7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

Eskişehirli eğitimci-yazar Feride Turan ile bir sohbet gerçekleştirdik."Eskişehir Kültür Başkenti Vizyonunu korumalıdır"

FERİDE TURAN öZGEçMİŞİ


Eskişehirli eğitimci-yazar. İstanbul üniversitesi Türkoloji 1995 mezunu. Su Kasidesi-övülmüş’e övgü, Girdim Gönül Şehrine (Yunus Emre, Nasreddin Hoca, Battal Gazi), Ruhumuzun Emeli-İstiklal Marşı adlı kitapların yazarı.
Eskişehir Valiliği Şehir Rehberi’nin ve 2 ciltten oluşan Türk Dünyası Kültür Başkentliği Almanağı’nın editörlüğünü yaptı. Ulusal-uluslararası sempozyum ve kongrelerde sunduğu çoğu disiplinler arası olmak üzere edebiyat, dil, kültür, değerler eğitimi vs. alanlarında çok sayıda bildirisi mevcuttur. çeşitli bilimsel yayınlarda makaleleri; Türk Edebiyatı, İdarecinin Sesi, Nüktedan gibi dergilerde araştırma-inceleme ve yazıları yayınlanmıştır. öğretmenlik mesleğinde 23. yılını çalışıyor. Görev yaptığı yerlerde ağız sözlüğü ve mani, masal vs. derleme çalışmaları yaptı, okul dergileri çıkarttı. Avrupa Birliği Uzmanlık ve Bilişim Teknolojileri Formatörlük sertifikası mevcuttur.
Eskişehir Polis Radyosunda 3 yıl devam eden haftalık, canlı ve tematik program olan “Şiirli Sohbetler” in yapımcılık ve sunuculuğu ile bir hoş seda bıraktı. Odunpazarı İlçe Millî Eğitim Ar-Ge biriminde ve daha sonra Eskişehir Valiliği özel Kalem’inde görev aldığı süreçte Kurum dergilerinin genel yayın yönetmenliği ve editörlüklerini yaptı. Avrupa Birliği, Kalkınma Ajansı projeleri gibi çok sayıda ulusal, uluslararası projenin yazarlığı, irtibat kişisi ve koordinatörlüğünü yaptı. Bütün bu çalışmalarını okul dersleri ve öğrencileriyle birlikte yaptığı bilimsel araştırmalarla birlikte yürüttü. Ayrıca 15 ülke eğitim bakanlıklarının ortak olduğu MEB-iTEC projesinin il eğitici eğitmeni olarak faaliyetlerini sürdürdü ve bu uluslararası projeye Eti Sosyal Bilimler Lisesini dâhil ederek bu çerçevede Osmanlı Türkçesiyle ilgili projeler üretti.
Eti Sosyal Bilimler Lisesinde öğrencilerine danışmanlık yaptığı toplam 18 proje; uluslararası kongrelere kabul edildi ve bildiri olarak sunuldu. Okul tanıtım filmi, Akif belgeseli, Hz. Peygamber’imizi konu edinen “Adı Aşk” kısa filmi ve sanal ney uygulaması gibi grafik, video, kodlama vs. bilişim çalışmaları da mevcuttur. Hâlen Eskişehir Fatih Fen Lisesinde Uzman Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çalışmaktadır.


 


Sohbet:


 


Feride Hanım yeniden hoş geldiniz Pazar Sohbetleri köşemize. Geçtiğimiz aylarda Dede Korkut hakkında yaptığımız söyleşimiz epey ilgi gördü ve olumlu geri bildirimler aldık. Aynı güzel sohbeti Eskişehir hakkında kitap, makale, araştırma çalışmaları olan sizinle de Eskişehir’in kültür ve tarihi hakkında yinelemenin faydalı olacağına inanıyoruz. Kitaplarınızdan biri; Eskişehir’in manevi değerleri olan Yunus Emre, Battal Gazi ve Nasreddin Hoca ile ilgili. Adını Yunus Emre’nin bir dizesinden yola çıkarak “Girdim Gönül Şehrine” olarak belirlediğinizi kitabın ön sözünde yazmışsınız. Pekiyi Eskişehir sizce neden gönül şehridir?
Hoş bulduk Sayın Hocam. Eskişehir’in kültür-sanat köşesi olan Pazar Sohbetleri’nde bulunmaktan dolayı memnuniyetimi ifade etmek isterim öncelikle. Eskişehir neden gönül şehridir? Yahut gönül şehri midir? Buna farklı kişiler farklı cevaplar verebilir. Zira birini ya da bir şehri sevip sevmemeyi onun özellikleri değil, ona bakan gözler belirler. Başındaki gözlerle başka, gönül gözüyle başka görürmüş insan. Bir kere şehir; geçmişiyle şehirdir ve hatıralarıyla anlamlıdır. Sadece kişi ekseninde değil, mesela Porsuk’a baktığımızda ona sadece bir nehirdir, diyemeyiz. İsmini ünlü Selçuk komutanı Emir Porsuk’tan alan bu nehir, şehri ikiye ayırmaz. Tam tersine şehrin kalbinde iki yakayı birleştirir. Bu, nasıl baktığınızla ilgilidir. Mesela “Yediler” olması bir semtinin adı, evliyalar yatağı olmasının bir manası vardır. Osman Gazi’ye “Bundan sonra öfke bize, uysallık sana; suçlamak bize, katlanmak sana” diyen Şeyh Edebali’nin ayak izleri vardır burada. Alaaddin Camii’nin 13. yüzyıldan kalma minaresi boşuna ayakta değildir. Seyyid Battal Gazi heybetli kalesinde hâlâ nöbettedir ve “Kanlıpınar” mevkiine bu isim boşuna verilmemiştir. Şehit kanları nedeniyle pınarların kırmızı akması ve her karışında şehitlerimizden bir parçanın bulunması asla boşuna değildir. Hepsinin bir manası, hatırası ve paha biçilemez değeri vardır. Şehir, tarihiyle kucaklaştığında gönül şehri olur. Yahut siz bir şehri tarihiyle kucaklayabiliyorsanız o şehir sizin gönlünüze girmiş demektir.
Eskişehir’in tarihiyle kucaklaşmaktan bahsedelim biraz. Hem Eskişehirli bir eğitimci olduğunuzdan hem de eğitim ve eğitim tarihine yönelik çalışmalarınızı da göz önünde bulundurarak buradan başlayalım. Eskişehir eğitim tarihini panoramik ele alırsak dönüm noktaları neler olabilir sizce?
Kuşkusuz Ethem Nejat adında gerçek anlamda “eğitim lideri” diyebileceğimiz bir öğretmenin 1914’te Eskişehir’e Millî Eğitim Müdürü olarak atanması eğitim tarihimiz için önemli bir dönüm noktasıdır. İlk müdürle ilgili bir çalışmayı yeni tamamladığımdan rakamlarıyla aktarabilirim size. Azınlık ve yabancı okulların sayısının Türk mekteplerinden fazla olduğu bir dönemde Ethem Nejat’ın bu şehre gelişi, bir dizi eğitim hamlesinin başlangıcı oldu.  Beraberinde, çoğu kendi öğrencisi olan bir öğretmen ekibiyle geldi. İki yıl içerisinde toplamda 18 Türk okulu açmış. Bunlardan biri “Darülmuallimin” yani öğretmen okuludur. Okullaşma oranı bakımından değerlendirdiğimizde açılan kurumların yaklaşık  %30’unun okul öncesi eğitime ait olması ayrıca dikkat çekicidir. Bir de “Turan Numune Mektebi” projesini 1915’te Eskişehir’de hayata geçirmeye başlamıştır.
Eğitim tarihiyle ilgili diğer bir dönüm noktası kuşkusuz 2013 yılında Türk Dünyası Kültür Başkentliği ile gerçekleşmiştir. Türk dünyasında verimli bir kültürel etkileşimin yanı sıra; tarihî eserlerin restorasyonları; park, sosyal mekân gibi Kalıcı Eserler projelerinin yanı sıra; en büyük yatırımın eğitime yapıldığını görüyoruz. Yaklaşık 10 bin öğrencinin yurt dışı kültür gezilerine dâhil edilmesi görülmemiş bir eğitim hamlesidir. Okullarda Avrupa Birliği projeleriyle sınırlı sayıda öğrenci ve öğretmen yurt dışına gider, bilirsiniz. Ama burada dünyanın en büyük öğrenci hareketliliği söz konusu… Hatta o dönemde, öğrencilerin Vali Baba dediği Güngör Azim Tuna bu geziler için “Dünyanın en büyük sevgi göçü” tabirini kullanıyordu ve “Kültür Başkentliği ile dalları geleceğe uzanan bir çınar ağacı diktik” diyordu. Bu gezilerin hepsi eğitici niteliktedir. Tarih bilinci aşılayan, Türk dünyası coğrafyasında; yerinde incelemeler yapma imkânı tanıyan gezilerdir. Her şeyden önce öğrencilerin hayat coğrafyası Türk dünyası ekseninde genişlemiştir. Hayat coğrafyası çok önemlidir, bunun üzerinde ayrıca durmak gerekir aslında. üstelik öğrencilerin çoğu ilk defa yurt dışına çıkmıştı. Dönüşte onların kâğıda döktüğü izlenimleri kitaplaştırıldı hatta. Eğitim üzerine araştırma yapanların incelemesini bekliyor tüm bu çalışmalar. Bu geziler, eğitim kapsamında yapılanların sadece bir ayağıydı. Türk Dünyası Kültür Başkentliği marka değerinin korunmasının; sadece şehir kültür ve tarihi açısından değil aynı zamanda eğitim vizyonumuz için de önem arz ettiğini düşünüyorum.
Kültür Başkentliğinin asıl semeresinin ileride alınacağına, Türk dünyası gönül ve iş birliğinde faydasına inanıyorum ben de. Hocam Turan Mektebinden bahsettiniz. Bu mektepten kalan ders araçları hakkında bir yazınızı hatırlıyorum. Ders araçlarının bulunduğu sergievi kapatıldı diye biliyorum. Bu tarihî belge ve ders araçlarına yönelik çalışmalarınız devam ediyor mu? Son durum nedir sayın hocam? Aslında baştan kısaca anlatmanız mümkün mü?
Konuyla ilgili başka çalışmalarım da olmuştu aslında. Mesela öğrencilerimle bu konudaki araştırmamızı uluslararası bir kongrede sunmuştuk. Bir çalışmayı da yeni tamamladım. Sayın Hocam, aslında her şey; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devredilen bu tarihî mektebin 2008’de Valilik Olur’u ile kapatılıp binasının ve tarihî ders araçlarının İlçe Millî Eğitim Müdürlüğüne devredilmesiyle başladı. Dönemin Odunpazarı İlçe Millî Eğitim Müdürü Muhittin Adıyaman’ın gayretleriyle bu ders araçları ve tarihî belgeler 2011 yılında bir “Sergievi” çatısı altında toplandı ve halkın ziyaretine açıldı. Mesela o dönemde 4000’e yakın öğrenci ziyareti olmuştu. Ders araçları dediysek öyle alelade şeyler değil sayın hocam. Orijinal taş baskı posterler, Almanya’daki kardeş okuldan gönderilen piyano; insanda fantastik bir laboratuvarda olduğu hissini uyandıran içi doldurulmuş hayvanlar, kimyasal bir sıvıyla korunan iki yılan, bir ahtapot ve “model model” ders araçlarının yer aldığı zengin bir koleksiyon söz konusu. Ayrıca biri Osmanlı Türkçesi olmak üzere iki kütük defteri var. Sadece kütük defterleri bile farklı alan ve disiplinlerde birçok araştırmanın konusudur. Yine çok sayıda fotoğraf… Mektebin ilk öğretmen ve müdürlerinden Bayram Karatan’ın fotoğrafçılığa olan ilgi ve bilgisinden dolayı pek çok fotoğraf; okulun arşivine eklenmiş. Derslerin işlenişine varıncaya kadar kayıt altına alınmış fotoğraflarla. Sergievi binası, Müftü Caminin karşısındaki tarihî küçük bina idi. Aslında burası da eski bir şapeldir. Cami ile şapel karşı karşıya… Birlikte yaşama kültürüne bundan daha güzel bir örnek  olur mu bir şehir için? Ayrıca okulun altın yaldızlı mermer kitabesi de mevcut sayın hocam. Sergievi hakkında özel bir dergi çıkarmıştı Muhittin Müdür. Hatta 2014’te Valilik Şehir Rehberi’ne de alınmıştı Sergievi. öğrencilerimle Turan Mektebi ders araçları hakkında 2015’te yaptığımız proje sürecinde dönemin Odunpazarı İlçe Millî Eğitim Müdürü Hasan Başyiğit’ten ders araçlarının Anadolu üniversitesine -piyano hariç- devredileceğini öğrendik. Piyanoyu bir okula naklettiğini söylemişti. Halkın paralarıyla Turan talebeleri için yaptırılan ve bugün Cumhuriyet Tarihi Müzesi olarak kullanılan tarihî binaya ders araçlarının taşınacağını duymak tek tesellimiz olmuştu. Yaklaşık 4 yıl sonra, 21 Mart 2019’da Cumhuriyet Tarihi Müzesi içinde Turan’dan kalanların tekrar sergilenmeye başladığını duyar duymaz Müze’ye koştuk. Aslında Cumhuriyet Tarihi Müzesi’nde titiz ve itinalı çalışıldığını gözlemledik. Ancak üniversite’ye devredilen tarihî eşyaların çok cüzi bir miktarının sergilendiğini gördük. Yani kendi evinin iki küçük odasında misafir gibidir Turan. Oysa o küçük Sergievi’ne büyük tarihiyle ne de güzel sığmıştı. Yine de müze yeri için Turan’ın asıl binasının düşünülmesi, şimdilik tek tesellimizdir ve zaman içinde bu tarihî mektebin hatıralarına, binanın asıl sahiplerine, daha fazla yer verileceğini; Muhittin Adıyaman’ın depodan itinayla çıkarıp Eskişehir halkıyla buluşturduğu yadigârların tekrar depolarda tutulmasına razı gelinmeyeceğini ümit ediyorum.
Pekiyi Hocamhanım, tarihî mektepten kalan bu ders araçlarının şehir halkıyla buluşmasının Eskişehir açısından önemi nedir sizce?
Malum Eskişehir için “eğitim şehri” deniyor. Turan’dan kalanlar; şehrimizin “eğitim şehri” olma konusundaki tarihî misyonunun en somut delilidir. Nitelikli eğitimin verildiği bu okul ve bu okuldan kalan ders araçları ve belgeler incelendiğinde sadece şehrin değil, “numûne bir mektep” olarak ülkemizin de eğitim hafızası tazelenecektir. Sadece hafıza tazelemekle kalmayıp günümüz eğitim vizyonuna da katkı sunacaktır.
Bu okula emekleri geçenler olağanüstü şartlarda çalıştılar. Ethem Nejat Bey’in aziz hatırasına, Millî Mücadele yıllarında asker olunca okul demirbaş defterini muhafaza için yanına alan Müdür Bayram Karatan’ın aziz hatırasına, mektebin Yunan işgalinde kurucu ve kurtarıcısı olan Tevfik Türkmen’in aziz hatırasına, okulundaki bir piyanonun bile başka okula devredilmesini engellemek için Millî Eğitim’le arasının açılması pahasına durumu Vali’ye şahsen aksettiren ve piyanonun naklini engelleyen Şevket Turan’ın aziz hatırasına ve daha nice emektarlarının aziz hatırasına, hepsinden önemlisi savaş yıllarında dahi “mektep isteriz” diyerek buna kaynak bulan Eskişehirlilerin, ecdadımızın aziz hatırasına bir evlatlık görevidir. Hem Eskişehir’in bir evladı olarak hem de bir eğitimci ve anne olarak gönlümden asıl geçen şudur sayın hocam: Turan Numune Mektebi; “öz malı” piyanosuyla, kitabesiyle, Hesap Hendese derslerinde kullanılan tek bir küpüne kadar, iğneden ipliğe tek bir çöpüne kadar, tek bir çatı altında, asıl binası olan şimdiki Cumhuriyet Tarihi Müzesinde Anka misali küllerinden yeniden doğmalıdır. Eski Sergievi’nin tarihî binası da şehir destinasyonu bakımından ilgi ve itina gösterilmesi gereken ayrı bir değerdir. Bu mekânın da eğitim, kültür hafızamızı canlandıran; tarihi yaşatan bir şehircilik anlayışıyla turizme kazandırılması gerekmektedir.
Feride Hanım geçen yıl tarihî Odunpazarı çeşmeleri ile ilgili bir yazınız Türk Edebiyatı dergisinde yayınlandı. “ODUNBAZARIN” çEŞMELERİ: İKİ GöZü İKİ çEŞME” demişsiniz. “çeşme” kavramına dair tespitleriniz,  Odunpazarı’ndaki çeşmelerin geçmişte restorasyon hatalarına ve günümüzde ihmal edilişine yönelik ifadeleriniz var. “Tarihî çeşmeler zamanın gözleridir. Geçmişten geleceğe bakarlar. Hiç ummadığınız bir köşe başında bile tarihin şahitleri olarak karşınıza dikilirler.” ifadenizden yola çıkarak soralım: Odunpazarı çeşmeleri tarihin şahitleri olarak Eskişehir hakkında ne söyler?
Tarihî çeşmeler; şehir kültür ve tarihi açısından bambaşka bir anlam taşır. çünkü çeşmelerin adı bir şehrin kent kimliğinin vesikalarıdır. Tarihi boyunca farklılıkları zenginlik ve güzellik olarak gören, farklı kültürlerin huzur ve uyum içinde bir arada yaşadığı Eskişehir’in gönül gözüdür çeşmeler.  Malhatun çeşmesi de vardır burada, Madam çeşmesi de. Hacı Hasan çeşmesi de. Eskişehir’in öne çıkan değerlerini de bölüşür çeşme isimleri: “Hak” gibi, “Mekteb” gibi, “Maşallah” gibi… Toplumun farklı kesimleri buluşmuştur çeşmelerin adında: “Kaymakam”, “Ağa”, “Müftü”, “Usta”, “Mücellit”, “Hoca”, “Buyurevet Efendim” namlı yaver gibi… Ayrıca kültür ve tarihimizin parçası olan çeşmelerimiz; şehir destinasyonunda, turizmde önemli bir potansiyeldir. Bunun değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda öğrencimle hazırladığım bir bildiriyi uluslararası bir sempozyumda sunmuştuk.
Hocahanım görüyoruz ki akademik çalışmalarınızın bir kısmına öğrencilerinizi de dâhil ederek onların çalışmalarına akademik bir disiplin kazandırmaya özen gösteriyorsunuz. Az önce söylediklerinizin dışında Eskişehir’le ilgili öğrencilerinizle yaptığınız çalışmalarınız var mı? Varsa biraz bahsedebilir misiniz?
çalışmalarımızın eksenini genellikle Osmanlı Türkçesi oluşturuyor. Mesela tarihî bir gazeteden demiryolu haberlerinin içerik analizini yaparak şehrimizin demiryolu kültürüne dair, tarihin sayfalarında kalmış yazıları gün ışığına çıkardık. 1911 yılından bir kesit sunan çalışmamızda, dönemin en büyük sorunu, yabancı şirketlere ve şahıslara imtiyaz tanınması ve onların sorumsuzluklarına yönelik hükümetin ciddi yaptırımlarda bulunmaması yönündedir. Bu çerçeveden ele alındığında yazılarda “yerli ve millî”ye olan özlemimiz dile getirilmiştir. Demiryolu tarihinde şirketin sermühendisi Mösyö De Luzi, Kondüktör Canik Efendi gibi özel isimler ve anekdotlar da kayıt altına alınmıştır. Diyebiliriz ki demiryolunun şehrimize uğraması, Eskişehir kültür ve tarihinde bir trenin herhangi bir şehre uğramasından daha derin izler bırakmıştır. Şehrimiz köklü demiryolu kültürüyle bir “demiryolu şehridir” ayrıca.
Bir diğer çalışmamız; Odunpazarı’nda tarihî mezar taşları üzerindeki şiirlerin edebî yönden incelenmesiydi. Hani “Osmanlıca öğrenip de mezar taşı mı okuyacaklar!” deniliyordu basında bir ara, biz de “Neden olmasın!” diyerek aynen öyle yaptık. çünkü mezar taşları mimari, dil, edebiyat gibi farklı disiplinlerde inceleme konusudur. Mezar taşları üzerine merhumun hayatı ve kişiliği hakkında şiirler yazılıyordu eskiden, bu yüzden ait olduğu dönemde halkın edebi zevki ve kullandığı dilin özellikleri hakkında bilgiler sunan önemli belgelerdir mezar taşları. Şehrin eski sakinlerinin öykülerini anlatır bize. Yani bir taştan ötesidir onlar. Yine öğrencilerim, “Girdim Gönül Şehrine” adlı kitabımdaki bölüm isimlerinden esinlenerek Battal Gazi ve Nasreddin Hoca hakkında projeler yapmak istedi. Manzum ve mensur olmak üzere iki Battalname’yi Battal Gazi’nin atı “Aşkar” ekseninde içerik analizine tabi tuttuk. “At Başka, Aşkar Başka” dedik. Nasreddin Hoca fıkralarını da öfke kontrolü açısından ele aldık. Projenin adı “Kızdıramazsın Beni: Nasreddin Hoca’dan öfkeye Meydan Okuma Yöntemleri” idi. Ayrıca Eskişehir şiirlerinden yola çıkarak şehrimize şiirler penceresinden baktığımız bir çalışmamız da var. Orada farklı şairlere ait olan çok sayıda şiiri incelemiştik. (Hatta sayın hocam, sizin “Eskişehir Şehrengizi” şiirinizi de bu kapsamda ele almıştık.) Bütün bunları uluslararası kongrede sunma imkânımız oldu. Şu ana kadar bahsettiklerim Eti Sosyal Bilimler Lisesinde yaptığımız akademik çalışmalardan bazılarıdır. İki yıldır Fatih Fen Lisesindeyim ve burada da Osmanlı Türkçesi ekseninde çalışmalarımız var. İlk etapta Fen Lisesi ve Osmanlıca denilince insanlar “ne alaka” diyor ama biz -alan okuması- yapıyoruz. Sadece sözel değil fen bilimlerine dair çok sayıda tarihî bilgi ve belge var Osmanlı Türkçesiyle. Mesela tarihî bir gazetedeki ilaç ilanlarını farmakolojik açıdan inceleyip prospektüsler hazırladık. Böylelikle farmakoloji tarihine yerli ve millî referanslar kazandırdık. Yine Atatürk’ün Nutuk eserini Eskişehir ekseninde analiz ettik ve bu çalışmamızla Millî Mücadele’nin 100. Yılı kapsamında düzenlenen uluslararası bir sempozyuma kabul edildik.
Hocahanım –sözünüzü kesiyorum ama- Nutuk’un Eskişehir ekseninde içerik analizi çalışmanızın bulgu ve sonuçlarını sempozyum dönüşü Pazar Sohbetleri’nde paylaşır mısınız?
İnşallah, ben de isterim tabi. Eskişehir tarihine dair önemli bulgulara ulaştık. Mekânlar, şahıslar, yayın, millî mücadele süreci vs. Osmanlı Türkçesi çerçevesinde yaptığımız en kapsamlı çalışmadır Nutuk. Bir yıldan fazla bir süre üzerinde çalıştık. çalışma konumuza uygun sempozyum görünce başvurduk. İki aşamalı değerlendirmeye tabi tutuldu araştırmamız. önce çalışmamızın özeti, sonra da tam metin değerlendirildi.
Feride Hanım az önce Eskişehir’le ilgili çalışmalarınızın Osmanlıca eksenli olduğunu ifade ettiniz. Şehir kültür ve tarihinin anlaşılması için tarihî belgelerin okunması ve içerik analizinin yapılması gerekir elbette. Bu da hâliyle sizi Osmanlı Türkçesi belgelerine yönlendiriyor. Şehir tarihinde silinemez bir iz bırakan Kültür Başkentliği sürecinde Gaspıralı İsmail Bey hem “Dilde, fikirde, işte birlik” sözüyle hem de onunla ilgili yapılan çalışmalarla gündemdeydi. Bu yönüyle Türk dünyası marka değeriyle birlikte Gaspıralı artık şehir kültürünün bir parçasıdır. Ele aldığınız tarihî gazete ve eser arasında Gaspıralı’nın Tercüman gazetesi var mı?
Elbette sayın hocam. Gaspıralı’nın Tercüman gazetesini farklı alan ve disiplinlerde içerik analizine tabi tutmayı artık sistemli hâle getirdik, diyebiliriz. Mesela bu eğitim-öğretim yılında Yıldız Teknik üniversitesinde Gaspıralı’nın Ermeni meselesine bakışını konu edinen bir bildiri sunduk. Onun Tercüman gazetesindeki yazılarını ele aldık. Ermeni meselesinin uluslararası gündeme düştüğü ve tırmandığı bir dönemi inceledik. Araştırmamızda Ermeni faaliyetleri ile ilgili olarak basılan bir harita ve istatistik rakamlarına dair bulguların yanı sıra Ermeni çetelerinin teşkilat yapısına yönelik “üçlük usulü” gibi önemli bulgulara ulaşılmıştır. Mesela bu süreçte Rus basınının yüksek tirajlı gazetelerinin Ermeni meselesinde Osmanlı’dan yana bir yayın politikasına sahip olduğunu gördük. Yine Pasteur ve onun cenaze törenine dair Gaspıralı’nın makalesini ele aldığımız bir çalışmamız daha var. Pasteur’ün biyografisine yerli ve millî bir referans sunmuş olduk. Buna benzer disiplinlerarası birçok çalışmamız var. Gaspıralı araştırmalarını ayrıca önemsiyorum. çıkardığı Tercüman gazetesi Türk matbuat ve fikir hayatında âdeta bir efsanedir. Onun “Dilde, fikirde, işte birlik” sözü Kültür Başkentliği’nin sloganıydı, bu yönüyle de şehir tarihinde Gaspıralı adı silinmez bir nakıştır.
Peki bu kadar tarihî belgeyi nasıl elde ediyorsunuz? Kaynağınız nedir? öğrencileriniz Osmanlı Türkçesi okuyabiliyor mu?
Türk Dünyası Kültür Başkentliğinin Kalıcı Eserler programı kapsamında tıpkıbasım ve çevrimyazısını yayınladığı tarihî gazete ve kitaplar temel kaynaklarımızdandır. Bir de İstanbul’a gittiğimde eski eserleri incelemek için kütüphanelere uğramaya ve oralardan yararlanmaya gayret ediyorum. öğrencilerimin Osmanlı Türkçesi okuması mümkün değil çünkü okulumuzda bu ders okutulmuyor. Ama araştırma sürecinde Osmanlı Türkçesi kelime serveti bakımından öğrencilerimizde kayda değer bir gelişme oluyor. Yaptığımız araştırmaların tamamına öneri olarak Osmanlı Türkçesi dersinin -alan okuması- şeklinde okullarda okutulması gerektiğini yazdık. Tarih ve kültürümüze yabancı nesiller değil, yaşadığı şehri tarihiyle kucaklayan, şehrin gönlüne giren nesiller şehri geleceğe taşıyabilir. Bu anlamda Osmanlı Türkçesi geçmişle gelecek arasında bir köprüdür. Bu köprü hasar gördü, onarmak lazım. Ayrıca Atatürk’ün “milletim için ve müstakbel evlâtlarımız için” şeklinde muhataplarını nokta atışı ile açıkladığı Nutuk’un özgün metnini “Türk istikbalinin evladı” maalesef anlayamamaktadır. Osmanlı Türkçesine yönelik her türlü şahsi, siyasi vs. ön yargılardan arınarak Türk dili tarihine bütünleyici bir gözle bakmak, varlığımızın temel şartlarındandır.
Davetimize icabet ettiğiniz için teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılarınızın devamını diliyorum.
           

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7-Ahmet URFALI (DOLUNAY) Arşivi