yolun açık olsun!’

Sonra benim bile şaşıracağım bir gelişme oldu.

Bizim o yaralı X kişisi kimi bulsun?

Nazım’ı…

Açmış kederli gönlünü, dökmüş içindeki tüm sevdasını…

‘Anlamadılar beni, anlatamadım!”demiş biraz isyankar…

Nazım biliyormuş bu duyguyu, tanıdıkmış bir yerlerden…

Şefkatle bakmış ona, şu dizelerini sıralamış tane tane:

‘Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim
Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda
Ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye!
Rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik.
Anlayamadılar…’

Kalbinin en yaralı yerine oturmuş bu dizeler…

Aşkın sarhoşluğunda yürümüş soğuk kaldırım taşlarında bir süre…

O süre ne kadarmış, hiç anlam verememiş…

Bir ağacın gövdesine atmış kendisini, kafasında aynı dizeler dolaşırken…

Birde ne olsun?

‘Cemal Süreyya’ yanına oturuvermiş.

Hayat işte!

İnsan beklediklerini yanı başında buluveriyor ansızın!

Bir şey sormamış, söylememiş Cemal Süreyya…

Belki de oturuşundan, susuşundan anlamış sızısını…

Gökyüzüne bakarak dökülmüş sözcükleri:

“Uzaktan seviyorum seni
kokunu alamadan…
boynuna sarılamadan…
yüzüne dokunamadan…
sadece seviyorum…”

Verecek yanıt bulamamış.

Usulca kalkmış bizim X kişisi…

Yürüyüşüne devam etmiş kaldığı yerden…

Bir şey fark etmiş ama…

Kalbi eskisi kadar ağrımıyormuş…

İyi gelmiş söyledikleri, şiir olduğunu bilmeden…

Sonra tek başına adımlarken tozlu yolları bir siluet belirmiş karşısında…

Belli belirsiz…

Yok artık, o kadar da değil derken…

Bir el başını okşamış, nasıl şefkat ve olgunluk kokuyor diye düşünmüş kendi kendine…

Uzun kalmamış ama bu başını okşayan el, sessizce bir şeyler fısıldayıp gitmiş: ‘Duamdaki gözyaşım kadar edepliydi. İçime düşen aşkın… Ey benim beşeri aldanışım, ben seni kalbime koyana sevdalıyım!’

Yüreğinde anlamsız bir huzur bizim X kişisinde…

O gün bugündür dingin bir sevda, öfkeden uzak bir tutku…

Saf ve karşılıksız bir aşk…

Farkındalık dolu bir sevda…

Aradan epey bir zaman geçmiş, o zaman anlamış yüreğine dokunan o sözlerin mimarını…

‘Mevlana’ demiş sessizce…

Gözlerinde iki damla yaş…

Hüznün değil, aşkın ıslaklığı belirmiş en derin yerinde…

Kavuştu mu sevdiğine X kişisi hep meçhul kalmış ama ‘Aşkın tek kişilik yaşandığını’ bizim o şairler öğretmiş ona

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Özge Zaim Arşivi