1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Eskiden, sahiden de Hakimler-Savcılar vardı...

Muhabirlik yıllarımızın neredeyse tamamı Adliye'de geçti.


İşin gereği olarak bütün Adli ve İdari mahkemeler ile bu mahkemelerde görüşülen davaları sıkı bir şekilde takip eder, bunu yaparken de mahkeme hakim ve savcılarını da kişilikleri, donanımları ve mesleki tecrübeleri  ile bilie ve tanırdık.


Bir kere tamamına yakının, şartlar ne olursa olsun kanunları sonuna kadar uygulama hassasiyetlerine sahipti.


Neredeyse tamamı, arkalarında yazan “Adalet Mülkün Temelidir” sözünde yer alan “Mülk”ün aslında devletin ta kendisi olduğunun bilincindeydi.


Tamamı, Adaletin o istenen terazisini elinde tuttuğunun farkında, vicdan ve kanaat sahibiydi.


Hemen hepsi, geciken adaletin adalet olmadığına inanırdı örneğin.


Sırf bu düşünceden hareketle, bir sonraki güne erteleme yerine davaların gecenin geç saatlerine kadar devam ettiği ve  karara bağlandığı olurdu.


xxx


Hiçbirinin siyasi görüşünün ne olduğunu, hangi partiye oy verdiğini, etnik kimliğini dahi bilemezdik.


çünkü...


Hemen hepsi o binanın içinde, ellerinde kanunla gezerler, kanunla konuşurlar, kanunların dışında, yanlış anlaşılacaklarının bilinciyle herhangi bir konuda sohbet dahi etmemeye gayret gösterirlerdi.


Bazılarını o kadar iyi tanırdık ki, o gün daha ilk duruşmada moralinin bozuk olduğunu, bunun nedeninin ise bir dava kararının Yargıtay’da bozulup gelmesi olduğunu öğrenirdik.


Aynı şekilde, verdikleri kararın üst mahkemece onaylanmış olmasının mutluluğu da yüzlerine yansırdı.


Adil ve doğru verilmiş kararın çok büyük önemi vardı hepsi için.


O hakimlerin ve Savcıların görev yaptığı mahkemelerden yanlış bir kararın çıkacağını zerre düşünmezdik.


Zira...


Cübbelerini giydikleri anda bir makineye dönüştüklerine, duygularını, düşüncelerini ve dünya görüşlerini Adliye kapısında bırakıp, kürsüye öyle oturduklarına emindik.


İç dünyalarını elbette bilemeyiz ama çoğunun verdikleri kararlar sonrasında gece yataklarında gönül rahatlığı ile uyuduklarını düşünürdük.


xxx


önemli adamlardı her biri.


Kocaman, Deve dişi gibi, ciddi, kişilik sahibi,saygı duyulan adamlardı...


En azından biz öyle düşünür, onları öyle görürdük...


Zaten gördüğümüz son insanlardı onlar...


Elbette genelleme yapmamız doğru olmaz ama her şey gibi orası da bozuldu.


Terazi yamuldu.


Ciddiyet kalktı ortadan.


“Adalet Mülkün Temelidir” sözündeki “Mülk” masa-sandalye falan gibi görünmeye başlandı.


Geciken adalet bile aranılır oldu. Zira Adalet de Adalete güven de sarsılabildiği kadar sarsıldı.


En son Erdoğan hukukta yeni bir reform başlatılacağını söyledi ya...


Umarız olur!


Zira...


Adalet, baskıyı umursamayan, terazisi şaşmayan, vicdanını her davada yanında taşıyan o hakim ve savcılarla vardı...


,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,


Şu araçlar da toplu taşıma hizmetine sokulsa…


 


Salgında vaka ve hasta sayıları her geçen gün artıyor.


Virüs, bugüne kadar olmadığı şekilde hızlı bir biçimde yayılıyor.


Alınan tedbirlere ve uyarılara rağmen pozitif vaka sayısının artışı hiç hız kesmediği gibi her gün katlanarak yayılıyor.


Söylenenlere bakılırsa virüsün yayılmasına neden olan çeşitli etkenler var.


Bu etkenlerden birisinin de toplu taşım araçları olduğu söyleniyor.


Mecburen toplu taşım araçlarına binmek zorunda kalan insanların, o araçların içindeki bir tek pozitif vaka yüzünden virüs kaptıkları söyleniyor.


Bu durumda yapılacak olan tek şey, toplu taşım araçlarındaki insan sayısını azaltmak.


Araçlara belirli sayıda yolcu almak, buna bir sınırlama getirmek mümkün ama bu kez de insanların toplu taşım ihtiyacını karşılayamıyorsunuz.


Bu aşamada akla şu geliyor;


Okullar kapalı olduğu için çalışmayan servisler toplu taşımada kullanılabilir.


Bunun yanı sıra…


Devletin kamu kurum ve kuruluşlarında bulunan ve şu sıralar çalışmayan benzeri araçlar da toplu taşım için seferber edilebilir.


Yapılacak olan bir düzenleme ile toplu taşımada araç sayısı arttırılarak, yolcu sayısı dağıtılabilir ve daha güvenli bir durum sağlanabilir.


Yapılır mı yapılmaz mı bilemiyorum ama yapılsa hiç fena olmayacak gibi.


.....


Bu kadar zor mu yahu!


 


Salgın rakamları ürkütücü boyutta.


Vaka sayısı adeta çıldırmış vaziyette.


Hastaneler ağzına kadar dolu.


Yoğun bakımlarda yer kalmadığı için hastaneler boş alanları ve depolarını yoğun bakım servisi haline getiriyor.


Ne yazık ki her gün virüs canlar almaya devam ediyor.


ülkede haritaya baktığınızda kızarmamış alan adeta yok gibi.


Hal böyleyken bu ürkütücü tablonun önümüzdeki süreçte felakete dönüşeceği söyleniyor.


Bu gidişle, ülke genelinde vaka sayısının milyonları, ağır ve entübe hasta sayısının on binleri, ölümlerin ise binleri bulacağı biliniyor.


Aslında bilinen bu da değil.


Salgının başladığı günden bu yana virüsün yayılmaması için etkili tek bir yöntem var.


O da doğru bir şekilde maske takmak.


Bilinen bu etkili ve tek önleme rağmen, vaka sayısı da, ölüm sayısı da artıyorsa, demek ki bu tek ve etkili önlem yeterince yerine getirilmiyor.


Allah aşkına!


Bir maskeyi takmak bu kadar zor bir şey midir ki takılmıyor?


Bir maskeyi düzenli ve gerektiği şekilde takmak bu kadar  sıkıntılı mıdır ki takmamakta ısrar ediliyor?


Ağırlığı 10 gramı bile bulmayan avuç içi kadar bir maske ile ağzı ve burnu kapatmak bu kadar ızdıraplı bir iş midir ki adeta takmamak için inat ediliyor?


Pes yahu!


.....


Biraz da gülmek lazım


 


Azerinin biri hamamı çok severmiş. Kalkmış bir gün hamama gitmiş. Güzelce yıkanmış. Göbek taşında yatmış. Sonra çıkmış dışarıda bir müddet uzanmış. Bir de limonlu çay içmiş. Sonra kurulanıp üzerini giymiş. Kasaya doğru yürümüş. Elini cüzdanına atmış. Cüzdan yok. Hamamcıya cüzdanının çalındığını söylemiş.
Hamamcı buna çok kızmış,

- biz hırsız mıyız diye.
Hamamcı ve adamları, adamı güzel bir dövmüşler.
Aradan bir iki ay geçmiş. Bizimki yine kalkmış gitmiş hamama. Yine yıkanmış. Keyif etmiş sonra çıkmış. Bir süre soyunma odasında uzandıktan sonra kurulanmış. Elbiselerini giymek için askıya bakmış. Bir de ne görsün. Sadece bir kemer kalmış. Bizimki kara kara düşünmeye başlamış. Hamamcıya söylese yine dayak yiyecek. Neyse kemeri beline bağlamış. Korka korka kasaya doğru yaklaşmış. Elbiselerinin çalındığını direk söyleyememiş. Demiş ki:

-Aya hele bak! Men buraya bele mi gelmiştim?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi