Gürcan Banger
İnsanın Değeri ve Yönetim Anlayışı
Ele almak istediğim konuya girmeden önce bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Geçtiğimiz seçimi ‘bir şekilde’ kaybedenlerin tarafında geleceğe yönelik çözüm, başkan ve yönetici kadroların değişimi olarak iddia ediliyor. Bir bütün halinde sosyal özelliklerimize bağlı olarak bu beklenti, sadece siyaset alanında oluşmuyor, örneğin başarılı olamayan futbol takımlarının başkan ve yönetimleri için de aynı şekilde çözüm öngörülüyor. Hiç kuşkusuz; başarısız yönetici kadrolar değişebilir ama başarılı olmak için gereken vizyon, söylem, yol, yordam ile –daha da önemlisi örgütlenme ve örgütsel çalışma modellerinin çağa ve topluma uygun şekilde yenilenmesi nedense düşünülmez. Yeni problemleri eski çözümlerin halledemediği gün gibi ortada… Kısacası; siyasette malum ‘benim oğlum bina okur, döner döner yine okur’ teranesi devam edip gidiyor. Bu konunun detayını ve diğer güncel siyaset yanlışlarını bir başka yazıya bırakarak bugünün konusuna adım atalım.
Geleneksel yönetim anlayışımızın ilginç iki yönü var. Birincisi; yönetici, kendisine rakip üretmemek için yeni kadro yetiştirmeyi sevmez. Belli bir zaman sonra işi öğrenen kişinin kendisini zorlayabileceğini, kendi pozisyonu için bir rakip olabileceğini düşünür. Bu nedenle hiyerarşik olarak yöneticinin altında olan kişiler, ezilir ve engellenirler. Dolayısıyla daha düşük kademedeki bireylerin yetkinlik ve başarı nedeniyle yükselme şansı azalır.
İkinci geleneksel yaklaşım ise alt kademedekilerin (örneğin çalışanların) yöneticiye bakışlarıdır. Alttakiler de yöneticiye sorunları yansıtmamaya çalışarak her şeyi ‘güllük gülistanlık’ gösterme çabasına girerler. Böylece alttakiler, ‘başarılı’ görünür. Sorunlar ancak iş, bir kriz düzeyine vardığında yönetici tarafından fark edilir. Sözünü ettiğim her iki yaklaşım da; siyasetten iş dünyasına, devlet yönetiminden sivil toplum kuruluşlarına kadar yaygın ve kronik olarak görülür.
Sosyal ve siyasal alanlarda seçilmenin ve yükselmenin özlenen biçimi, hiç kuşkusuz birikim, yetkinlik ve başarıya dayalı olarak gerçekleşendir. İngilizcede yararlık, değer, yetenek ve erdem anlamlarını içeren “merit” sözcüğünden türetilmiş bir yönetim kavramı var: Meritokrasi. Kişilerin yetenek ve bireysel üstünlüğüne dayanan yönetim biçimi anlamına gelmek üzere kullanılıyor.
Bir yönetim kavramı olan meritokrasi, daha çok iş ve siyaset alanlarında kullanılıyor. Ülkenin veya bir kuruluşun yönetsel yapılanma anlayışının yararlık, yetenek ve erdem ölçütlerine bağlı olarak gerçekleştirilmesini ifade ediyor. Eğer bir siyasetçinin seçilmesinden veya yükselmesinden söz ediyorsak, onu daha yüksek pozisyonlara getirecek olan seçmenlerin demokratik ve kurumsal kültür düzeyinin önemi de bu vesile ile kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Yetenek, erdem ve başarıya göre yükselme fikri, ilk bakışta insana çok cazip geliyor. Yönetim kademelerine seçilen insanların yüksek nitelikli olması, gerçekten işlerin etkin ve verimli biçimde yolunda gitmesi için önemli bir adım olabilir. Sözle ifade edildiğinde bu denli albeni yaratabilen bir anlayış acaba neden seçim veya atama süreçlerine egemen olmuyor? Üstün nitelikli insanlarla çok daha yüksek başarı elde edilebilecek iken neden başka kriterlere göre seçim yapılıyor?
Eğer toplum içinde gerçek anlamda kalite anlayışı gelişmemizse, kaliteli olanın tercih edilmesini beklemek, bir hayalden öteye geçmez. Bu nedenle layık ve nitelikli olanın seçilmesinin bir ölçüt olması için toplumun buna uygun birikim ve hazırlıkta olması gerekir. Bugün seçim ve terfide temel motivasyon, kendisi ve yakınları için rant sağlamaktır. Hiyerarşide yükselmenin temel kuralı, üstün niteliklere sahip olmak değil; bu makam ile elde edilecek rantı, destek olanlara ve kendine aktarabilmektir. İsimlendirmemiz gerekirse; buna ‘rant paylaşımcı demokrasi modeli’ diyebiliriz.
Devletten sivil toplum kuruluşlarına kadar 360 derece hızlı bir gözden geçirme yapın. Koltuğa yapışmış gibi yıllar yılı makamın keyfini sürmek isteyenleri göreceksiniz. Sanki kendisinden daha iyi yapabilecek olan yokmuş gibi koltuğu azim ve gayretle sahiplenirler. Ama işin ucunda rant olunca, doğrusu böyle davranmakta ‘haklı (!) nedenleri’ olduğunu da kabul etmek gerekir.
Nazım Hikmet, “Kabahatin çoğu sende, canım kardeşim” diyor. Haklı; çünkü ne doğa ne de sosyal yaşam, boşluk sevmiyor. Yurttaşların boş bıraktığı alanları, rantçılar dolduruyor. Siyaset alanı için de böyle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.