Cumhuriyetin ilanı sonrasında muhalif basının çeyrek yüzyıllık öyküsü

Barış Çatal - Düzce Üniversitesi

Cumhuriyetin 1923’te ilanından sonra Türkiye’de yeni bir ulus devletin inşa faaliyetlerine geçilir. Bunun için daha öncesinde saltanatın kaldırılması, Ankara’nın başkent ilan edilmesi gibi önemli değişiklikler yapılır. Akabinde ise deyim yerindeyse bu sürecin parantezi Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin kaldırılması ile kapanır. Altyapı değişiklikleri olarak değerlendirebileceğimiz bu gelişmelerin ardından üstyapı değişiklikleri olarak sürece dahil edebileceğimiz hukuk reformu, eğitim reformu ve gündelik yaşama dair reformlar peşi sıra gelir. Ama bütün bu süreçten hem halkı haberdar etmek hem de halkı sürece katmak gereklidir. Bunun için en elverişli yol ise basındır.

Cumhuriyet sonrasında yekpare bir basın hareketinden bahsetmek mümkün olmaz. Ankara hükümeti kendi basın ve yayın organlarını yine başkent Ankara’da devreye sokarken, Osmanlı İmparatorluğu’nun son başkenti İstanbul hem muhalefet hareketlerinin hem de muhalif basının odağıdır. Cumhuriyetin ilanı sonrasında muhalif basın ilk kırılmayı hilafetin kaldırılması tartışmaları sırasında yaşar. Buradaki temel mesele, dönem basınındaki bazı mahfillerin bu süreci yürüten Ankara hükümetinin isteği dışında davranmalarıdır. Bu nedenle Tanin, İkdam ve Tevhid-i Efkâr başyazarları yargılanır. İkinci kırılma ise Şeyh Sait İsyanı sonrasında çıkarılan sıkıyönetim kanunu olan Takrir-i Sükûn’la yaşanır. Bu kanunun, dönemin hükümeti tarafından daha geniş yorumlanmasıyla Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na da destek veren gazeteler içinde olmak üzere birçok yayın organı kapatılır. Bu yayın organları arasında Tevhid-i Efkâr, İstiklâl, Son Telgraf, Aydınlık, Orak Çekiç, Sebilürreşat, Tanin, Vatan, Yoldaş, Presse de Soir, Resimli Ay (Hafta), Millet, Sada-yı Hak, Doğru Öz, Tok Söz, Sayha, Kahkaha, İstikbâl bulunmaktadır.

Aslında daha bu her iki gelişmenin ortasında, Cumhuriyet’in kurucularından olan, sonra bu yayın organından ayrılmak zorunda kalan, ABD’deki Columbia Üniversitesi’nde gazetecilik eğitimi alan Zekeriya Sertel’in 1924’teki çıkışı bu dönemin vaziyetinin o tarihte ABD’de aldığı liberal ve özgürlükçü eğitimin etkisi ve beklentileriyle arasındaki makasa işaret eden iyi bir örnektir. Sonrasında yargılanmasına da vesile olan yazısında şunları söyler Zekeriya Sertel: “Bugün gerek iktidar mevkiini terk etmek istemeyen Cumhuriyet Halk Fırkası erkânı gerek onların mevkilerini almak için muhalefete geçen yeni fırka azası memlekete muzırpolitikacılardır. Bu demagogların elinden kurtulmadıkça milletin huzur ve sükûn görmesi mümkün değildir.” [Resimli Ay, No: 11, Aralık 1924].

Bu dönemde bir taraftan ana akım basın yayın organlarında bu tartışmalar sürerken bir taraftan da kendisini daha solda konumlandıran Türkiye Komünist Partisi Aydınlık ve Orak Çekiç isimli yayın organlarıyla daha sınıf temelli bir bakış açısı ve muhalefet geliştirerek hem kendi etki alanlarını genişletmeye hem de Ankara hükümetine eleştiri oklarını yöneltmeyi sürdürür. Ancak muhalif basını hedef alan baskı siyasetinden bu yayın organları da nasibini alır.

Takrir-i Sükûn’la baskı altına alınan basın bu kanunun 1929’a dek uzatılmasıyla 1930’ların başlarına kadar Ankara hükümetinin güdümünde bir yayın faaliyeti yürütmek zorunda kalır. 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin Türkiye’ye etkilerinin ulaşması, CHF içindeki huzursuzluklar, uluslararası politik konjonktürün artık yeni bir dünya savaşının sinyallerini vermeye başlaması Türkiye’deki iç politikada yeni bir hareketlenmenin yaşanmasına neden olur. Serbest Cumhuriyet Fırka’nın kuruluşu bu döneme denk gelir. Bu, aynı zamanda basın alanında da yeni bir harman oluşu gündeme getirir. Yine Ankara hükümetinin çevresinde kümelenen Ulus, Cumhuriyet gibi yayın organlarının dışında Arif Oruç’un Yarın’ı, Zekeriya Sertel ve ortaklarının Son Posta’sı gibi Ankara hükümeti denetimi dışında durmayı tercih eden yayın organları vardır. Ancak netice itibariyle Serbest Cumhuriyet Fırka’nın kendini feshetmesiyle hem çok partili yaşam akamete uğrar hem de dönem hükümeti özellikle basının çeşitliliğini ve çok sesliliğini kendisi açısından bir tehdit olarak telakki eder. Bu ise 1931’de Basın Yasası çıkarılmasına vesile olur. Kanunda “ülkenin genel politikasına dokunacak yayınlardan dolayı, Bakanlar Kurulu kararıyla, gazete ve dergiler geçici olarak kapatılabilir; kapatılan gazetenin sorumluları cezaları bitene kadar başka bir adla gazete çıkartamazlar” ibaresi bulunmaktadır. Bu muğlak ifadeleri içeren kanun dönem basınının üzerinde adeta demoklesin kılıcı gibi sallanır. Örneğin dönemin önemli muhalif kadın gazetecilerinden Sabiha Sertel’in gazetelerde yazı yazamazken neredeyse tek başına çıkardığı Projektör dergisi 1936’da Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanır ve dergi, çıkabildiği tek sayının ardından kapanır.

Sabiha Sertel

İkinci Dünya Savaşı’nın yaklaşmasıyla gündelik siyaset ve bu alanda yaşanan gerilimler giderek daha da keskinleşir. Böyle bir ortamda gazete çıkarmanın zorlukları kimi entelektüelleri dergi yayıncılığına yöneltir. Bunların TKP çizgisinde yayın yapanlarından en öne çıkanı sahibinin Neriman Hikmet olduğu 1937’de yayımlanan Yeni Edebiyat’tır. Yeni Edebiyat’ın Ekim 1940 ve Kasım 1940’ta yeniden yayımlandığı görülür. Yeni Edebiyat’ın ilk döneminde Bedri Rahmi Eyüboğlu, Kemal Tahir, Şerif Hulûsi, Mehmet Seyda, Naci Sadullah Daniş, Suat Derviş, Sadri Ertem ve Hüsamettin Bozok gibi isimlere rastlanır. Kemal Sülker ise Antakya’dan gönderdiği yazılarda “Rıfat Ut” mahlasını kullanır. Yeni Edebiyat’ın ikinci döneminde ise en çok yazısı bulunan Suat Derviş’tir. Onun dışında “Ali Rıza [Çelik]” mahlasıyla Reşat Fuat Baraner, Zeki Baştımar, Abidin Dino ve Hüsamettin Bozok da yayına yazı verenler arasındadır.

Dönem hükümetlerinin gerek İkinci Dünya Savaşı öncesinde gerekse İkinci Dünya Savaşı sırasında genel olarak basına “çeki düzen vermek” özel olarak ise muhalif basını baskı altına almak için yaptığı icraat 1933’te, daha önce kurulup lağvedilen Matbuat Umum Müdürlüğü’nü Dahiliye Vekaleti’ne bağlı olarak yeniden kurmak, 1940’ta ise müdürlüğü doğrudan Başbakanlığa bağlamaktır. Matbuat Umum Müdürlüğü’nün Başbakanlığa bağlandıktan sonra şu istikamette tamim/tamimler yayımladığına tanık olunur: “Başvekilin seyahatleri hakkında Anadolu Ajansı’nın vereceği haberlerden başka hiçbir surette neşriyat yapılmaması rica olunur.”[Matbuat Umum Müdürü Selim Sarper (17 Kasım 1941)].

İkinci Dünya Savaşı yıllarında ise dönem hükümetleri, özellikle savaşın başlarında Müttefik devletler yerine Mihver devletlere meyleden bir dış politika güderler. Bu çerçevede Nazi Almanya’sı ile bir ittifak uluslararası siyasetin ciddi bir seçeneği olarak kimi mahfillerce dillendirilir. Irkçı ve Turancı çevreler gerek Nazi Almanya’sının fonlarıyla gerek iç politikada konjonktüre uygun olarak kullanışlı bir aparat olmalarının imkânlarını kullanarak basın alanında da etkilerini artırırlar. Bunlara örnek olarak Nazilerin verdiği destekle ve Türkiye’deki Alman büyükelçiliğinin maddi katkılarıyla Gün ve Yirminci Asır gazetelerini çıkaran Peyami Safa verilebilir. Bu faaliyetin şahikası ise özellikle Nazi Almanya’sı döneminde ve 1933 sonrasında Joseph Goebbels’in yönetimindeki “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı”nın İstanbul’da yayımlanan Türkische Post gazetesinin Nazizmin Türkiye’de yayılması için kullanmasıdır. Yine bu dönemde Nazilerden maddi destek sağlayan gazeteciler arasında Yunus Nadi, Sabur Sami, Kemal Turan Ünal (Ulus gazetesi yazı işleri müdürü), Edip Törehan, Necmettin Sadak, Falih Rıfkı Atay, Haydar Rüştü (İzmir’in en büyük gazetesinin sahibi), Edhem Hidayet (Akşam yazarı), Ahmed İhsan Bey (Servet-i Fünun’un sahibi), Hüseyin Cahit, Şahap Sıtkı gibi isimler yer alır.

İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’de aşırı milliyetçiliğin arttığı dönemde iki yayın yaptıkları barışçıl çağrılarla ve savaş karşıtlığıyla bu memleketteki basın tarihinde ayrı bir yer tutar. Bunlardan ilki dönemin akademik muhalefetinin temsilcisi olan ve Ankara’da yayımlanan Yurt ve Dünya; diğeri ise özellikle gündelik muhalefetin temsilcisi gibi düşünülebilecek İstanbul’da yayımlanan Tan Gazetesi’dir.

Yurt ve Dünya

Ankara’da, özellikle Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi çevresindeki hocaların katkısıyla yayımlanan Yurt ve Dünya 1941-1944 arasında kendisini gösterir. Yazarları arasında Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Adnan Cemgil ve Mediha (Berkes) Esenel bulunur. Yurt ve Dünya ırkçılığın Türkiye’de de yükseldiği bu dönemde evrensel değerlere vurgu yaparak, adeta terazinin kefesini dengelemek istemiştir. Ancak sonuçta dergi 1944’te kapatılır. Dahası dergiyi çıkaranların çoğu 1948’de DTCF’den tasfiye edilir.

İstanbul’da ise Tan Gazetesi özellikle Sertellerin etkisinin hissedilmeye başladığı 1938’den itibaren Tan Baskını’nın yaşandığı 4 Aralık 1945’e dek hem ırkçı Turancı çevrelerin polemikleriyle baş etmek zorunda kalır hem savaş zenginlerini teşhir etmek için girişimlerde bulunur hem de ağır sansür koşullarında, özellikle gazetenin yazarlarından Sabiha Sertel özelinde sözünü esirgemeden faşizme karşı bir duruş sergiler. Bunu artık ikonik hale gelmiş şu satırlarında görebilmek mümkündür: “Bugün İstanbul’da, Anadolu’nun içinde bu davayı güden, hatta teşkilatla çalıştığı hissini veren emareler mevcuttur. Antisemitizm, faşizm mücadelesi yapan bir zümre vardır ki, mütemadiyen kitap çıkarıyor. Gizli gizli ikinci derecede hükümet müesseselerine giriyor, hatta matbuatta yer alıyorlar. (…) Eğer hakikaten faşizmin bu memlekete gelmesini istemiyorsak, medeni cesaret gösterip demokrasinin düşmanlarını teşhir etmeliyiz, bunda inkişaf imkânı vermemeliyiz.” [Tan, “Herr Goebbels Doğru Söylüyor”, 17 Ekim 1937]. Tan Gazetesi’nin bu muhalefetini durduramayacaklarını anlayan dönemin CHP hükümetinin tertibiyle Tan Baskını yaşanır ve bu baskınla gazete bir kez daha yayın yapamayacak şekilde yağmalanır. Baskını provoke eden yazı Hüseyin Cahit Yalçın tarafından Tanin’de “Kalkın Ey Ehli Vatan” başlığıyla yazılmıştır. Baskına katılanlar arasında Süleyman Demirel, İlhan Selçuk, Celâdet Moralıgil, Ali İhsan Göğüş, Orhan Birgit ve Muharrem Ergin bulunmaktadır. Bu olay sonrasında tutuklanıp ceza alanlar ise Serteller olur.

Sonuç olarak 1923’ten 1950’ye giden süreçte muhalif basın kendi sözünü söylemek için elindeki bütün imkânları kullanmış, basın özgürlüğü ve ifade hürriyetini sonuna dek gündeme getirmiştir. Dönem hükümetleri ve başka mahfillerce tökezletilmeye çalışılsa da haber almanın, sorumlu gazetecilik yapmanın ve halka doğru haber ulaştırmanın evrensel değerlerini yerine getirmeye çalışmıştır. Bugün çağdaş gazetecilikten ve gazetecilik mesleğinin etiğinden bahsedilebilmesi, biraz da sözü edilen mücadele ve miras sayesindedir.

Güncel Haberleri