1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

İyi ki yalandan kimse ölmemiş!

-Halka anlattıklarınızın gerçek olması şart değildir.
– İnsanların beyni tembeldir. Bu tembelliği iyi bilin ve yalanlarınızı ona göre söyleyin. Tembel beyin yalanı çok daha iyi hazmeder.
– Bir yalanı sürekli tekrar edeceksiniz. Bunu yapınca halk o söylemin size ait olduğunu unutur ve kendi fikriymiş gibi inanmaya başlar.
– Küçük yalanlar inandırıcı olmayabilir. Söylediğiniz yalan ne kadar büyükse o kadar etkili olur. –Halk büyük yalanlara, küçük yalanlardan daha çok inanır.
– Yalanlarınızdan da asla geri adım atmayacak, onları sürekli tekrar edeceksiniz. Toplumun beyni ancak bu yolla yıkanır.
HHH

Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in kitabını okurken, Nazilerin yönetim anlayışında yalanın ne denli önemli bir argüman olarak kullanıldığına bir kez daha tanık olduk…
Yalan, tarih boyunca ülke yöneticilerinin vazgeçemediği ve sık sık müracaat ettiği bir argüman olmuş…
öyle ki: yalanın sistematiği kâğıtlara dökülmüş, yöntemleri literatürlere girmiş.
İlginç olan…
 Bunca tecrübeye rağmen, bugün hala yönetimlerin sık sık yalanlara başvuruyor olması.
Daha da ilginç olan…
Bunca yaşanmış örneklere rağmen insanların bu yalanlara hala gerçekmişçesine inanıyor ve savunuyor olması…
Sonuç olarak:
Günümüzde bile ne yönetenler yalan söylemekten vazgeçmiş, ne de insanlar yönetenlerin bu yalanlarına inanmakta direnmiş…
Birileri söylemiş, diğerleri inanmış.
Birileri söylemeye devam etmiş, diğerleri savunmayı sürdürmüş.
Yalan, gerçeğin kılığına bürünmüş.

Kısacası…
Yalan, yönetenler için önemli ve son derece etkili bir enstrüman olurken, öte yandan yalan:  aynı zamanda, sorgulamadan uzak önemli sayıda insanlardan oluşan kitleler için de inanılması ve savunulması gereken bir algı halini almış…
Ne diyelim?
İyi ki yalandan kimse ölmemiş!
Aksi halde ortada ne yöneten kalırmış doğru dürüst, ne de yalanlara inanıp, o yalanları gerçekmiş gibi savunanlar!


.....


Eskişehir’in Wuhan’ı, Eskişehir’in New York’u…


Şehir merkezine yakın bir ilçeye “Eskişehir’in Wuhan’ı…”, Şehir merkezinde faaliyet gösteren bir fabrikaya da “Eskişehir’in New York’u” desek, yalan söylemiş olmayız.
Zira…
Nasıl ki salgına neden olan virüs ilk olarak çin’in Wuhan kentinde çıkıp yayıldıysa, Eskişehir’de de virüsün ilk görüldüğü ve yayıldığı ilk yerlerden biri bu yakın ilçemiz oldu.
Nasıl ki salgının en çok yayıldığı ve etkili olduğu yer ABD’nin New York eyaleti olduysa, Eskişehir’de de virüsün yayıldığı ve etkili olduğu yer; üretimine aralıksız devam eden bir fabrikamız oldu.
İsimlerini elbette açık açık vermeyeceğiz ama sözünü ettiğimiz ilçe, yurt dışından ve başka illerden gelen insanların, özellikle de kadınların, diğer komşu kadınlarla bir araya gelmesiyle, Eskişehir’deki pozitif hasta sayısını bir hayli çoğaldığı anlaşılıyor.
öte yandan…
Şehirde üretime devam eden bir fabrikamızda (Benzeri konumda birkaç fabrika daha var), işçiler arasında virüsün bir anda yayılması ve o işçiler aracılığıyla da aileleri ve çevrelerindeki insanlara yayılmasının, Eskişehir’deki pozitif hasta sayısını arttırdığı çıktı ortaya.


.....


Ben babama sarılamıyorum…


İsmi Yağız Ali Uludağ.
İlköğretim okulu 4’ncü sınıf öğrencisi.
Kaleme aldığı bir yazıyı mail göndermiş ve “Yazımı gazetenizde paylaşabilir misiniz?” diye sormuş?
İşte 10 yaşındaki küçük Yağız Ali’nin, çocuk gözüyle Pandemiye ilişkin hissettikleri:
“Bir çocuk pandemi’ye tanık olduysa yetişkinlere göre daha yoğun duygular hisseder. Ben de 10 yaşında bir çocuğum ve annem ve babamdan daha farklı duygular hissediyorum. Onlara göre daha kaygılı ve üzgünüm. Benim babam covid servisinde çalışıyor. O yüzden ben babama sarılamıyorum, elini tutamıyorum yani kısacası onunla temas ettiğim hiçbir aktiviteyi yapamıyorum. Bu yazımı okuyan kişiler elbette üzülmüştür ancak bu duyguyu ben ve benim durumuma düşen çocuklar daha iyi hissedebilir. Bu durumu bir atasözüyle ifade etmek gerekirse “Tok, açın halinden anlamaz”


.....


Hastane daha güvenli!
Asıl tehlike dışarıda…


Hekim bir arkadaşımız, dostumuz var.
Şu sıralar hastanede salgına yönelik mücadelede, diğer tüm meslektaşları ve sağlıkçılar gibi yoğun ve önemli bir görev üstleniyor.
Geçenlerde sürekli virüs taşıyan hastalar ile iç içe olduğunu hatırlatıp “Hastaneye sürekli salgına yakalanmış virüs taşıyan hastalar geliyor ve sen de onlarla bütün gün iç içe ve sürekli temas halindesin. İşin bir hayli zor gerçekten… Nereden baksan kelle koltukta çalışıyorsun.” dedik.
-“Yok, tam da öyle değil” dedi önce…
Ardından da, şöyle bir tespitte bulundu;
-“Biz, hastaneye gelen hastaların en azından virüs taşıdıklarını ya da taşıma ihtimalleri olduğunu biliyor buna göre de gerekli kişisel koruyucu önlemlerimizi alıyoruz. Ama asıl tehlike sokakta. Sokakta dükkan dükkan dolaşanların virüs taşıyıp taşımadıkları bilinmiyor. En büyük tehlike de bu. Zira sağlıklı gibi görünen ama virüs taşıyan bu insanlar girdikleri her yerde önlem almamış diğer insanlara kolaylıkla virüs bulaştırabiliyor. O yüzden, şu anda sokaklar hastanelerden daha güvensiz bir durumda. Ben mecbur kaldığım için dışarıya çıktığımda, hastanede olduğumdan daha fazla endişe ve korku duyuyorum.”


......


Kim gider?


Salgın tehlikesi sona ermiş değil.
Aksine…
İkinci dalgadan ciddi şekilde bahsediliyor.
Bu süreçte ekonomik kaygılar, salgının yarattığı kaygıların neredeyse üzerine çıkmaya başladı.
Böyle bir durumda,  bir grup haklı olarak işyerlerinin tedbirli olarak açılmasını, normal yaşama yavaş yavaş geçilmesini, asi takdirde ekonomik çöküntünün daha fazla tahribat yaratacağını söylüyor…
Bunun üzerine, başta AVM’ler olmak üzere, işyerlerinin kademeli olarak açılması, ticaret hayatının yavaştan başlatılması konuşulmaya başlandı. Mesele elbette kapalı olan işyerlerinin açılması değil.
Açıldı diyelim…
Açılan işyerlerine bir müddet daha gönül rahatlığı ile gidilebilecek mi?
İşte asıl mesele burada.
Yani…
AVM’ler yarın açılmış olsa, hangi birimiz gidip AVM’deki mağazalardan birinde giysi deneyebileceğiz?
Hangi birimiz berberimizde gönül rahatlığıyla tıraş olup, kahvehanede çay-kahve içebileceğiz?
Hangimiz lokantalarda oturup yemek yiyebilecek, akşam bir şeyler içmek için eğlence mekanlarına gidebileceğiz?
Bu söylediklerimizin hiçbirini şüphesiz gönül rahatlığıyla ve endişe duymadan yapamayacağız.
Fakat diğer taraftan da, normal hayat için bir yerlerden başlamak gerektiği, bunun için de işyerlerinin kademeli ve güvenli şekilde yavaş yavaş açılması gerçeği ile karşı karşıyayız.
Son derece sıkıntılı bir durum var önümüzde…
üstelik, ne olacağı, nasıl sonuç vereceği belli olmayacak ve içinde bir sürü endişe, tehlike ve bilinmezlik barındıran bir süreç!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi