Bir İtalyan atasözü, “Aşk, ülkesini kanunsuz idare eder” diyor. Acaba konu sadece kanunsuz idare etmekten mi ibaret? Muhtemelen aşk, kendisini tanımlarken fazlaca kural da kullanmıyor. Kuralsızlık aşkın önemli bir yönü ama neyin aşk olarak tanımlandığını doğru anlamak da önemli…
Sanırım; pek çok kavram gibi aşkın tanımı da zamana bağlı olarak değişiyor. Bugün aşk diye adlandırılan kimi duygular, sıklıkla beğeni üzerine kurgulanıyor. Aşk ile sevgi arasında bir ayırım eskiden beri yapılırdı. Aşkı daha çarpıcı, sevgiyi daha soluklu bulanlarımız daima vardır.
Ama şu gerçek ki; iltifatlar, hediyeler veya incelik diyebileceğimiz kimi davranışlar, beğeni ile aşkı karıştırmamıza neden oluyor. Kuşkusuz; aşkı her nasıl tanımlıyorsak… Kimi zaman ise görsel çekim veya bedensel uyumluluk veya karşımızdaki kişiyi yüceltme, duygularımızın aşk olduğunu düşünmemiz sonucunu doğurabiliyor. Tüketim çağında aşkı da tüketilmesi gereken bir emtiaya çeviren yanlış algılar bu tür noktalardan kaynaklanıyor.
Hiç kuşkusuz maddi aşkla cinselliğin sıkı bir ilintisi var. Özellikle değişik nedenlerle cinselliğin baskı sosyal gördüğü bazı toplumlarda şehvetin aşk sanılmasını olağan karşılamak gerekir. Duygusal ve cinsel konuların iletişimini doğru kavrayıp yönetemeyen toplumlarda aşk ile cinselliğin birbiri yerine konması sıkça görülen. Karşı cins ilişkileri konusunda özgürlük kavramını, yasaklamadan ve yozlaştırmadan yaşayabilmek hiç de kolay değildir.
Geleneksel dönemde duygusal ve cinsel kültür alışverişi büyük ölçüde aile içinde yapılırdı. Erkek çocukların öğretmenleri genelde büyük erkekler, kızlarınki ise annelerdi. Bu durum, olumsuzluklar taşısa da; homojen ve tutarlılığı olan bir ‘karşı cinsle ilişki ve iletişim kültürü’ ortamı oluşturmaktaydı.
Son yıllarda tüketim toplumu anlayışının gelişmesi ve buna medyanın etkilerinin eklenmesiyle bu modelde ciddi zedelenmeler oldu. Ailenin yerini –kitap, dergi, film ve benzerleri türündeki yararlı çoğalmaya karşın büyük ölçüde başka yanlış ve eksik bilgi veren ortamlar aldı. Pornografi, hızla aşkın ve cinselliğin ülkesini fethetti. Tüketim toplumunun abartılı cinsellik modeli, çok kısa süre içinde geleneksel kültürün karşısında yerini aldı. Aynen ‘fast food’ türünde bir gıda maddesini tüketir gibi, duygusal ihtiyaçlarımızı karşılamak için aşkı kullanır olduk. Sonuçta aşk da bir ihtiyacı karşılayan tüketim maddesi haline dönüştü. Aşka bir tüketim malı rolünü vermeye devam ettiğimiz sürece, bu çağda ‘sonsuz aşk’ bir hayal olmayı sürdürecek.
Aşk nedir? ‘Sonsuz aşk’ var mıdır? Yaşadığım ilişki bir aşk mıdır? Bu tür soruları pek çok insan, yıllardır ve bitmeyen bir şekilde kendisine soruyor. Bir ilişkinin aşk olup olmadığını sınayacak bir test ya da ölçü aleti henüz icat edilmedi. Olabilir mi? Muhtemelen aşk denen olgunun bedensel görünümlerini ölçen yeni cihazlar olacaktır. Ama bunların ölçtüklerinin aşkın görünümleri olmanın ötesinde bir değeri olmayacak.
İlişkiler, çoğu zaman ‘iyi şans’ diyebileceğimiz tesadüflerle başlıyor. Başarı ile yoluna devam edebilenleri var. Kimi aşklar da haklı veya haksız bulabileceğimiz etkenlerle sona erebiliyor. Ama az önce ifade ettiğim gibi; aşkı ‘ne yaparsan yap’ tükenecek bir süreç gibi algılayanların sayısı hiç az değil. Eminim; yaşadığımız hızlı tüketen sosyal medya çağında bile her gece kutup yıldızına gitmek için yola çıkan ve gecenin sonundaki başarısızlıktan yılmayan ateş böceği misali sonsuz aşka inananlar var olmaya devam ediyordur.