Yıl 1922… Ağustos ayının 26’sı…
Ulusal kurtuluş mücadelesini zafere ulaştıran, inanılmaz mücadelenin başladığı tarih…
Ve 30 Ağustos ülkenin kurtuluşunu sağlayan büyük zafer…
Üzerinden 101 yıl geçti.
Çok şey söylendi, çok şey yazıldı.
Ancak büyük zaferi Nazım Hikmet kadar güzel anlatan olmadı.
O büyük zafer sırasında harika bir destan yaratıldı.
Nazım Hikmet de o destanı anlattı.
Bugün bir şeyler yazmak yerine, Kurtuluş Savaşı Destanı’ndan bazı bölümleri aktarmak en iyisi…
‘’26 AĞUSTOS GECESİNDE SAATLER İKİ OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR"
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam,
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu,
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
ve birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu
Paşalar: 'Üç', dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
Eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.
******
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
Kaçanı kovalamıyordu yalnız ulaşmak da istiyordu bir yerlere
Ve sadece kahretmiyor yaratıyordu da.
Ve kılıçların, nalların, ellerin ve gözlerin pırıltısı
Ardarda çakan aydınlık bir bütündü.
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu:
"Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e
bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim..."
Sonra.
Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik ve Kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinde gelip öfkeden, sevinçten,
ümitten ağlaya ağlaya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.
"Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
Türk halkı bağışlasın bizi,
onlar ki toprakta karınca,
suda balık, havada kuş kadar çokturlar,
korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar
ve kahreden yaratan ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların maceraları vardır...’’