Her seçmenin, seçimlerde kullanacağı oy ile ilgili bir kriteri, bir gerekçesi mutlaka olacaktır.
Benim de bir seçmen olarak seçimlerde kullanacağım oyun, kesinlikle siyasi olmayan öncelikli bir kriteri var.
Bu şehirde doğmuş, bu şehirde yaşayan ve bu şehirde yaşamaya devam edecek biri olarak benim oy vermedeki kriterim, Alpu Ovasına yapılmak istenen termik santral olacaktır…
Zira bu şehirde yaşayan bir seçmen olarak;
Kurulması düşünülen bu termik santralle birlikte Eskişehir’in eski Eskişehir olmaktan çıkacağını düşünüyorum.
Kurulması düşünülen bu termik santralle birlikte Eskişehir doğal yaşamının mahvolacağını tahmin ediyorum.
Bu termik santral ile elde edilecek kazanımın, bu şehrin kaybedeceklerini asla karşılayamayacağını biliyorum.
Sonuç olarak…
Eskişehir’e bu termik santrali kurmak isteyenler “Bu işten tamamen vazgeçtik” demedikleri müddetçe ben bir seçmen olarak sandık başına bu kriterim ile birlikte gideceğim.
Evet, yukarıda da söyledim…
Benim seçimlerde oy verme kriterim kesinlikle termik santral meselesi olacak.
Belki benim için birinci sırada olan bu kriter çoğu seçmenin umurunda bile olmayacak…
Belki…
Termik santral meselesi önümüzdeki seçimlerde birçok kriterin arkasında kalacak…
Ama olsun!
Herkes aynı düşünmek, aynı yerden bakmak zorunda değil elbet…
Fakat ben böyle bakıyorum.
Yani bir seçmen olarak…
-“Termik varsa oy yok” diyorum kısacası…
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Aslında ikisi de aynı adamlardı ama…
Filler ormanlık alanda hep aynı yol güzergahını kullanırmış…
Filleri yakalayıp, ehlileştirmek ve bu surette onları taşıma işinde kullanmak isteyenler takip edip öğrenirmiş o yolları.
Sonra o yolun üzerine derin çukurlar kazar, üzerlerini de belli olmayacak şekilde örterlermiş…
Filler yoldan geçerken haliyle düşermiş çukurun içine…
O sırada siyah elbise giymiş insanlar, çukura düşen filleri başlarmış uzun sopalarla dövmeye…
Sonra da ormanın içinde kaybolurmuş siyah elbiseli adamlar
Dayak yedikleri için canları yanan filler, düştükleri çukurun içine hapsolurmuş.
Bir süre sonra siyah elbiselerini çıkartıp, beyaz elbise giyen aynı adamlar tekrar gelirmiş çukurun başına…
Filleri önce çukurdan çıkartır, ardından su verir, sonra da başını severmiş sevgiyle.
Böylece filler, beyaz kıyafetli insanların kurtarıcıları olduğunu düşünür, hayatı boyunca o insanlara minnet duygusuyla bağlanıp, hizmet edermiş…
Kendilerini o çukura düşürenin de, dayağı atanların da, kendilerini o çukurdan çıkartanların da aslında aynı insanlar olduğunu asla bilemezlermiş…
Şimdi bunu durup dururken niye yazdığımızı merak edenler vardır…
Dün duyduğumuz bir mesele var.
Seçim çalışmaları kapmasında bazı parti ve adayları tarafından, toplantı ve ziyaret yaptıkları mahallelerdeki vatandaşlara, üzerinde 50 tl’lik alışveriş yapabileceği kartlar dağıtıldığı söylendi.
Bu kartlarla, ucuz ürünler satmakla ün yapan bir marketten alışveriş yapılabildiği ifade edildi.
Ne diyelim?
Bunu duyunca bizim de aklımıza ister istemez yukarıdaki fil hikayesi geldi.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Aslında kaybettiği gün kazanmaya başlamış…
Seçimlere yönelik kiminle konuşsam aynı şeyi söylüyor.
Sohbet ortamı neresi olursa olsun, herkesin üzerinde hemfikir olduğu bir tespit var.
İlginç olan, tespitin değişik partilere mensup kişiler tarafından da yapılıyor olması.
Tespit şu:
-“Ahmet Ataç Tepebaşı’nı sıkıntısız bir şekilde kazanır”
Peki, büyük çoğunluğun bu şekilde düşünmelerini gerektirecek ne yaptı Ahmet Ataç?
Bununla ilgili, belediye hizmetlerden tutun da insan ilişkilerine kadar pek çok farklı şey sıralanabilir.
Fakat bana göre, Ahmet Ataç kazanmaya, kaybettiği gün başlamış…
Yani…
Belediye başkanı olarak girdiği 2004 seçimlerini kaybetmesinin hemen ertesi günü çalışmaya başlamak ve o çalışmayı 15 yıl boyunca ısrarla devam ettirmekle yakalamış başarısını…
Belediye başkanı olmadığı 2004-2009 arası nasıl kapı kapı gezdiyse, belediye başkanı seçildiği 2009 sonrasından bu güne kadar geçen süre içinde de gaz kesmeden, aynı şekilde gezmiş…
Gittiği, ziyaret ettiği çoğu yerlerde, rakiplerinin bardaktan iğrenip içmediği çayın ikincisini istemiş örneğin…
Kendisine “Bu siyasetçiler seçimden sonra ortadan kaybolurlar” asla dedirtmemiş.
Sosyal faaliyetler çerçevesinde, bölgesinde dokunmadığı insan kalmamış mesela.
Doğan çocuğun evinde, ölen kişinin cenazesinde bulunarak, belediyeciliğin insanın doğumundan ölümüne kadar her türlü hizmeti içerdiğini resmen göstermiş.
Kısacası…
Yukarıda da söylediğimiz gibi kaybettiği gün kazanmaya başlamış…
Teslim olmamış yenilgiye…
Başarısızlığın üzerine gidip, resmen başarıyı teslim almış…
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
BİRAZ DA GüLMEK LAZIM
Bir grup İngiliz, Amerikan ve Türk gemiyle yolculuk ediyorlarmış. Birden şiddetli bir fırtına kopmuş. Geminin batacağını anlayan kaptan hemen yolculara koşup gemiyi boşaltmalarını istemiş. Fakat kimse buna inanmayarak kendini denize atmayı kabul etmemiş.
Bir süre sonra bütün yolcuların ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gören kaptan hemen bir tayfasını çağırmış. 'Git bir de sen dene onları gemiden atlamaya ikna etmeyi' demiş.
Tayfa gitmiş ve kısa bir süre sonra geri dönmüş. Kaptan merakla sormuş:
-Eee,noldu?
-Hepsi atladılar efendim.
Kaptan çok şaşırmış:
-Nasıl olur, daha demin kıllarını bile kıpırdatmamışlardı. Ne dedin onlara?
-çok kolay. İngilizlere 'Sizin gibi soylu insanlar batmak üzere olan bir gemide olmamalılar' dedim.
Amerikalılara deniz suyunun insan vücudu için çok faydalı olduğunu söyledim.
-Peki ya Türklere ne dedin?
-Onlara da 'Denize girmek yasak! ' dedim.