Baba Tahir’in hikâyesini yıllar önce yazmıştım. İki ayrı parça halinde yazdığım hikâye, arşivimi karıştırırken karşıma çıktı. Hızlıca okudum. Gerçek diye anlatılan bu hikâyenin ne yaşandığı ne de benim bunu yazdığım yıllardan bu yana değişen fazlaca bir şey olmamış gibi geldi. Bu nedenle hatırlanmasında yarar gördüm. O tarihte şöyle yazmışım.
Şu an okumakta olduğunuz köşe yazısını planladığımda; aklımda yerel demokrasi ve yerel medya şeklinde bir konu vardı. Konuyu araştırır ve tasarlarken, tesadüfen ilginç bir gerçek yaşam öyküsü ile karşılaştım. Doğrusu; ele almak istediğim konu ile az da olsa ilgisi nedeniyle kıssadan hisse olarak kabul edilebilecek nitelikte olduğunu fark ettim. Yaptığım küçük araştırma, size aktaracağım hikâye konusunda farklı anlatımlar olduğunu gösterdi. Bir dizi karşılaştırmadan sonra gerçeğe olabildiğince yakın bir derleme yapabildiğimi sanıyorum.
1900 yılında (Rumi 1315’te) İstanbul’un şebeke suyunu yöneten imtiyazlı Fransız şirketinin (Dersaadet Anonim Su Şirketi’nin) başına yeni bir Fransız genel müdür atanır. Genel müdürün Padişah II. Abdülhamit’e takdimi sırasında İzzet Paşa Konağı’nda bir yangın çıkar ve tanıştırma töreni ertelenir. Yeni genel müdür, bu durumdan vazife çıkarır ve yangına karşı da kullanılabilecek yeni su şebekesi konusunda proje fikirleri üretmeye başlar.
1874’te kurulmuş ve Terkos Gölü’nden getirilen basınçlı suyu İstanbul’a 1885’te vermeye başlamış olan su şirketinin merkezi Galata’dadır. Taze genel müdür, şirkete gider gitmez, İstanbul’a yeni gelmenin verdiği heyecan ve titizlikle kendisinden önceki döneme ait gelir-gider hesaplarını incelemek üzere defterlerin getirilmesi için başmuhasebeciye talimat verir. Memur maaş bordrosunda diğer personelden daha yüksek maaş alan Baba Tahir isimli bir kişi dikkatini çeker. Bu durumu muhasebeciye soran yeni genel müdür, bu kişinin Malûmat isimli bir küçük İstanbul gazetesinin sahibi olduğunu ve şirketle ilgili olumlu haberler yazması için bir altın ederindeki bu maaşın kendisine bağlandığını öğrenir. Bu durumu müsriflik ve gereksiz gider olarak algılayan genel müdür, derhal bu maaşın kesilmesi talimatını verir. Bu tasarruf talimatını verdikten sonra ise o günkü yangının heyecanıyla Cibali, Hocapaşa ve Gedikpaşa havalisinde, Padişahın desteği ile yapmayı hayal ettiği yeni şebeke projesini şekillendirme çabasına girer.
Sonraki günlerden birinde Malûmat Gazetesi’nin başyazarı olan Baba Tahir, maaşını almaya gidip de kesilmiş olduğunu öğrenince sakinliğini bozmadan Bab-ı Ali’deki yazıhanesine döner. Daktilosunu alarak bir sonraki sayı için bir yazı kaleme almaya başlar.
Ertesi gün Genel Müdür makamında çalışırken kızgın bir kalabalığın şirketin önündeki bağırışları ile irkilir. Sonunda sorunun, Malûmat Gazetesi’nde yer alan bir haberden kaynaklandığı anlaşılır. “Terkos Gölü’ne Bir Domuz Düştü” başlıklı haber özetle şöyledir: “Domuz avcıları, Istranca Dağı eteklerinde avlanırken rastladıkları bir yaban domuzuna ateş etmişler; yaralanan ama kaçan domuz Terkos Gölü’ne düşüp boğularak ölmüştür.” Bu durum, Müslüman İstanbul için bir felakettir. İstanbul halkı, içine domuz düşmüş su ile ne abdest almak ister, ne de yıkanmak… Fransız su şirketi için ise bu nahoş durum, su müşterilerini kaybetmek yanında çiçeği burnunda genel müdürün yeni şebeke projesinin de iptal olması anlamına gelmektedir.
Hatasının farkına varan genel müdür, Baba Tahir’in maaşının yeniden bağlanmasını teklif etse de; Baba Tahir ancak 4 altın maaşa razı edilebilir. Bir diğer rivayete göre; kalbinin kırılmasının diyeti olarak Baba Tahir’in 600 altına razı olduğu söylenir. Anlaşmanın sağlanmasının ardından Baba Tahir, ertesi gün yayınlanan gazetesinde şunları yazar: “Yaptığımız araştırmada bir yanlışlık yapılmış olduğu saptanmış, vurulan domuzun göle varmadan bir kenarda telef olduğu anlaşılmıştır. Halkımızın gözü aydın olsun; Terkos suyunu gönül rahatlığı ile kullanabilirler.”
Bu örnek, Baba Tahir’in ne ilk ne de son vukuatıdır. Aynı zamanda Abdülhamit döneminin jurnalcilerinden olan Baba Tahir, sürgüne gönderildiği Fizan’da ölür. Kendisinden nefret edenlerin topladığı parayla yapılan mezarında “Ne kendi etti rahat / Ne âleme verdi huzur / Yıkıldı gitti cihandan / Dayansın ehl-i kubûr” yazılı olduğu söylenir.
Kıssadan hisse… Acaba hâlâ böyle ‘basın-medya mensupları’ var mıdır?