Görmezden gelme insanların sık sık başvurduğu bir eylemdir.
Pek çok nedeni vardır ama genelde “Umursamıyorum” mesajı vermek için başvurulur.
Daha çok egosu yüksek insanların kendilerini önemli hissetmeleri için müracaat ettikleri bir yöntemdir.
Temelinde kızgınlık, kıskançlık ve çekememezliği fazlaca barındırır.
Görmezden gelme davranışı sergileyenler ve bu yola sıklıkla başvuranların gayesi de genellikle kendisini rahatlatmak, karşısındakini kötü hissettirip, kendince mutlu olmaktır.
Şu sıralar, AK Parti’nin, Millet İttifakı İstanbul büyükşehir belediye başkan adayı Ekrem İmamoğlu’na karşı yürütmüş olduğu bir “görmezden gelme” stratejisi var.
Ekrem İmamoğlu’nun soy isminin muhafazakâr kesim üzerinde bir sempati yarattığının farkında olan AK parti’nin tüm teşkilatları “İsmini kesinlikle zikretmeyin. CHP adayı diye hitap edin” diye uyardığı biliniyor.
Bu uyarı üzerine AK parti sözcülerinin bir süredir Ekrem İmamoğlu’ndan “CHP adayı” diye bahsettiği de biliniyor…
Hatta.
Daha önceki gün AK partili eski çevre Bakanının “Ben CHP’nin İstanbul büyükşehir belediye başkan adayının ismini dahi bilmiyorum” diye son derece komik sayılabilecek bir açıklama yaptığı da ortada.
Peki bu strateji, yani İktidar Partisi’nin Ekrem İmamoğlu’nu yok sayıp, görmezden gelme stratejisi AK parti’ye 23 Haziran seçimleri bir fayda sağlar mı?
Hiç sanmıyoruz…
Zira iş işten geçti.
Ekrem İmamoğlu bugün için “O adayın ismini dahi bilmiyorum” diyerek görmezden gelen eski bakandan da, mevcut bakanlardan da daha çok tanınıyor.
Ekrem İmamoğlu bugün için en az Cumhurbaşkanı Erdoğan, Binali yıldırım ve hatta kendi genel başkanı Kılıçdaroğlu kadar tanınıyor, biliniyor…
Karadeniz illerinde yukarıda saydığımız isimlerin toplayamadığı kalabalığı belediye başkan adayı olarak topluyor.
İftar için gittiği evlerin önü miting alanına dönüyor.
İşte bu yüzden iktidar partisinin Ekrem İmamoğlu’nu görmezden gelme çabası ve ismini zikretmeme stratejisi bu saatten sonra hiçbir işe yaramaz.
Dahası bu çaba, çaresizlik ve acizliğin mizahi bir durumu olarak toplum algısına neden olur.
Ne demiş gelmiş geçmiş en ünlü pop yıldızı Michael Jacson: “Beni görmezden geldiniz diye görünmez mi oldum sanıyorsunuz? Herkes beni de sizin bu komik halinizi de görüyor!”
.....
Gaye Usluer’den güncelliğini koruyan hikâye!
Bundan 7 yıl önce kişisel sosyal medya hesabı üzerinden bir hikaye paylaşmış CHP’li Gaye Usluer.
7 yıl sonra aynı hikâyeyi ‘Hala güncel. Hatta daha da güncel!” eklemesi yaparak, yeniden paylaşma gereği duymuş.
İşte Gaye Usluer’in paylaştığı o hikaye…
HHH
Fil, kendisini ormanın en güçlü hayvanı ilan etmiş. Bütün düzeni değiştirmiş, yeniden kurmuş. Aslan, kaplan, ayı, manda.
File karşı çıkan olmamış ormanda. Fil, önce kendi yerini sağlamlaştırmış,
"Herkes kendi arasında nasıl yaşarsa yaşasın, beni ilgilendirmez. Ama herkes
benimle ilişkilerine dikkat etsin. Bütün kuralları ben koyacağım.
Ormandakiler de ona uyma özgürlüğünü kullanacak" demiş.
Etkisini genişletmiş zamanla fil. En güçlü o, tek yetkili o, gerisi sefil.
Artık sadece fille ilişkiler değil, bütün hayvanların kendi aralarındaki ilişkiler de filden ve çevresinden sorulur olmuş. öyle ki, ormandaki nüfus artışı bile filin işi olmuş. Tek tek doğum yapan hayvanlara kızmış,
"Bakın bir seferde 4-5 yavru doğuranlar var. Ne bu tembelliğiniz. Benimle oyun oynamayı bırakın, gidin genlerinizle oynayın, daha çok yavru doğurun" diye çıkışmış.
Her şeyi sineye çekmiş ormandakiler.
"Yeter ki" demişler, "boşalmasın kiler".
HHH
Filin "değişiyoruz, değişiyoruz" naralarıyla girmiş orman şekilden şekle.
İş o noktaya gelmiş ki, eşit sayılmış maymun eşekle. Zira fil, kimi kime uygun görürse ona göre şekillenirmiş ormanda yaşam.
Bir tek, "Ne güzel buyurdunuz", "Biz de tam böyle yapacaktık", "Bundan daha mükemmel olamazdı", "Bu hızla bütün ormanları geçeriz" sözlerine izin veriliyormuş. öteki bütün sözler " istikrar bozucu" bulunuyormuş.
Arada hakkını aramaya kalkan olursa hemen müdahale ediliyormuş. üzerine, "geber gazı" sıkılıyormuş. Filin bir özelliği de kindar olmasıymış.
Kendisine yapılan hiçbir şeyi unutmuyormuş. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, intikamını alıyormuş.
Hortumuna geleni vuruyor, ayağına geleni eziyormuş. Hiç kimseyi dinlemiyormuş. Bir gün söylediği ertesi güne uymuyor, doğru budur diyeni duymuyormuş. Bundan karıncalar da payını almış, yuvaları filin ayaklarının altında kalmış. Tam o sırada bir karınca, fil hortumunu topraktan çıkarınca, girmiş hortumun içine.
Karınca az gitmiş uz gitmiş, kendisine hortumun içinde iyi bir yer etmiş.
Fil başlamış kaşınmaya. Hortumunun içi karıncalanıyor, nedenini anlayamayınca beyni de karıncalanıyormuş. Kalınca bir ağacın yanında durmuş, hortumu gövdesine vurdukça vurmuş. Bir türlü karıncalanmayı gideremiyormuş. üstelik hortumu da fena halde acımaya başlamış.
Bir hamle daha ağacın gövdesine vurunca, ağaç devrilip üzerine düşmüş. Fil ilk kez bu kadar âciz duruma düşmüş. Bereket demiş kimse yok etrafta, arada bir yanından geçtiği koca kayanın nerede olduğunu düşünmüş, hah şu tarafta.
Bu kez kayalara vurmuş hortumunu, arada geçen olursa duruyormuş, anlatamıyormuş durumunu. Hortumu kayaya vurdukça kaşıntıları artmış, kaşıntıları arttıkça daha çok vurmak istemiş. Derken iflas etmiş bedeni, anlayamadan nedeni, uzanıp kalmış fil.
HHH
İşte böyle efendim. Fili yenmiş bir karınca.
Ateş bacayı sarınca, fil güya ulaşılmaz bir noktaya varınca, etrafındaki herkesi kırınca, kendisinden güçlü hiçbir hayvan olmadığını sanınca. Sonunda olan olmuş, küçük bir karınca koca bir filden daha güçlü olmuş.
Böyledir hayat.
En güçlü olduğumuz an, aynı zamanda en zayıf olduğumuz andır.
.....
Son elektrik
kaynağı olsa bile…
Bayram tatilinde Muğla’ya gitmiş bir dostumuz.
Aracıyla çevre gezisi yaparken Yatağan Termik santralinin faaliyette olduğu bölgeyi de gezmiş.
Termik santral sonrasında önce su kaynakları kurumuş.
çevredeki köylerin cami çeşmeleri bile akmaz olmuş.
Ardından ekilen hiçbir şey büyüyememiş, kurumuş.
Köylüler yağmur yağmasın diye dua eder hale gelmişler.
Zira gökten yağmurla birlikte kurum ve kömür tozu yağıyormuş her yağmurda.
Kanser ve solunum hastalıkları öylesine artmış ki neredeyse her evi bulmuş bu hastalıklar.
Toprak kayması sonucu bazı köyler boşalmış.
Termik Santralin genişleme alanı Zeytinliklere kadar gelip dayanmış.
Eskiden ekilip biçilen, ağaçlarla dolu koskoca bölge, adeta mars gezegeninin yüzeyini andırır hale gelmiş.
Kısacası…
Enerji elde etme uğruda kilometrelerce genişliğindeki alanın yaşam enerjisi tüm canlı hayat için bitmiş tükenmiş.
Yukarıda anlattıklarımızı bize aktaran dostumuz gördükleri ilgili sadece şu cümleyi kurabildi:
-“Eğer Muğla’ya gidip Yatağan Termik Santrali ve çevresini şöyle bir gezen, Eskişehir’e geldikten sonra Alpu’ya kurulacak olan termik santralin adını dahi ağzına alamaz. Son elektrik kaynağı bile olsa, bu elektrik için dahi böyle bir doğa, göz göre göre böyle heba edilemez”