Çok aktörlü ortamlarda uzlaşmayı aramak temel başarı faktörlerinin başında gelir. Özellikle çok kültürlü ve çok paydaşlı yaşam çevreleri olan kentler, bu ihtiyacın yakıcı önem ve değerde ortaya çıktığı yerlerdir. Diğer yandan siyasal mücadelenin ve rant / makam kavgasının öne çıktığı ortamlarda bu konunun dikkate alındığını söylemek zordur. Örneğin kentin bazı yöneticilerin kendi aralarındaki gerilim ve kurumsal despotik yönetim uygulamaları uzlaşma ve ortak paydanın ancak olumsuz, karşıt ve kötü örneklerini –yani olmaması gerekeni– sergiliyor.
Toplumsal uzlaşma, hiç kuşkusuz pek çok boyutu olan bir konu. Ama öncelikle malzemesinin insan olduğunu iyi bilmek gerekiyor. İnsanın bireysel ve içinde bulunduğu topluluğun sosyal kültürü, toplumsal uzlaşma düzeyini önemli ölçüde etkiliyor. Ama önce insan… Onun iyi niyet, hoşgörü, saygı ve empati yaklaşımı toplumsal uzlaşmanın önünü açabiliyor ya da oluşmasına engeller koyabiliyor; çünkü toplumsal uzlaşmanın ilk adımı, insanın insanla ilişkisiyle başlıyor.
Hepimizin geçmişte veya bugün taşıdığı statüler ve etiketler var. Bunların bazılarını ise geçmişte taşımışız ama bugün farklı bir algı modeline sahibiz. Yaşam hepimizi az ya da çok değiştiriyor. Ama ısrarla geçmişe sıkı sıkıya bağlı kalmaya çalışanlar da var.
Geçmişte farklı görüşlerde olduğumuz ama bugün yakın mekânlarda yaşadığımız insanlar var. Sokakta karşılaştığımızda birbirimize selam vermekte çekinceli davranıyoruz. En azından yolda yürürken karşılaştığımızda gülümseme “Merhaba” demek isterim. Belki bana yönelik olarak böyle düşünen başkaları da vardır. Ama geçmişteki örneğin siyasal algımız hala birbirimizi rakip olarak görmemize neden oluyor.
Geçmişte yakın tanış olduğumuz insanlar var. Bugün farklı konumlardayız ya da görüşlerimiz farklılaşmış. Bunu insanca bir selam vermenin önünde engel kabul ediyoruz. “Merhaba” demekten, ayaküstü birkaç cümle konuşmaktan kaçınıyoruz.
Toplumsal uzlaşmanın ilk adımı, kişisel iletişimdir. İletişim kurduğumuz için görüşlerimizden ya da yaşam biçimimizden vazgeçmemiz gerekmez. Bu ülke iletişim kurmamanın sonuçlarını çok acı biçimde yaşadı. Özgür yaşamda diyalog kurmakta çekince yaratanlar, baskıcı rejimlerin hapishane koğuşlarında konuşmak durumunda kaldılar. Birbirimize kıyasıya rakip hatta düşman olmanın zararlarının doğrudan doğruya kendimize olduğunu fark etmenin zamanı gelmedi mi?
İnsanların birbirinden farklı düşünce tarzlarına ve yaşam şekillerine sahip olmaları olağan karşılanması gereken bir durumdur. Herkesin birbirinin kopyası gibi benzer veya özdeş olmasını bekleyemeyiz. Zaten yaşamın güzelliğini yaratanlardan biri, farklılıkların yarattığı uyum değil midir? Çevremize baktığımızda hiçbir ağacın bir başkasının, hiçbir bulutun bir diğerinin ya da hiçbir akarsuyun bir ötekinin aynısı olmadığını görmüyor muyuz?
Herkes kendi farklılığına sahip çıkabilmeli, koruyabilmeli, geliştirebilmelidir. Buna karşılık farklılıklar arasında da iletişim ve ilişki olmak zorundadır. Bu yapı da iyi niyet, hoşgörü, saygı ve empati temelleri üzerine kurulmak durumundadır.