Cumhuriyet’in harcı: Halkçılık

Cumhuriyet’in harcı: Halkçılık
Müge Yüce Özoylumlu - Tarihçi

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini teşkil eden en önemli ilkelerden biri hiç kuşkusuz halkçılıktır. Halkçılık ideolojisinin Türkiye’de özellikle cumhuriyetin kuruluşunda oynadığı rolü incelemeye geçmeden önce dünyada “halkçılık” kavramının ortaya çıkışında etkin olan fikirleri değerlendirmek halkçılığın eş anlamlısı olarak ya da ilk nedeni olarak görülen popülizme kısaca değinmek gereklidir. “Millet” kavramı Batı’da modern çağda icat edilmiş bir sözcüktü. 18. Yüzyılda, aydınlanma devrinin ilk dönemlerinde yaygın sözcük “halk-people” idi. Rousseau “halkın egemenliği” nden söz ediyordu. Popülizm kavramı, 1870-1890 döneminde ABD’deki ‘Grangers’ ve ‘Greenbackers’ diye bilinen çiftçi hareketine uzanmaktadır. Popülizm ve halkçılık arasında ortaya çıkan tartışmalar sonucunda ortak bir paydaya ulaşılmıştır; “popülist hareketler, hızlı ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal değişikliğin baskısına, varolan siyasal yapıdan yabancılaşmış entellektüeller başta olmak üzere, başkaldıranların ya da tepki duyanların tüm halkın çıkarları için iktidarı hedefledikleri hareketlerdir.” Buradan hareketle her türlü siyasal ölçütün üzerinde liderler ‘halkın iradesinin’ üstünlüğüne dayanmalıdır. Dünyada modernleşmeci ya da ilerlemeci düşünün ilk ortaya çıktığı ülkelerde bu düşün “popülizm-halkçılık” birbirinin yerine kullanılarak ortaya çıktı. Popülizmin ilk yeşerdiği ülke olarak Çarlık Rusyası öne çıkmaktadır. Rus Narodizmi ya da Rus halkçılığı ve onun çağdaş popülist uzantılarının gelişen ülkelerde değişik türleri oluşturmaları popülizmin entelektüel ve kültürel gelenek yelpazesini genişletmiştir. Özellikle Osmanlı Devleti aydınlarının Narodizm ideolojisini Batı Avrupa devletlerinin halkçılık anlayışlarından farklı olarak Rusya’dan devşirmeleri önemlidir. Bunun nedeni Narodizm sözcüğünün popülizmin çok geniş ve muğlak bir anlam içerdiği ve Rus Narodizminin bu tür ideolojiler arasında ilk gelişmiş örneğini oluşturmuş olmasıdır. İkinci Meşrutiyet yıllarında Osmanlı entelektüel kesiminin halkçılık ya da Osmanlı Narodizmi olarak adlandırılabilecek biçimde ülke yönetimine talip olması bu anlamda önem kazanmıştır. Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Memduh Şevket Esendal vb. aydınlar halkçılık hareketini bir siyasal yöntem olarak kurgulayan başlıca aydınlar olarak karşımıza çıkıyor.

İkinci Meşrutiyet Döneminde Halkçılık Anlayışı

Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin en önemli ilkelerinden birini oluşturan halkçılık, II. Meşrutiyet’in düşünce hayatından oldukça yakından etkilenmiş ve Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e uzanan süreçte birçok tarihsel kırılma da geçirmiştir. 1908 sonrası sosyoloji ya da o dönem kullanılan ismiyle “ilm-i ictimaî” siyasal yapılanmanın temel taşı olan “halk” sözcüğüyle aynı süreci paylaştı. 1908 Jön Türk Devrimi kendi kavramsal terimlerini de beraberinde getirmişti. “Halk” sözcüğü II. Meşrutiyet’in bilim literatürünün kazanımları arasında yer alıyordu. Niyazi Berkes, II. Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan halkçılık ideolojisinin, 19. Yüzyılda şekillenmiş olan Rus popülizminin-Narodizminin Osmanlı’ya ulaşan etkileriyle oluştuğunu ifade eder. II. Meşrutiyet dönemi halkçılığını etkileyen bir dizi kaynağın ortak esin noktası Rus Narodizmiydi. II. Meşrutiyet aydınlarının “halka doğru” olarak formüle ettiği halkçılık ideolojisi, siyasal düzlemde devletin hâkim ideolojisi karşısında görece bağımsızlaşmış aydınların bir ürünü olarak algılanmaktaydı. Ayrıca ‘halka doğru’ hareketi her ne kadar Rus Narodizminden etkilense de Rusya’daki gibi bir radikal değişimi öncelememekteydi. Meşrutiyetin halkçıları için sentez olarak halkçılık fikrine eklenen düşünce, Fransız solidarizmiydi. Sınıf farklılıklarını reddeden ve korporatizm kavramıyla toplumsal dayanışmayı ve farklı sınıfların rekabeti yerine kendi sorumluluk alanlarındaki işleri en iyi şekilde yerine getirerek bir ‘tesanüd’ oluşturmaları hedefleniyordu.

Fransız solidarizmi ve Rus Narodizmi bağlamında sentezlenen Osmanlı halkçılığı fikrinin yeşerdiği yerler Selanik ve İstanbul’du. Selanik’te çıkan ‘Genç Kalemler’ ve ‘Yeni Felsefe Mecmuası’ “yeni hayat” fikri etrafında hem dilde Türkçülüğün hem de halkçılığın ilk örneklerini vermişlerdi. Yeni hayat, iktisadi, sosyal, felsefi, kültürel, siyasi ve hukuki birçok yeniyi, halka aktarmanın ‘yeni bir lisan’ ile mümkün olabileceğini savunuyordu. Ancak bu lisan ile ‘halka doğru’ gidilebilirdi. Selanik’te ortaya çıkan Türkçülüğü merkeze almış halkçılık hareketinin bir diğer ayağı İstanbul’da Ağustos 1911’de Türk Yurdu Cemiyeti’nin kurulmasıyla atıldı. Kurucuları ve cemiyetin yayın organı olan Türk Yurdu Dergisi’nde yazar kadrosunda yer alan Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul gibi isimler II. Meşrutiyet halkçılığının simge eseri olan “Halka Doğru” dergisinin de yazarları arasındaydı. Yusuf Akçura, “Halka Doğru” dergisinin “milli bilinç ve ruhun yeni hayat düsturu ve yeni lisan ile” geniş halk kesimlerine yayılmasının bir aracı olarak gördüğünü söylemiştir. Akçura, aydınlar ve halk arasındaki ilişki hakkındaki görüşlerini kaleme aldığı “Halka” başlıklı bir dizi makalede “halkın içinde yaşayan, ona yardımcı olan, onunla konuşarak dertlerini dinleyen, sorularına cevap veren” bir yaklaşımı benimsiyor ve “biz Halka Doğru diye ad taktığımız bu cerideyi halk için, halka faydalı olmak için çıkarıyoruz” diyecektir. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1920 tarihli “Halkçılık Programı” nda yer alan, 1931 CHF Programı’nda ve 1937’de Anayasa’da altı oktan birinin temsil ettiği “halkçılık” sözcüğü ilk kez Balkan Harbi sonrası Baha Tevfik’in yayımladığı “Zekâ” dergisinde kullanıldı. Gökalp ise halkçılık sözcüğünü geniş bir kesime kazandıran, bilfiil İttihat ve Terakki bünyesinde savunan ve taşraya gönderdiği cemiyetin tamimlerinde uygulayan kişi oldu. Gökalp’in halkçılık fikri Mustafa Kemal Atatürk’ü en çok etkileyen halkçılık yorumuydu. Halkçılık açıkça Gökalp’ten Mustafa Kemal Atatürk’e bir çizgiyi takip ediyordu. Ülkenin siyasal anlamda demokratik olması Gökalp’e göre halkçılığın gereğiydi. Halkçılık döneminde Gökalp’e göre siyasi konumları farklı toplum katmanları kalmayacaktı. Fakat bu farklı iktisadi katmanların olmayacağı anlamına gelmiyordu. Bunlar toplumsal sınıflardı ve aralarında siyasi rekabet yerine mesleki bir dayanışma olacaktı. Gökalp’e göre “sınıf yok meslek vardı”. Ziya Gökalp, 1910’lu yılların başında yazdığı makalelerde Türkçülüğü, milliyetçiliği aşan bir anlayışla ele alıyordu. Halkçılık ona göre salt siyasi değil aynı zamanda toplumsal bir düşünce sistemiydi. Türkçülük son aşamada “halkçılık” ve “milletçilik” anlayışlarını sentezliyordu.

ataturk-halk-ile-beraber.webp

Cumhuriyet Döneminde Halkçılık

Mustafa Kemal Atatürk, 1 Aralık 1921’de Vekiller Heyeti’nin görev ve yetkisini belirten kanun teklifi nedeniyle TBMM kürsüsünde şöyle diyordu; “…bizim hükümetimiz…hakimiyet-i milliyeyi, irade-i milliyeyi yegâne tecelli ettiren bir hükümettir… ilmi, içtimai noktasından bizim hükümetimizi ifade etmek lazım gelirse “halk hükümeti” deriz… kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız!.. Efendiler! Halkçılık, sosyal düzenini; emeğine, hukukuna dayandırmak isteyen bir sosyal yöntemdir…”

Millî Mücadele halkçılığı, en genel anlamıyla, ‘kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesi, halkın elinde bulundurulması’ idi. Halkçılıkla amaçlanan “hakimiyet-i milliye esasına müstenid halk hükümeti”ydi. Hükümetin Halkçılık Programı olarak anılan ve 18 Eylül 1920 günü Büyük Millet Meclisi’nde okunan 13 Eylül tarihli Teşkilat-ı Esasiye kanun layihası iki ay süren görüşmeler sonunda 20 Ocak’ta kabul edilerek yasalaşmıştı. Kanunun ikinci maddesinde ulusal bağımsızlık sorunu ele alınıyor; “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, hayat ve istiklalini kurtarmayı yegâne maksat ve gaye bildiği halkı, emperyalizm ve kapitalizm tahakküm ve zulmünden tahlis ederek idare ve hakimiyetinin hakiki sahibi kılmakla gayesine vâsıl olacağı itikadındadır” deniyordu. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindi ve halk kendi kaderini bizzat belirleyecekti. Milli hakimiyet siyasi halkçılığın hedeflediği ana ilkeydi.

ataturk-1924te-bursa-halkina-hitap-ediyor.webp
Atatürk Bursa halkına hitap ediyor

Millî Mücadele yıllarında ulusal düşünce ulus-devleti amaçlayan halkçılıkla pekiştirilmişti. İktidar sorununa çözüm arayan, İstanbul hükümetine karşı güçlü bir seçenek olarak ulusal egemenliği benimseyen, toplumsal içerikten çok siyasal yönü ağır basan halkçılık, ulusal bağımsızlığın yanı sıra siyasal hak ve özgürlükleri gündeme getiriyordu. Mustafa Kemal Atatürk’ün halkın egemenliği ve halkçılık anlayışına yönelişi yukarıda izah ettiğimiz gibi II. Meşrutiyet’te en güçlü şekilde ifadesini bulan tarihsel bir sürecin sonucuydu. Cumhuriyet, yönetim ile halkı bütünleştirmeyi temel kaygılarından biri haline getirmişti. Mustafa Kemal Atatürk her vesile ile halkın arasına karışıyor, ülke yönetiminin halk tarafından nasıl algılandığını bizzat öğreniyordu.

Cumhuriyet yıllarında halkçılığın toplumsal içeriği Millî Mücadele sonrası Halk Fırkası kuruluş çalışmaları sırasında daha da açıklık kazandı. Atatürk 6 Aralık 1922 günü “Hakimiyet-i Milliye”, “Yeni Gün” ve “Öğüt” gazetelerine verdiği bir demeçte halkçılık ilkesine dayanan “Halk Fırkası” adında bir siyasi parti kurmak niyetinde olduğunu açıklıyordu. 13 Ocak 1923 günü “İleri” gazetesine verdiği yeni fırka ile ilgili görüşlerini açıklarken aynı zamanda Halkçılık ilkesini de tanımlıyordu; “ben öyle bir fırka teşkilini tasavvur ediyorum ki, bu fırka milletin bütün sınıflarının refah ve saadetini temine matuf bir programa malik olsun” diyordu. Cumhuriyet’in kuruluş arifesinde Mustafa Kemal Atatürk kuracağı siyasal örgüte ortam hazırlamak amacıyla uzun bir yurt gezisine çıktı. Yaptığı konuşmalarda tahayyül ettiği fırkanın halkçılık anlayışını, toplumsal içeriğini ayrıntılı biçimde ele aldı. Atatürk, Anadolu’da yaptığı araştırma seyahatinden Ankara’ya dönüşünde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına “Dokuz Umde” adıyla bir program yayınladı. Bu belge program niteliğindeydi ve kurulacak olan Halk Fırkası resmen ilan ediliyordu; “… Meclis’te elyevm müteşekkil Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu Halk Fırkası’na intikal edecektir.” Halk Fırkası kuruluş çalışmaları doğrultusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar verecek ve 1 Nisan 1923 günü dağılacaktı. 9 Eylül 1923 günü parti tüzüğü kesin olarak kabul ediliyor ve Halk Fırkası resmen kuruluyordu. Fırkanın tüzükten ayrı bir programı yoktu. Tüzüğün “Umumi Esaslar” başlığını taşıyan ilk yedi maddesi fırkanın programı sayılıyordu. İkinci maddede halkçılık ilkesi şöyle ifade ediliyordu; “Halk Fırkası nazarında halk mefhumu, herhangi bir sınıfa münhasır değildir. Hiçbir imtiyaz iddiasında bulunmayan ve umumiyetle kanun nazarında mutlak bir müsavâtı kabul eden bütün fertler halktandır. Halkçılar, hiçbir ailenin, hiçbir sınıfın, hiçbir cemaatin, hiçbir ferdin imtiyazlarını kabul etmeyen ve kanunları vaz’ etmekteki mutlak hürriyet istiklâl tanıyan fertlerdir.”

Sonuç

Halkçılık prensibini altı okun ilk oku olarak benimseyen Halk Fırkası, toplumun tüm katmanlarının çıkar birliğini savunuyorsa da köklü dönüşümlerin olduğu bir zaman diliminde er geç muhalefet doğacaktı. Cumhuriyet’in ilanının ertesi günü kurulan ve çok partili düzene geçişi amaçlayan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası geniş bir kesimden ilgi gördü. Ancak Cumhuriyet henüz kuruluş aşamasındaydı; Şeyh Sait İsyanı rejimi güç duruma düşürmüştü. Takrir-i Sükûn Kanunu ile köklü önlemler alındı ve ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Fırka kapatıldı. Fakat Türkiye’de II. Meşrutiyet’in halkçılık-solidarizm sentezi varlığını 1940’lı yılların ortalarına kadar sürdürdü. Çok partili rejime geçişle birlikte siyasal demokrasi söylemi solidarizmin yerini alacaktı. Bu aşamada halkçılık ilkesi yeni dönüme ayak uydurarak sosyal demokrasi anlamına evrilecekti.

Kaynakça

Erkan Doğan, “II. Meşrutiyet Döneminden Cumhuriyet’in Kuruluş Yıllarına Halkçılık Fikrinin Gelişimi”, İnsan&İnsan Dergisi, Yıl:6 Sayı:20, 2019.

Zafer Toprak, Atatürk-Kurucu Felsefenin Evrimi, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020.

Zafer Toprak, Türkiye’de Popülizm (1908-1923), İstanbul: Doğan Kitap Yayınları, 2013.

Ziya Gökalp, “Halkçılık”, Yeni Mecmua, Sayı: 32, 14 Şubat 1918.