Geçen hafta, Atatürk'ün Kur'an'daki gerçek İslâm'a vakıf olduğunu ve Al-i İmran-7 nci ayette belirtildiği gibi, Kur'an'ın müteşabih ayetleri ile her topluma ve her zaman uyarlanabilen dinamik ve canlı bir kitap olduğunu belirtmiştim.
Atatürk, inancı paralelinde TBMM'nin açılışını, 23 Nisan 1920 Cuma gününe ve Hacı Bayram'ı Veli Camiinde kıldığı namaz ve bizzat hutbeyi okumayı takiben, kurban ve dua eşliğinde gerçekleştirmiştir.
Atatürk, Allah'a şükretmeyi bir alışkanlık haline getirdiği gibi, bunu çevresindeki insanlara da tavsiye etmiştir. Örneğin büyük musiki yeteneğine sahip olan Safiye Ayla'ya, sahip olduğu bu yetenekten dolayı Allah'a şükretmesini tavsiye etmiştir.
Atatürk, sık sık, insanın dindar olması gerektiğine vurgu yapmış ve bir konuşmasında şunları söylemiştir; "Din, insanların gıdasıdır. Dinsiz adam, boş bir eve benzer. İnsana hüzün verir. Mutlaka bir şeye inanacağız. Bu dinlerin en sonuncusu elbette en mükemmelidir. İslâm dini, hepsinden üstündür - Banoğlu, Nükte ve fıkralarıyla Atatürk, s. 707".
Atatürk, gerekli çalışma ve çaba temelli Allah'a tevekkül edilmesi görüşündeydi ve Kurtuluş savaşı sırasında, 25 Ağustos 1922 günü, Kocatepe'ye çıktığı zaman orada şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, Senin bana verdiğin fikir ve zekâyla ben bütün planlarımı gerçekleştirdim. Bundan sonrası artık Senin mukadderatın".
Atatürk, Müslüman toplumlarının geri kalmışlığını, dini bilim ve akıl ile bağdaştırmamaları ve çalışmamalarına bağlamıştır; "Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, İslâm'ın asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur". "Ehl-i İslâm'ın duçar olduğu zulüm ve sefaletin elbette birçok nedenleri vardır. Alemi İslâm, din gerçekleri çerçevesinde Allah'ın emrini yapmış olsaydı, bu akıbetlere maruz kalmazdı. Allah'ın emri çok çalışmaktır-Atatürk'ün söylev ve demeçleri- II-95, s.69.". Bu paralelde şu sözler de Atatürk'e aittir: "Düşmanlarımız bizi dinin etkisi altında kalmış olmakla suçluyorlar ve duraklamamızı, düşüşümüzü buna bağlıyorlar. Bu yanlıştır. İslâm Türk tarihi incelenirse görülür ki, bugün kendimizi din diye bin türlü kayıtlarla kayıtlı zannettiğimiz şeyler, dinimizde yoktur. Bizim dinimiz, akla en uygun ve en tabii bir dindir".
Atatürk, Hz. Muhammed'in son olması nedeniyle, peygamber aracılığı ile vahiy tebliğinin de Kur'an şeklinde son bulduğunu, bunun da artık Allah ile insan arasında tek aracının Kur'an olacağını ve bizlerin de dini kuralları doğrudan Kur'an'dan öğrenme çağımızın başladığını bir konuşmasında şu sözlerle vurgulamıştır; "Hz. Muhammed öncesinde Allah, kullarının gerekli olgunlaşma noktasına kadar, onlarla içlerinden peygamberler aracılığı ile ilgilenmeyi Allah oluşu gereği saymıştır. Fakat peygamberimiz aracılığıyla en son dini ve medeni gerçekleri verdikten sonra, artık insanlıkla aracı ile temasta bulunmağa lüzum görmemiştir. İnsanlığın anlayış, aydınlanma ve olgunlaşma derecesi sayesinde, her kulun doğrudan doğruya Tanrısal mesajı anlayabilme kabiliyetine eriştiğini kabul buyurmuştur. Ve bu sebepledir ki, Cenabı peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı, en mükemmel kitaptır".
İşte bu Kur'an temelli düşüncesine dayanarak (Fatır-32, Ahzab-40) Atatürk, Allah ile insan arasına ve menfaat sağlamak üzere kimsenin girmesi geleneğini kaldırmak üzere Cemmat, Tarikat, Tekke ve Zaviyelerin kaldırılmasını uygun bulmuştur.
Atatürk, vefat ettiği son Ramazan da dahil, her Ramazan ayında Hacı ayram Veli ve Zincirlikuyu camilerinde Kurtuluş Savaşı şehitleri için Hatim indirtirdi.
Yaşamının son Ramazan ayında ve vefatından önceki 25 Ekim 1938 günü yapmış olduğu şu son açıklama, Atatürk'ün dindarlığının açık bir göstergesi olmuştur "Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'i bütün Müslümanlar örnek almalı ve İslâm'ın hükümlerine uymalıdırlar. İnsanlık ancak bu şekilde kurtulup kalkınabilir".
Vakıa-27 nci ayete göre, Dünya sınavından başarı ile mezun olanların Mahşer'de, Dünya'da işlemiş oldukları amellerinin kaydı olan defterlerinin sağ taraflarından verileceği ve toplantı yerinde sağ tarafta olacaklarına değinilmektedir (Vakıa-27. Mahşer gününde, işledikleri iyilikleri içeren amel defterleri neşe içinde ve kutlanarak sağ taraflarından verilecek olanlara ne mutlu ki bu grup, Mahşerdeki sağ taraf ehlinden olacaklardır). Yine aynı surenin 90-91 nci ayetlerinde, bu Ruh'ların, Dünya malı olup, Dünya'da kalacak olan vücudu terk etmesi dediğimiz ölüm anında, ölüm işlemi ile görevli Melek'ler tarafından "Sana selâm olsun" ifadesi ile karşılanacağı belirtilmiştir (Vakıa-90. Eğer o can çekişen, yine neşe içinde ve kutlanarak karşılanan ve mahşerin sağ tarafına alınacaklardan ise, 91. Sağ taraf ehlinden olması nedeniyle ona da, "selâmün leke /sana selam olsun" denecektir).
Hulusi Turgut'un "Kılıç Ali'nin Anıları" kitabının 659 ncu sayfasında şu açıklama yer almakta ve Atatürk'ün sağ ehlinden olduğu anlaşılmaktadır: (Atatürk'ün doktoru olan Prof. Dr. Neşet Ömer, Atatürk ağırlaşınca telaşa kapılır ve hemen koşup "Dilinizi çıkarın efendim" diye seslenince Atatürk gülerek "Ve Aleykümselam" diye seslenir ve sakince gözlerini kapatıp ruhunu teslim eder.
Atatürk'ün, hiçbir maddi beklentisi olmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurma aşamalarında olan çabalarının temel hedefi, Allah'ın rızası ve insanlara olan sevgisidir. Atatürk'ün Ramazan ayında vefat etmesi, Allah'ın rızası yönünden anlamlı olsa gerek.
NOT-1: Ayrıntılı bilgiyi NÖVAK Vakfının "SON DAVET KUR'AN (Kısa tefsirli tercümesi)" ve "İSLÂM'IN ŞARTI SADECE 5 DEĞİL" kitaplarında bulabilirsiniz.
NOT-2: 03 Aralık Çarşamba günü saat 10-11.30 da Batıkent Hedef Belde Evinde, saat 17-30-19.00 da ise Özdilek Sanat Merkezinde Halka açık "KUR'AN SOHBETLERİ"ne inşallah devam edeceğim.
ATATÜRK VE KUR'AN-2
Geçen hafta, Atatürk’ün Kur’an’daki gerçek İslâm’a vakıf olduğunu ve Al-i İmran-7 nci ayette belirtildiği gibi, Kur’an’ın müteşabih ayetleri ile her topluma ve her zaman uyarlanabilen dinamik ve canlı bir kitap olduğunu...