"MESEM eğitimin niteliğini düşürüyor”

Eskişehir Barosu Çocuk Hakları Komisyonu ve İnsan Hakları Komisyonu, Milli Eğitim Bakanlığı'nın Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) programını ağır bir dille eleştirerek, uygulamanın çocukların eğitim, sağlık ve yaşam haklarını ihlal ettiğini savundu.

Eskişehir Barosu Çocuk Hakları Komisyonu Başkanı Av. Ayten Balaban ve Eskişehir Barosu İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Av. Büşra Karadan, Milli Eğitim Bakanlığı'nın Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) programını sert bir dille eleştirerek, uygulamanın çocukların eğitim, sağlık ve yaşam haklarını ihlal ettiğini savundu. Hukukçular, bu programın çocukları sistematik olarak riskli iş ortamlarına sürüklediğini ve temel haklarını ihlal ettiğini belirtti.

Eskişehir Barosu Çocuk Hakları Komisyonu Başkanı Av. Balaban, MESEM programının, mesleki ve teknik lise öğrencilerinin haftada bir gün okula gidip dört gün iş yerinde çalışmasını öngören bir sistem olduğunu belirtti. Ancak bu sistemin eğitim hakkını zedelediğine dikkat çekti. Balaban, “MESEM programı içeriği itibari ile Mesleki ve Teknik Liselerinde okuyan öğrencilerin, 1 gün okula 4 gün bir işyerinde uygulama eğitimi almasına yönelik bir çalışma olarak tasarlanmıştır. Ancak bu şekilde okulda verilen eğitimin yeterli olmayacağı aşikardır. Haftada bir gün ders alan bir öğrencinin zamanla okuldan koptuğu, devamsızlık oranlarının artığı görülmüştür. Bu anlamda çocukların okul hayatına da vurulan bir darbedir. Gelinen noktada MESEM programının faydalarından çok zararının olduğunu düşünmekteyiz. Özellikle belirtmek gerekir ki; iş kolları az tehlikeli, tehlikeli ve çok tehlikeli olmak üzere 3’e ayrılmaktadır. MESEM kapsamında çok tehlikeli ve tehlikeli iş yerlerinde öğrencilerin çalıştırılması kesinlikle yasaklanmalıdır. Zira ülkemizde halen iş güvenliği ve sağlığı hükümlerinin işverenler tarafından özenle uygulanmadığı ve maalesef denetiminin de yapılmadığı bilinen bir noktadır. Bu şartlar altında öğrencilerin, bu iş sınıflarında çalıştırılması kazaya davetiye çıkarmaktadır. Son 11 yılda kaybedilen çocuk işçi sayısı 695’tir. Yaşanan iş kazaları sonucunda oluşan maluliyetler ile ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Yaşam hakkı, en önemli insan hakkıyken, bir eğitim faaliyeti sebebi ile bu kayıpların yaşanması çok acıdır. Son 1 yılda MESEM kapsamında hayatını kaybeden öğrenci sayısı 12’dir” diye açıkladı.

“TAM BİR SÖMÜRÜ SİSTEMİ KURULMUŞTUR”

MESEM kapsamında öğrencilere asgari ücretin yalnızca yüzde 30’u kadar ödeme yapıldığını ifade eden Balaban, bunun çocuk işçiliği ve emek sömürüsü anlamına geldiğini belirterek,” Bu durum açıkça emek sömürüsünden başka bir şey değildir. Bunun yanı sıra öğrencinin çalışma saatleri, yanında yetkin birisinin bulunma zorunluluğu gibi hususların yerine getirilmediğini de yaşanan kazalar sebebi ile öğrenmiş bulunmaktayız. Ayrıca uzun çalışma saatleri sebebi ile öğrencinin hem sağlık hem sosyal sorunları da oluşmaktadır. Sonuç itibari ile öğrenci, devlet kurumları aracı kılınarak işveren tarafından işgücü anlamında istismara uğramaktadır. Zira öğrencilere ödenen ücret devlet tarafından ödendiği için işverenler açısından tam bir sömürü sistemi kurulmuştur. Devlet kurumlarının öncelikli çalışması hak temelli olmalıyken, bu duruma aracı olması üzücüdür. Ülkemizde her gün iş kazalarından kayıplar yaşanırken, çocuklarımızı da denetimsiz bir mecraya sokmak son derece tehlikelidir. Evladını kaybeden aileler halen haklarını aramaya devam etmektedir. Açılan davalarda, medyaya yansıdığı kadarı ile, işveren ve iş güvenliği uzmanı hakkında dava açılmakta, ancak denetleme sorumluluğu olan devlet yetkilileri, okul yetkilileri hakkında herhangi bir soruşturma yapılmamaktadır. Denetimsizliğin ceza almadığı bir ülkede yaşadığımız için, MESEM konusunda değişiklik olmadığı sürece maalesef ki daha çok kazalar yaşanacaktır” dedi. Çocukların meslek öğrenmek yerine tehlikeli ve yorucu işlerde kullanıldığını belirten Balaban, programın bir an önce revize edilmesi gerektiğini savundu.

Eskişehir Barosu İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Av. Büşra Karadan, MESEM’in eğitim sistemi açısından birçok sorun barındırdığını ifade ederek, “Bu program, çocuk hakları ve insan hakları ihlali demektir. Çocukların eğitimi, yaşam hakkı ve fiziksel güvenliği tehlikeye atılıyor. Çıraklık, meslek öğretimi adı altında eğitim hakkı ihlal ediliyor. 9. sınıfta bir çocuk, aldığı derslerin temelini bile kavrayamazken, bir inşaat çatısında çalıştırılıyor. Bu kabul edilemez” dedi. MESEM’in çocukların geleceğini karartan bir sistem olduğunu ifade ederek, özellikle meslek liselerinde eğitimin niteliğinin düştüğüne dikkat çekti.

“SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUKLAR İLE KARŞILAŞIYORUZ”

Karadan, yaptığı açıklamada “Hukuk açısından çok ciddi bir çocuk hakları ihlali var. Aynı zamanda insan hakları ihlali de var. Bu süreçte karşımıza çıkan uygulamalar öyle bir noktaya geldi ki, çocuklar eğitim hakkını anlatırken çalışma hakkınız da var diyoruz. Ancak bizim anlattığımızda çalışma hakkı o eğitimi aldıktan sonra, belli sağlık koşullarında olması gerekiyor. Çıraklık gibi belli başlı çalışmalar, yine belli saatlerde gündüz vakti sadece birkaç saat olabilir. Meslek liseleri aslında bunu gayet güzel uyguluyorlardı ki ne yazık ki onların da içi boşaltıldı. Bu çocukların 1-2 saat çalıştırılmasından bahsetmiyoruz. Ne yazık ki haftada 1 gün okula gidip 4 günün işte olduğu bir süreçten bahsediyoruz. Biz liselere gideceğimiz zaman ne zaman gidebileceğimizi bilemedik. Çünkü çocuklar okulda yoktu. Hangi gün gidelim, nasıl gidelim de çocuklara ulaşalım diye düşündük” şeklinde konuştu.

“DEVLET KENDİ ÜZERİNDEN SORUMLULUĞU ATMAMALI”

MESEM kapsamında öğrencilerin genellikle denetimsizlik nedeniyle tehlikeli işlerde çalıştırıldığını belirten Karadan, “Bu iş kazalarında ölen çocuklar var. İnşaatlarda, sondaj kuyularında, elektrik işlerinde çalışan çocuklarımız var. İş kazalarında hayatını kaybeden çocukların fotoğraflarına bakmak bile yürek burkuyor. 13-14 yaşındaki çocuklarımızın hayatını bu şekilde daha fazla riske atamayız. Hangi talebin arzı bu tam olarak? Bu çocuklar hangi iş kolunu öğreniyor? Meslek öğrenmekse bu, neden okullarda değil de inşaat çatılarında öğreniyorlar? Yaşanan kaza sonrası cezai sorumlulukları kime yükleyeceğiz?” diye tepki gösterdi. “Bizim mevzuatımızda bir sıkıntı yok. Mevzuatsal uygulamalarda da sorun yok. Ancak o kadar korkunç çalışmalarla karşılaşıyoruz ki ne yazık ki neyi, nasıl uygulayacağımızı şaşırıyoruz. Bu bir hukuki uyuşmazlık ve tartışmaya sebep verebilecek bir nokta olarak kalıyor. Şu anda İŞKUR bu program dahilinde işveren gibi gözüküyor. İşsizlik ödeneği üzerinden kaynaklı olarak ortak bir sorumluluk altında olması gerekiyor ancak yeterli olmuyor. Devlet kendi üzerinden sorumluluk bende değil diyerek atmamalı” sözleriyle açıkladı.

“BİR AİLENİN ACISINI KİM DİNDİREBİLİR”

İş sağlığı ve güvenliği konusunda yaşanan eksikliklerin altını çizen Karadan, “Normal bir iş kazası geçirdiğimizde; eğer sigortalı çalışıyorsak, işverene gidip iş kazasına göre hakları talep edebiliyoruz. Talep ettiklerimizi alamıyorsak dava yoluna gidiyoruz. Ancak sigortasız işçilerde ise direkt SGK’ya başvurup durumu anlatıyoruz. SGK bunun üzerine sigortayı tespit ediyor ve durum çözüme kavuşabiliyor. Fakat şu an başka bir hukuki sorundan bahsediyoruz. Bu MESEM altında çalışan çocukların sigortası bulunmuyor. Devlet işverene bir ödeme yapıyor. Burada herhangi iş kazası davası açıldığında hukukçular olarak, biz bu davayı aşamayız. İş yerinde ve çalışma alanı içerisinde meydana geldiğinde buna iş kazası deyip işveren kesin kusurlu sayılabiliyoruz. Ancak tam da bu gibi durumlarda işveren ‘bu benim kendi çalışanım değil’ diyebilir. Sigortası olmadığı için de süreç daha çok uzatabilir. Devletin bizzat kendi gönderdiği çocuğun üzerine düşüp ciddi bir tazminat yükümlülüğüne sahip olması gerekiyor. İş kazalarını taksirle adam yaralama ya da adam öldürme altında değerlendirebilmemiz gerekiyorken, devlet olduğu için arada bir cezai sorumluluk yükleyemiyoruz. Bu durumda okul müdürünün ya da Milli Eğitim Müdürü’nün bir cezai sorumluluğu doğmuyor. İş kazası mağdurunun elinde en olası bir tazminat olarak kalıyor sadece. Bu da evladını kaybetmiş ya da evladı zarar görmüş bir ailenin acısını kim, nasıl dindirebilir?” diye ekledi.

“ÇOCUĞUN RIZASI VAR MI BU ÇALIŞMA KOŞULLARINA?”

Çocuk ve Genç İşçilerin Çalıştırılma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğine değinen Karadan, “Çocukların yalnızca hafif ve tehlikesiz işlerde çalışmasını, eğitimlerine engel olmayacak şekilde kısa çalışma saatlerine tabi olmalarını ve gece çalışmalarına katılmamalarını açıkça düzenler. Yönetmelik, 15 yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılmasını yasaklar; ancak eğitimlerine engel olmayacak şekilde hafif işlerde çalışabilmelerine belirli şartlarla izin verir. 15-18 yaş arası genç işçilerin ise fiziksel ve zihinsel gelişimlerine uygun işlerde çalıştırılmaları öngörülmüştür. Bu yönetmeliğe göre, çocuk işçilerin günlük çalışma süresi 7 saati, haftalık çalışma süresi ise 35 saati geçemez. Genç işçiler için bu süre haftalık en fazla 40 saat olarak belirlenmiştir. Çocukların korunması adına, işletmelerin ve Mesleki Eğitim Merkezlerinin yasal düzenlemelere uyması ve denetimlerin sıkılaştırılması elzemdir. Çocuk işçiliği, yalnızca hukuki bir mesele değil, toplumun geleceğiyle ilgili vicdani bir sorumluluktur. Yönetmeliğin uygulanması, çocukların yaşam hakkını ve güvenliğini sağlamak için zorunludur. Bizim çalışma koşullarında bahsettiğimiz fazla çalışmanın ödenmediği bir uygulama. Şu an herhangi bir işçinin günlük 11 saat, haftalık 45 saati aşan çalışmalarına biz fazla çalışma diyoruz. İş Kanunu bu konuda çok katı. Ciddi bir şekilde işçiyi koruyan bir kanun var önümüzde. Ancak bu kanun bu uygulamayla çocuklar üzerinden deliniyor. 18 yaşından küçük çocukların eğitim hakkının ihlalinden başlıyor. Çok net bir biçimde Angarya yasağı diyoruz buna. Gerçekten ekonomik koşulların aileleri oraya zorladığı da bir gerçek. Çocuk gerçekten buraya gitmek istiyor mu? Çocuğun rızası var mı bu çalışma koşullarına?” ifadeleriyle konuştu.

Kaynak: Haber Merkezi

Eğitim Haberleri