Dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan emekçi kitlelerin tarih boyunca neden ve nasıl düşük ücretli çalışmaya mahkum edildiğini, bu sömürünün tarihsel gelişimine kısaca değinerek yazımıza başlayalım., ‘’İnsanlık tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.’’ cümlesiyle Karl Marx, insanlık tarihi boyunca yaşanan toplumsal olaylar ve dönüşümlerin altında ekonomik etkiler ve uzlaşmazlıkların olduğunu iddia etmiş, bu minvalde ’’Tarihsel Materyalizm’i’’ doğayı ve dünyayı anlamanın, bununla birlikte toplumsal yaşamı ve tarihi incelemenin bilimsel bir yöntemi olarak insanlığa sunmuştur.
Avrupa’da Feodalizm’in (toprak ağalığı) tasviyesiyle birlikte, iktidar bu kez sermaye sınıfının, yani Burjuvazi’nin eline geçmiştir. Artık işçinin ve köylünün yeni ağası; üretim araçlarının (fabrikalar, kaynaklar) özel mülkiyetini elinde bulunduran egemen sınıf burjuvazidir.
Bugünkü mevcut sistem yani Kapitalizm; üretim araçlarını (fabrikalar, kaynaklar) ve iktidarı eline geçiren egemen sınıfın, devlet mekanizmasını diğer sınıf üzerinde baskı aracı olarak kullandığı, bu yolla halkın emeğini ve kamu kaynaklarını sömürdüğü, kendi uzlaşmaz çelişkilerini içinde barındıran sınıflı toplum biçimidir.
Sermaye sınıfı sürekli büyüme ve kârlılığını artırmaya yöneldikçe, emekçiler üzerindeki ekonomik baskıda giderek şiddetleniyor. İşçinin emeğiyle yaratılan değerden (kazançtan) işçi kendi emeğinin karşılığını alamıyor. İşçilerin sosyal ve ekonomik haklarını savunmak ve işçileri sınıf bilinciyle iktidara taşımak amacıyla kurulmuş işçi örgütleri ve sendikalar ise sisteme tamamen boyun eğmiş, teslim olmuş durumda. Toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçi kitleler, bu sistemin kendileri için uygun gördüğü düşük yaşam standartlarında yaşayabilmek için bile, zamanlarının yarısını fabrikalarda, tarlada, madende vb. iş kollarında çalışarak tüketiyorlar. Karşılığında aldıkları düşük ücret ile yemek, barınma ve diğer zaruri ihtiyaçlarını zar-zor karşılayabiliyorlar. Bunun yanı sıra, İnsanın zihinsel ve ruhsal gelişimi için gerekli her türlü sosyal ve kültürel yaşamdan yoksun olan emekçiler, dar bir alanda, sınırlı imkanlarla yaşamaya mahkum ediliyorlar.
Anarko sendikalizmin egemen olduğu ve işçi sınıfının gücünün bölündüğü bir ortamda, sarı sendika kıskacından kurtulup, işçileri ortak kaygılar zemininde toplayacak sınıf sendikası oluşamamaktadır.
Gündelik haklarını bile aramakta zorlanan işçi sınıfının, yoğun sömürüye karşı Kapitalizm’in mezar kazıcısı olma özelliğini hissettirecek örgütsel yapılanmaya ihtiyacı olduğu gerçeği günümüzün en can alıcı sorunudur.
Geçen hafta açıklanan asgari ücret görüşmelerinde işçi lehine bir sonuç çıkmadı, çıkmayacak. Ekonomimiz ekmekten, elektronik eşyaya, kağıttan, kumaşa varana dek ithalata bağımlı olduğundan, insanların alım gücü dolar kuruna endeksli değişiyor. 2021 yılı ocak ayında 380 dolara tekabül eden asgari ücret, 2022 yılı için şimdilik 270 dolar seviyesinde kaldı. Türkiye ekonomisi her yıl belirli bir oranda büyürken, emeğin payıda aynı şekilde azalıyor. Gelir dağılımındaki eşitsizlik, emeğiyle çalışan ve üreten kesimi daha fazla yoksulluğa maruz bırakıyor. Nitekim, işcilerin yaşam koşullarının iyileşmesi Kapitalist sistemin doğasına aykırıdır. Dolayısıyla belirlenen asgari ücret miktarı hiç bir anlam ifade etmemektedir.
Bu sıkışmışlıktan ve baskıdan kurtulabilmek mümkün mü? Elbette mümkün. İşçi sınıfı önderliğinde, toplumun ezilen ve sömürülen tüm kesimleri, doğrudan kapitalizmin varlığına karşı toplumsal/politik/ekonomik örgütlenme geliştirir, yeni bir ekonomik/toplumsal sistem kurmayı amaçlar ve bu yönde Burjuva özel mülkiyetine karşı mücadeleyi geliştirirse; eşit ve adil bir düzen kurmak ancak o zaman mümkün olacaktır.
ASGARİ ÜCRET AZAMİ SEFALET
Dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan emekçi kitlelerin tarih boyunca neden ve nasıl düşük ücretli çalışmaya mahkum edildiğini, bu sömürünün tarihsel gelişimine kısaca değinerek yazımıza başlayalım., ‘’İnsanlık...