Son yıllarda televizyon kanallarında diziler birbiri ardına başlıyor. Her hafta yeni bir tanıtım, yeni bir afiş, yeni bir umut... Ancak ne yazık ki bu dizilerin birçoğu birkaç bölüm sonra sessizce ekranlardan çekiliyor. Reyting denilen acımasız sistem, koca bir emeği tek kalemde silip atıyor.
Oysa her dizinin arkasında büyük bir emek var. Kamera arkasında sabahın ilk ışıklarından gecenin ilerleyen saatlerine kadar çalışan set işçileri, senaristler, yönetmenler, makyözler, kostümcüler, ışıkçılar… Hepsi bir hayalin peşinde, bir hikâyeyi izleyiciyle buluşturma telaşında. Fakat bütün bu çabanın kaderi, ne yazıkki sadece birkaç haftalık reyting tablosuna bağlı.
Bir dizinin tutması artık yalnızca senaryosunun iyi olmasına ya da oyuncularının güçlü bir performans sergilemesine bağlı değil. O eskidendi. Sosyal medyada o dizinin ne kadar konuşulduğu, hangi saat diliminde yayınlandığı, karşısına hangi dizi konduğu bile dizinin kaderini belirliyor. Bu denklemde hikâye çoğu zaman geri planda kalıyor.
Bir de şu var; izleyici alışkanlıkları da hızla değişiyor. Artık birçok kişi dizisini televizyondan değil, dijital platformlardan, istediği saatte, istediği yerden izliyor. Bu da televizyon reytinglerini doğrudan etkiliyor. Ancak sistem hâlâ eski düzenle işliyor; hâlâ her şey birkaç puanlık reyting başarısına göre değerlendiriliyor.
Sonuçta, güzel bir senaryo, yetenekli oyuncular, özveriyle çalışan bir ekip; hepsi bir anda tarihe karışabiliyor. Ne kadar emek verilirse verilsin, eğer rakip diziler birkaç puan daha fazla izlenmişse, dizinin fişi çekiliyor. Oysa belki de o hikâye, biraz sabırla, biraz destekle milyonların gönlünde yer edecekti.
Televizyon dünyasının bu hızlı tüketim düzeninde, geriye kalan yalnızca “başlamadan biten” dizilerin listesi oluyor. Her sezon yenileri ekleniyor buna, her yıl aynı hüzün tekrarlanıyor. Reytingin gölgesinde kaybolan diziler aslında sadece birer proje değil; onlar anlatılamamış hikâyeler, yarım kalmış hayaller…