Alışmak kaybetmektir

Turgut Özal, kendisinden önceki cumhurbaşkanlarından biraz farklıydı. Sivildi, dindardı. Resmi ideolojinin arzu ettiği tipte biri değildi.Bu yüzden Cumhurbaşkanı olmasına bir direnç vardı.Fakat o da farklı bir Cumhurbaşkanı...

Turgut özal, kendisinden önceki cumhurbaşkanlarından biraz farklıydı. Sivildi, dindardı. Resmi ideolojinin arzu ettiği tipte biri değildi.
Bu yüzden Cumhurbaşkanı olmasına bir direnç vardı.
Fakat o da farklı bir Cumhurbaşkanı olduğu konusunda direniyordu.
örneğin, plaj kıyafeti ile askeri birlikleri denetliyordu.
Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde tarikat şeyhleri ile beraber şükür namazları kılındığına dair basına yansıyan haberler oluyordu.
Kamuoyunda büyük bir tepki oluşmuştu.
özal bu tepkiler karşısında, umursamaz bir vaziyette “Bağırın, çağırın ama merak etmeyin alışırsınız, benim yoluma girersiniz” tavrını sürdürüyordu.
Kendisini eleştirenler için “Alışacaklar” diye bağırıyordu.
İşte tam bunların yaşandığı bir ortamda Murat Şeref Baba isimli bir Teğmen, Cumhurbaşkanı özal’a  “ALIŞAMADIĞIM VE HİçBİR ZAMAN DA ALIŞAMAYACAĞIM” başlığı taşıyan bir telgraf çekti.
ülkede yer yerinden oynadı.
önce psikoloji servisine yatırdılar teğmeni, ardından ordudan ihraç ettiler.
Cumhurbaşkanına niçin böyle bir telgraf çektiği sorulduğunda topçu teğmen baba “Bazı durumlara alışmak mahvolmaktır. Yavaş yavaş bitmek, tükenmektir. Alışmak kaybetmektir” demişti.

***
Alışmanın kaybetmek olduğunu önceki gün bir kez daha anladım.
Televizyonda haberleri izliyorum.
Akaryakıt fiyatlarına gelen zam ile ilgili spiker röportaj yapıyor.
Her durdurduğu aracın sürücüsüne “Akaryakıta gelen zam ile ilgili ne söylemek istersiniz?” diye soruyor.
İstisnasız her sürücü önce “yine mi gelmiş?” diyor, ardından da “Eeee Alıştık artık” cevabını veriyor.
Yine istisnasız hepsi bunu, yani “Alıştık artık” cevabını söylerken gülüyor.
Artık kızamıyorlar bile…
Artık tepki de gösteremiyorlar…
çünkü kendilerinin de itiraf etiği gibi alıştılar artık!
Bu alışma ile birlikte kaybettiklerinin, tükendiklerinin ve mahvolduklarının da gayet farkındalar…

üstelik…
Zam, vergi ve Ceza’nın kader olduğunu gerçeğini de kabullenerek…


....


AK parti’de
ne yok ki!


AK parti içinde, her daim her şeyin doğrusunu bilen, kendilerini çok önemseyen insanlar var…
AK parti içinde, parti için hiç yumurta küfesi taşımamış ama kendisini parti için bunmaz nimet olarak görenler var.
AK Parti içinde, kendilerinin parlak ve son derece isabetli fikir ve görüşlerinin dikkate alınmamasına kudurarak yıllarını geçirenler var.
AK parti içinde, ölünceye kadar kendilerinden vazgeçilmemesini isteyen umutsuz vakalar var.
AK Parti içinde, makam, mevki, rant sahibi olmuş, daha sonra bu imkanları kalmamış ama kenara konulmayı, trenden aşağı indirilmeyi bir türlü hazmedemeyen insanlar var.
AK parti içinde her daim “Biz demedik mi, bizi dinlemezsen işte böyle olur” demekten başka hiçbir icraatı olmayan insanlar var.
AK parti içinde, partinin davasının önüne kendi davalarını koyan, derdi siyaset yapmak olmayıp, bu yolla yollarını bulanlar var.
AK Parti içinde, ayda bir Eskişehir’e gelip, bütün ay Eskişehir’deymişçesine tiyatro oynayanlar var.
AK parti içinde “Bizden söyle böyle odu” diyenler var.
AK parti içinde, gerek gördüğü zamanlarda AK partili olanlar var.
Kısacası…
AK Parti içinde ne ararsan var.
Böylesine özellikli  insan çeşitliliğinin olduğu parti, siz bakmayın yine de Eskişehir’de iyi oy alıyor…
çünkü oy verenlerin çoğu bu çeşitliliğin farkında değil…


.....


Yalanlara inanmak da sizin elinizde


 Bundan yıllar önce İtalya’ya gittiğimizde, bize çevreyi gezdiren rehberden duymuştuk veba salgını hikâyesini…
Şehirler depremlerle sarsılıyor.
Halk panik içinde…
Bilim ilerleyemediği için insanlar ne olduğuna bir anlam veremiyor.
Olup bitenlerin tanrının insanlara yönelik bir gazabı olduğuna inanıyor.
O yüzyıllarda, söyledikleri yanlış da olsa, sorgulama yapmadan sözüne inanılan tek sınıf din adamları.
Gidiyorlar din adamlarına…
-“Yer niçin bu kadar sarsılıyor? Neden bu sarsıntılarda evlerimiz yıkılıyor? Niçin biz bu sarsıntılar yüzünden yıkılan evlerimizin içinde ölüp yaralanıyoruz?” diye soruyorlar…
Din adamları mantıklı bir cevap bulamıyor bu soruya…
-“Tanrı sizi cezalandırıyor” deseler bir türlü, “Siz günah işlemişsiniz. Tanrı da buna kızdı” deseler bir türlü.
O sırada bir din adamının gözü, oradan geçen bir kediyi görüyor.
-“İşte!” diye bağırıyor kediyi göstererek. “İşte bütün bu olup bitenlerin nedeni bu… Şeytan bunların bedenine girip aramızda dolaşıyor. Bunlardan kurtulursak, o sarsıntılardan da kurtuluruz”
Bu sözlerin ardından, içinde şeytanı barındırdığı söylenilen kedilere karşı müthiş bir katliam başlıyor.
Kediler görüldüğü yerde öldürülüyor…
Şehirlerde bir tane bile kedi bırakmıyorlar…
Kediler ortadan kaldırılınca farelere gün doğuyor.
Kısa sürede öylesine çoğalıyorlar ki, girip çıkmadıkları yer kalmıyor…
Her girdikleri eve de veba hastalığını taşıyorlar.
Deprem sarsıntıları yüzünden yüzlerce insan ölürken, vebadan binlerce insan telef oluyor.
Kısacası…
Bir yalan, neredeyse ülkedeki bir neslin vebadan yok olmasına yol açıyor.
Konuyu nereye bağlayacağımız merak edenleri çok da bekletmeyelim…
Diyeceğimiz şu:
Siz siz olun, sonuçta toplu ölümü getirecek olan yalanlara itibar etmeyin…
Birileri çıkıp, bir takım yatırımlara yönelik olarak, sonucu ölüme götürebilecek bir takım süslü laflar söyleyip “Bu çok iyi olacak. çok kazanacağız. Hiçbir şey olmayacak. Bu işten karlı çıkan biz olacağız” diyebilir…
İnanıp inanmamak sizin elinizde…
İnanmayıp, gelebilecek ölümleri engellemek de size bağlı…
Tarihe, yalanlara inanıp kedi katliamı yaparak vebayı hortlatanlarla birlikte geçmek de yine size bağlı…

Haberleri