Aşk, en çok dile getirilen ve belki de o denli farklı anlaşılan kavramlardan biridir. Kişiden kişiye değişir. Yaşanan zamana göre tanımında ve algılanmasında farklılıklar oluşur. Örneğin 200-300 yıl önce daha romantik bir temelde dile getirilen aşk günümüzde daha beğeni ve tüketim bir zeminde kavranıyor. Ama zaman ve mekân farklılıklarına rağmen gene de aşk bazı temel özelliklerini korumaya devam ediyor.
İnsanın başına ilk kez geldiğinde; aşkın insanı şaşkına çeviren bir özelliği var sanki… Âşık olmanın en açık belirtilerinden biri, insanın adeta ayaklarının yerden kesilmesidir. İnsan kendini yerçekimsiz bir ortamda uçuyor gibi hisseder. Üzüntüler, sıkıntılar, zorluklar bir anda siliniverir dünyanızdan. Bir gönül sarhoşluğu içinde hissedersiniz kendinizi. Aşk ile her şey o kadar güzeldir ki, zor sorular ve çözümsüz durumlar aklınıza bile gelmez. Bu hoşluk, hiç bitmesin istersiniz.
Aşkla ilgili en çok konuşulmuş konulardan biri aşkın ömrüdür. Aşkın kısa süreli olduğunu söyleyenler var. Uzun birlikteliklerde aşkın sevgiye dönüşerek sürdüğünü iddia edenler var. Adı her ne olursa olsun, sürekliliği olan aşk için bir saygı, hoşgörü ve empati ortamında bilinçli emek gerektiğinden hiç kuşkum yok.
Aşkın bir gerçeği var ki, belli bir zaman sonra gökten yere inmek kaçınılmaz. İşte o zaman zor duygular başlıyor. O ana kadar görülmeyenler, fark ediliyor. Sorulması akla gelmeyen sorular, peş peşe sıralanıveriyor. Çoğu zaman devamında acı ve ayrılık geliyor.
Halk ozanı Âşık Veysel “Aşk meyinden içen âşık ayılmaz” der. Aşkı sarhoşlukla eşleyenlerin sayısı hiç de az değildir. Gönül sarhoşluğu bile olsa her sarhoşluğun sabahında az ya da çok bir baş ağrısı ve ağızda tatsızlık kaçınılmaz. Bu acılı sondan kaçınmak için bir hayal âleminde kelebekler gibi uçuşurken bazı gerçeklerin farkında olmak, kimi zorunlu soruları sorabilmek gerekiyor.
Aşk sandığımız duygunun çoğu zaman gerçek adı, sevgi ihtiyacıdır. Bir sevgisizlik ortamında geçmiş çocukluğun devamında insanın kalbinin kimi zaman uygunluğu tartışılır yönlere savrulması olağandır. Aşk sandığımız duygunun, ana-baba, arkadaşveya bir candan dost sevgisinin boşluğunu dolduruyor olması muhtemeldir.
Beğeni ile aşkın karıştırılması sıklıkla görülen bir durumdur. Bir şarkıcıya, bir film veya TV oyuncusuna karşı hissedilenler çoğu zaman beğenidir. Çevremizde başarılı olarak gördüğümüz bir insana yönelen duygularımızın, aşktan ziyade beğeni veya hayranlık olması son derece olağandır.
Sözünü ettiğim hayranlık ve beğeninin, aşk olarak tanımlanan bir duygu karmaşası içinde de varolması beklenir. Ama bir aşk ortamında muhatabımızı olumlu ve olumsuz yönleriyle bir bütün olarak algılamamız gerekir. Gönül gözümüzün bir sanal yanılmanın albenisine kapılmaması gerekir.
Her insan ışıltılı bir aşka özlem duyar. Özlemi duyulan aşk, değerli ve anlamlı bulunan özel biri tarafından algılanmak, bilinmek ve önemsenmektir. Aşk ortamında hissedilen mutluluk, âşık olunan kişiye içten bağlılık nedeniyle duyulan güven ve huzurun yarattığı yaşam sevincidir.
Aşkı istemek, mutluluğu istemektir. Aşkı istemek, yaşamın sevincini derinden duymayı istemektir. Ama aynı zamanda aşk, bir olumsuzluk noktasına sürüklenip acı yumağı haline dönmeden önce “Bu yaşadığım, aşk olabilir mi; yoksa yanılan ben miyim?” diye sorabilme cesaretini gösterebilmektir.
Alman şairi Goethe’nin bir sözü ile bitireyim: “Aşk, hissediyorum ki her çeşit bağı çözüp kendi bağlarını kuruyor.” Muhtemelen aşkı farklı kılan yan onun bu özünden kaynaklanıyor.