Bu Eskişehir halkına neyi sordunuz ki Allah aşkına?

Taksim gezi yolunda ağaçlar kesilmesin diye başlayan direnme, Türkiye’nin en büyük eylemine dönüştü.Üzerinden 15 gün geçmesine rağmen hala olup biteni "Bir-iki ağaç" diye başlayan sözlerle eleştiren sivri zekâlılar bir...

Taksim gezi yolunda ağaçlar kesilmesin diye başlayan direnme, Türkiye'nin en büyük eylemine dönüştü.
Üzerinden 15 gün geçmesine rağmen hala olup biteni "Bir-iki ağaç" diye başlayan sözlerle eleştiren sivri zekâlılar bir yana, bu eylemler herkese şunu gösterdi ki, insanlar artık "Benim yaşamıma müdahale etme. Benimle ilgili karar alırken de önce bana bir sor" dedi.
Aslında olayın özeti de, tüm bu olup bitenlerin ana fikri de budur.
Gelin şimdi Eskişehir'e.
Alınan kararların, yapılanların hepsi dayatma.
Kimse sormuyor bu şehirde yaşayanlara "Siz nasıl istersiniz?" diye.
Söylense de zaten kimse dinlemiyor ki...
Alın Stadyum meselesini...
Aylarca tartışıldı, Eskişehir'in büyük bir çoğunluğu "mevcut yerine yapılsın" dedi, dinleyen bile olmadı.
-"Biz böyle istiyoruz" dediler ve Sazova'ya yapmaya karar verdiler.
Hem de karşılığında değerine paha biçilemeyen mevcut Atatürk Stadyum yerini alarak.
Mevcut Gar binasında yaşamadık mı aynı durumu.
Sözde fikir aldılar herkesten ama, sonra bildiklerini okudular.
Soruyoruz, cevap bile alamıyoruz.
-Eskişehir için büyük önemi olan Anadolu Üniversitesi'nin kurulduğu Bağlar Caddesi üzerinde ki binayı,8 katlı hizmet binası yapma uğruna kime sorup da yıktınız?
-Erden şekerlemenin olduğu yere o yoğunluğu kime sorarak verdiniz?
-Alaaddin park içinde ki demir ve beton yığınını kime sorarak oraya koydunuz?
-Şehir içinde ki AVM leri, hangi Eskişehirliye danışarak diktiniz?
-Bademliğe o otel, hangi Eskişehirlinin isteğiydi?
Bu örneklerin sayısı çoğaltılabilir de.
Netice olarak, şehirde yaşayanların ne istediğinin önemi yok.
Alışmışlar bir kere "Ben ne dersem o olur" demeye.
-----------------------------
Nazi Almanyası'nda da her şey
vardı ama özgürlükler yoktu...
Taksim'de başlayan olayların tırmandığı, Çağlayan Adliyesi'nde Avukatların yaka paça gözaltına alındığı günün akşamında Baro Başkanı Rıza Öztekin ile Es TV'de konuşuyoruz.
Önce, Türkiye'nin Anayasa ile yönetilen bir ülke olduğunu söylüyor.
Ardından...
Taksim'de başlayan protestoların Anayasada var olan özgürlükler olduğunu belirtiyor.
Baro başkanı, özgürlüklerin Anayasa ile güvence altına alındığını hatırlatıyor defalarca.
-"Anayasanın güvence altına aldığı özgürlüklerin tahsis edilmesinde en önemli görev de bize düşüyor" diyor.
Dahası...
-"Demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerde Savunmanın, yani Avukatların yeri yoktur. Orada sadece Savcı ve Hakimler vardır. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde ise Savunma, Anayasanın hayata geçmesini sağlayan en önemli unsurdur" diye konuşuyor.
Sonrasında...
Polis müdahalesine getiriyor konuyu.
Müdahale şeklinin yasalar çerçevesinde yapılmadığının örneklerini veriyor.
Son olarak da iktidarın bakış açısıyla ilgili bir tespitini dile getirerek;
-"Hitler Almanya'sında da ne isterseniz vardı. Dünyanın belki de en büyük ekonomik atılımı yaşanmıştı. Ama insanların en önemli ihtiyacı yoktu. Yani özgürlükler yoktu" diyerek tamamlıyor sözlerini.
-------------------------------
140 karakterle neyi değiştirirsiniz?
Prof Dr Nezih Orhun Anadolu Üniversitesi İletişim bilimleri Dekanı.
Eskişehir'de var olan iletişim uzmanları arasında önemli de bir ismi var.
Jüri görevi nedeniyle gitmiş İstanbul'a.
Akşam da eşi ile birlikte Taksim'e gitmiş neler olup bitiyor diye.
Tam da müdahalenin başladığı saatlermiş onların orada bulunduğu anlar.
-"Tam anlamıyla savaş meydanıydı" diyor sosyal medyada ki duyurusunda.
Zaten, eşi ile birlikte olay anında çekilen fotoğrafları da, nasıl bir olay yaşadıklarını gözler önüne sermeye yetiyor.
Belli ki olağanüstü olaylar, tarifte zorlandığı duyguları aynı anda yaşamış.
Yaşadıkları bir yana, söylediklerinin bir bölümü çok ilgimizi çekti.
-"Tamam sosyal medyasız olmuyor ama, siz 140 karakter ile bir şeylerin değiştiğini hiç gördünüz mü?" diye soruyor Nezin Orhun...
Eğer bir şeyler değişecekse, bunun dik durmakla, omuz omuza mücadele ile olabileceğini söylüyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse aynen katılıyoruz görüşlerine.
Vurup kırma, başka amaçlar peşinde koşma değil elbet ama...
Eğer yaşama dair bir müdahale varsa ve bu müdahaleden yakınılıyorsa, buna karşı çıkmanın yolu klavye başında kahramanlıktan geçmiyor.
Bunu yüksek sesle söylemek gerekiyor.
Zaten Anayasa da bunu böyle tanımlamıyor mu?
Zaten bu ülke Anayasa ile yönetilmiyor mu?
-------------------------------
BİRAZ DA GÜLMEK LAZIM
Aşk gemisinde, Temel ve Amerikalı John şezlonglara oturmuş, batan güneşi seyrediyor ve sohbet ediyorlardı.
Temel:
—Böyle bir gezi aklımdan bile geçmezdi. Bir yangın, fabrikamı kül etti. Sigorta paramı ödeyince oğlum Temel, bunca yıl eşek gibi çalıştın. Şimdi tatil zamanı dedim kendi kendime ve geziye çıktım.
John:
—Tesadüfe bak!! Benim de çok iyi iş yapan bir restoranım vardı. Bir kasırga, taş üstünde taş bırakmadı. Sigortadan paramı alınca, bu tatile karar verdim.
Uzun bir sessizlik oldu. Güneş ufukta kaybolurken, sessizliği Temel bozdu:
—Kasırgayı nasıl başlattın, Allah aşkına?

Haberleri