“Yerli Malı Yurdun Malı”

Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlayan “Yerli Malı Yurdun Malı; Her Türk Onu Kullanmalı” kampanyaları, 1970’li yılların sonlarına kadar sürdü. Ülkenin içe dönük bir kalkınma gayreti içinde bulunduğu bu dönemde aklımızda ilkokulda kutladığımız “Yerli Mallar Haftası” etkinlikleri birer anı olarak kaldı. 24 Ocak 1980 ekonomik kararları, sadece yerli mal kullanma çabalarının sonu olmadı; o zamana dek Cumhuriyet kuşağının bir özelliği olan tasarruflu yaşama alışkanlığına da son verdi. Ülkemizin 1980 sonrası tarihi, Türkiye’nin ilk kez dışa açılma ve dünya ekonomisi ile bütünleşme dönemi olmakla birlikte; bir aşırı tüketim toplumuna dönüşmeye (dönüştürülmeye) başlamamızın da tarihidir.

20’nci yüzyılın son çeyreğine ulaşıldığında dikkatimizi çeken önemli değişimlerden birisi, başta bilişim ve iletişim olmak üzere teknolojideki ve bunlara uygun iş modellerindeki gelişmeler oldu. Bir önceki dönem olan (20’nci yüzyıl) Sanayi Toplumunun üretim sorunları aşıldı; üretim, ekonominin aksayan unsuru olmaktan çıktı. Lojistik alanındaki iyileşmeler ve dolayısıyla ekonomilerin tedarik sistemlerindeki gelişmeler, ekonominin ihtiyacı olan her tür hammadde, ara malı veya ürünün her noktada temin edilebilir olmasını sağladı. Bu arada üretimdeki genişleme ve çeşitlenmenin fiyat konusunda da hem sanayiciler hem de tüketiciler açısından maliyet ve tercih kolaylıkları sağladığını söylemeliyim.

Türkiye, 1980 sonrası sürece hazırlıksız girdi. Sanayi, yükselen çağın gerektirdiği gelişme trendini yakalayabilmiş değildi. Mikro ekonomik yapı ve iş modelleri, dışa açılım için yeterli olgunluğa ulaşmamıştı. Ar-ge (araştırma - geliştirme) kavramı ekonomiye yabancıydı. Genel anlamda ekonomi küresel rekabet için hazır değildi. 12 Eylül 1980 Darbesi nedeniyle yetkin genç insan potansiyelinin ciddi bir bölümü erozyona uğramıştı. Bu şartlar altında ekonominin ve toplumun, dünyanın büyük güçlerinin etkisi altında kalması, son derece olağan bir sonuç olarak gündeme geldi. Yabancı mal ve hizmetler, yüksek faiz nedeniyle ülkeye akan sıcak paraya paralel biçimde her geçen gün büyüyen miktarlarda ülke pazarına girmeye başladı. Tahmin edebileceğiniz gibi; Yerli Mallar Haftası ve tasarruf alışkanlıkları, hatırlayabilenlerin hafızalarında anılar olarak kalmaya mahkûm oldu.

Dışa açık ekonomilerde iç piyasa ve iç talep, ekonominin büyümesi açısından biraz ikinci planda kalır. Ekonomik kalkınma çabaları, ihracata endeksli olarak ele alınır. İhracatın artması ise ülke ekonomisinin katma değer elde ettiği ve bu nedenle büyüdüğü biçiminde yorumlanır. Konuya dikkatli yaklaştığımızda; burada bir yanıltma olduğunu ve özellikle bir sosyal yanılsama yaratmak için iktidar mensuplarının özel gayret gösterdiklerini gözleriz.

Böyle bir yanılsamaya düşmemek için ihracata ithalat ile birlikte bakmamız gerekir. İhracata dayalı büyüme peşinde olan bir ekonominin, kabaca ya ithalatının ihracatı aşmaması ya da örneğin yıllık ihracat artış oranının düzenli ve sürekli olarak ithalatın artış oranından yüksek olması beklenir. Ama çok basit görünen bu kural da yeterli değildir. Ayrıca yurtdışına satılan örneğin 100 lira maliyetli malın ne kadarının yurt içi kaynaklardan sağlandığı ölçütüne bakılmalıdır. Ülke ekonomisinin gerçek kazancı, ülke içinde eklenen bu değerden oluşmaktadır. Ülke içinde yüksek bir katma değer oranına ulaşılamazsa, geriye sadece rakiplerle yapılacak fiyat rekabeti kalır ki; günümüz dünyasında Türkiye’nin fiyat yarışını kazanma gibi bir şansı yoktur.

Günümüzün bütünleşik dünya ekonomisinde “Yerli malı kullan” biçiminde bir tavsiyede bulunmak mümkün değil. Çünkü tükettiğimiz her mal ve hizmetin oluşumunda belli oranda ithalat yer alıyor. Pazarda yer alan mal ve hizmetler arasında içerdiği ithalat oranı neredeyse yüzde 100’e yaklaşanlar var.

Ama bu noktada hâlâ çağa ve ülkenin şartlarına uygun tavsiyeler üretebiliriz. Örneğin eşdeğer mal ve hizmetler konusunda yerli markaları tercih etmek bunlardan birisi olabilir. Bir diğer önerim ise daha fazla yerli katma değer –yani daha düşük ithalat oranı içeren ürün ve hizmetlerin tercih edilmesi yönünde olabilir. Yerli katma değerli ürün dediğim budur. Kendi ürünü olan var olmaya devam ediyor, büyüyor, gelişiyor. Bu durum ülkeler, kentler ve firmalar için de böyle… Gelişmiş ülkelerdeki üreticiler ve tüketiciler, bu gerçeği bizden daha iyi kavramış durumdalar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi