1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Bu şehrin Üniversitelerine bakışında bir sıkıntı var!

Ticaret Odası’nın Vergi ödül Töreni yapılacak.
Katılımın kalabalık olacağı düşünülerek Anadolu üniversitesi’nden yer isteniyor.
üniversite yönetimi de büyük salonu tören için tahsis ediyor.
Sadece yer tahsis etmekle kalmıyor üniversite…
Tören için personeli ve diğer imkânlarıyla üç gün hazırlanıyor.
Dönemin rektörü bu hazırlıkların başında olan üniversitenin görevlisine diyor ki; “bu kadar uğraş veriyorsunuz ama görün bakın yarın tören yapıldığında kimse üniversitenin adını ağzına dahi almayacak. Bu kadar uğraşınızı kimse görmeyecek. Bari kapanışta kendi kendinize teşekkür edin.”
Tören başlıyor.
Konuşmalar yapılıyor.
ödüller veriliyor.
üniversitenin ismi hiçbir yerde geçmiyor.
Bunun üz erine sunucu “Törenimizin gerçekleşmesinde büyük katkısı olan Anadolu üniversitemize de teşekkür ederiz” diyerek kapatıyor töreni.
Durumu fark eden TOBB Başkanı Rektörün yanına geliyor.
özür diliyor.
-“ben bilmiyordum. Bana söylemediler” diyor.

***

Yeni yatırım bölgeleri ve teşvikleri ile ilgili yeni bir düzenleme yapılmış.
Eskişehir Sanayi Odası, bununla ilgili sanayicileri bilgilendirmek üzere bir toplantı düzenliyor.
Toplantı şehir merkezindeki bir otelde ve yemekli olarak yapılıyor.
Söz konusu toplantıya zamanın sanayi bakanı da davet edilmiş.
Bakan’ın toplantıya katılacak olması ve yemekli yapılmasına rağmen salonun üçte ikisi boş vaziyette.
Bakan geliyor. Uzunca bir konuşma yapıyor.
Ardından diğer konuşmacılar konuşuyorlar.
Salonda iki üniversitenin rektörü de var.
En son konuşmak isteyen olup olmadığı soruluyor.
Anadolu üniversitesinin dönemin rektörü çıkıyor kürsüye.
önce bir yumruk vuruyor kürsüye.
Ardından da…
-“Başından beri dinliyorum. Konuşmalarınız arasında bir tek “üniversite” ismi geçmedi. Siz üniversitesiz sanayi olacağını, üniversitesiz üretim yapabileceğinizi mi zannediyorsunuz? Yanlış yapıyorsunuz. Bu yanlışın size nelere mal olacağının farkında bile değilsiniz” diyor ve iniyor kürsüden.
***

Polisevi’nde Türk Dünyası Kültür Başkentinin toplantısı yapılıyor.
Zamanın valisinin başkanlık ettiği toplantıda iki üniversite rektörü ile, aynı zamanda Türk Dünyası Kültür Başkenti vakfı yönetiminde olan eski rektör de olmak üzere 3 rektör var.
Vali Anadolu üniversitesi Rektörüne dönüp;
-“Açık öğretim Fakültesi’nde öğrenim gören 50 bin öğrenci var. Bunlar Eskişehir’e gelmesin. Uzaktan eğitim almalarına rağmen, gelmelerine gerek olmamasına rağmen bu öğrenciler şehre geliyorlar. Şehrin ahengi bozuluyor. Açık öğretim öğrencilerinin mecbur olmasına rağmen şehre gelmelerine, örgün öğrenciymiş gibi şehre yerleşmesine engel olun” diyor.
Anadolu üniversitesi rektörü bunun ne kadar saçma bir istek olduğunu anlatmaya çalışsa da vali ısrar ediyor bu talebinde.
Sonradan vali’nin niçin böyle bir şey istediği çıkıyor ortaya.
Meğer öğrencilerin Eskişehir’de iktidar partisine oy vermediği tespit edilmiş. Bunu önlemek için de öğrencilerin Eskişehir’e gelmelerini önleyecek yöntemler aranmış ve böyle bir yöntem düşünülmüş.

***

Yukarıda anlattığımız üç olayı da o dönemlerde rektörlük yapan bir isimden bizzat dinledik.
Aktardığımız üç olay da son derece önemli.
çünkü…
Birinci aktardığımız olay Eskişehir ticaretinin…
İkinci aktardığımız olay Eskişehir sanayisinin
üçüncüsü de, Eskişehir bürokrasisi ve siyasetinin üNİVERSİTELERE BAKIŞ AçISINI ortaya koyuyor…
Yani…
üniversiteleri görmezden gelen, bilime gerek duymayan, varlığını önemsemeyen bir bakış açısını gösteriyor her üç olay da.
En önemlisi de…
öğrencileri işine gelmediği için siyaseten şehirde olmalarını istemeyen, işine geldiği için ise, aynı öğrencileri müşteri gibi görüp ceplerine göz dikerek, ısrarla şehirde isteyen bir anlayışı ortaya koyuyor…
Tıpkı bugün yapıldığı gibi…


.....


Kalabak suyu!


Damacanaların son kullanma tarihinin geçmesi nedeniyle, Kalabak suyu dağıtımında yaşanan bir sıkıntı var…
Yaşanan sıkıntı affedilir cinsten değil.
Sıkıntının affedilmesi yolunda yapılabilecek tek şey, sıkıntıya neden olanların bu sıkıntıyı biran önce sona erdirmesi…
Bu sıkıntının, sıkıntıya neden olanlara siyasi bir faturası olur mu?
Bunu bilemiyoruz…
Söz konusu sıkıntıyı fırsat bilerek bunu siyaseten kullanmak isteyenlere bu işin sonunda siyaseten bir ekmek çıkar mı?
Bunu da bilemiyoruz…
Bildiğimiz tek şey; şu sıralarda Yılmaz Büyükerşen’in canının bir hayli sıkkın olduğudur…
***
Büyükerşen’in canını sıkanın, Kalabak suyunda yaşanan sıkıntı nedeniyle tarafına yapılan eleştiriler olduğunu zannetmiyoruz…
Yine…
Yaşanan Kalabak suyu sıkıntısı ile ilgili ortalarda dolaşan ve siyaseten muhalefet etme adına yapıldığı ayan beyan ortada olan saçma araçların da olduğunu zannetmiyoruz.
Ancak…
Kalabak suyuyla ilgili, Kalabak suyu üzerinden, kendi sorumluluğundaki kurumun yanlışları da dahil olmak üzere yaşananların canını sıktığına eminim.
çünkü;
Büyükerşen’in Kalabak suyu ve markasına gereğinden fazla, hatta abartı derecesinde  önem ve değer verdiğini biliyorum…
Hatta…
İlk belediye başkanı olduğunda yaptığı ilk işin (Sonradan karşısına AKP’den aday olan dönemin ESKİ Genel müdürü Faruk Karaçay ile birlikte) Kalabak suyu ishale hatlarını iyileştirmek olduğunu biliyorum.
Dahası…
Katıldığı toplantılarda masa üzerinde Kalabak suyu haricinde su gördüğü zaman verdiği tepkileri biliyorum.
üstelik…
İşyerinde Kalabak suyu satmadığını gördüğü işyeri sahibini ayaküstü fırçaladığını biliyorum.
Belki inanmayacaksınız ama Büyükerşen’in geleceği öğrenildiğinde bir AVM’nin bütün işyerlerine Kalabak suyu dağıttığını ve sırf görüp de kızmasın diye diğer su markalarını köşe bucak saklandığını biliyorum.
Anlattıklarımın hepsine bizzat şahit olmuşluğum var.
***
Dikkatinizi çekerim!
Büyükerşen’i savunmuyorum…
Büyükerşen’in suçu olmadığını söylemiyorum.
Büyükerşen’in kabahati vardır yoktur yorum yapmıyorum…
Sadece…
Büyükerşen’in “Eskişehir’in en değerli markası olan Kalabak suyunu değersiz hale getiriyor..” şeklinde, özellikle de siyaseten yapılan bu tür bir eleştiriyi hak etmediğini düşünüyorum.
Aksine…
Bizzat şahit olduğum ve yukarıda anlattığım olayların bile, Büyükerşen’in Kalabak suyu ve markası için vermiş olduğu aşırı korumacı değeri gösterdiğini dile getiriyorum…
İşte; canını sıkan asıl meselenin de bu, yani Kalabak suyu ve markasının tartışılır hale getirilmesi endişesi olduğunu tahmin ediyorum.
Daha da ileri gideyim…
Mesele Kalabak olunca, Tramvay sistemi dursaydı, bu kadar canı sıkılmazdı diye düşünüyorum…


.....


Keşke daha estetik olsaydı…


Hatırlarsınız…
Eskişehir’e yeni stadyum yapılması karşılığında Atatürk Stadyumunun yeri TOKİ’ye verildi.
TOKİ de buraya içinde AVM, Otel ve Lüks konutların olduğu bir proje hazırladı.
Eskişehirli  “Burası şehrin ortak malı. Ranta kurban gitmemeli” diye ayaklandı.
TOKİ “Ben size bedava yeni stadyum yapmam. Madem Atatürk stadının yerini almamızı istemiyorsunuz, o halde yapacağım stadyumun parasını bulup verin” dedi.
Bunun üzerine formül bulundu.
Anadolu üniversitesinden Türk dünyası Kültür başkenti Projesine aktarılan para TOKİ’ye verildi.
Böylece…
Mevcut Atatürk Stadyumunun yeri Türk Dünyasında kalmış oldu.
Sonradan bu alana millet Bahçesi yapılacağı açıklandı.
Eskişehirlilerin ortak kullanabileceği bir düzenleme yapılacağı söylendi.
İhaleler yapıldı, çalışmalar başladı.
Sonuçta Millet bahçesi bitme noktasına geldi.
Daha önce de yazdık…
Atatürk Stadyumu yerinin AVM ve Otel olması yerine ortak kullanım alanı olarak Millet Bahçesi yapılmasına Nabi Avcı’nın önemli bir rolü oldu.
Aslında, içinde güzel bir düzenleme de yapıldı.
Ancak…
Başından beri Millet Bahçesi’ni çevreleyen duvar ve o duvarların arasına yapılan demir detayları pek beğenmemiştik.
Ne yalan söyleyelim; bir taraftan “Millet Bahçesi olması AVM olmasından iyidir” derken, diğer taraftan “İnsanların ortak yararlanacağı iyi de bir düzenleme oluyor” derken, öbür taraftan “Ama gelin görün ki duvarları facia” demeyi de istemedik.
-“ Ne yapalım böyle kabulleneceğiz işte!” dedik kendi kendimize.
Fakat son günlerde özellikle sosyal medya üzerinden millet bahçesi duvarlarına bizim gibi düşünenlerin yorumlarının çoğaldığını okuyunca, üstelik bu yorumlar arasında AK partili olarak bildiğimiz isimler de olunca yazmak istedik…
Sahiden de millet bahçesi güzel ama duvarları aynı güzellikte ne yazık ki değil…
Artık yapılacak bir şey yok biliyorum ama kekse baştan daha estetik hatta duvara dahi gerek olmayan bir düzenleme ile yapılsaydı Millet Bahçesi…
Ortaya da dört dörtlük bir iş çıksaydı…


......


BİRAZDA GüLMEK LAZIM


Adamın biri otomobiliyle şehirler arası yolda gidiyormuş yol kenarında bir köylünün otostop yaptığını görmüş, yanında bir inek olan köylü geçen araçlara durmaları için el ediyormuş. Durumu merak eden adam köylünün yanında durmuş.
"Hayırdır hemşerim, ne tarafa gideceksin?"
"İlerdeki kasabaya kadar beyim."
"İyi ama bu inek ne olacak?"
"O önemli değil beyim, arka tampona bağlarız o gelir."
Bu duruma pek aklı yatmayan adam köylünün durumuna acıyarak onu arabaya almış. İneği ise köylünün dediği gibi arka tampona bağlamışlar. Araba yavaş yavaş ilerlemiş. Adamın hızlanmaya çekindiğini anlayan köylü: "Sen yürü beyim o gelir." demiş. Bunun üzerine adam hızlanmaya başlamış. 20,30,40 bakmış inek gerçekten geliyor. Adam şaşırmış, 50, 60, 70 bakmış hala geliyor ve inekte hiçbir yorgunluk belirtisi yok. Artık şaşkınlığı iyice artmış ve sinirlenmeye de başlamış. öyle ya sonuçta bir inek ne kadar hızlı koşabilir ki. Derken adam iyice hızlanmış. Gösterge 120 yi gösteriyor. Dikiz aynasından ineğe bir bakmış ve gülümseyerek köylüye dönüp: "Senin inek yoruldu herhalde baksana dili dışarda."
"Ne tarafa çıkarmış dilini?"
Buna dikkat etmeyen adam tekrar bakar ve "Sol tarafa" der. Bunun üzerine köylü kendinden emin bir tavırla:
"O yorgunluktan değil, seni sollayacak da sinyal veriyor…"

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi