Şikâyet etmek, sorun yönetme ve çözme becerisi düşük toplum ve bireylerin en yaygın özelliklerinden biridir. Özellikle bireyi kul kabul edilip yurttaş yerine koymayan kafaların yaşadığı bir ülkede istediklerini elde etmenin tek yolu haline gelir. Bu yönelimi, türkülerinden halk öykülerine, siyasi konuşmalardan aile içi sohbetlere kadar her yerde bulmak mümkündür. Müziğimizin neredeyse tamamen ağlama ve sızlanma terennümlerinden ibaret olmasının belirgin nedenlerinden biri budur.
Bizim kültürümüzde dertleşmek, şikâyet etmektir. Sadece ve sadece bir şeylerden şikâyet edebilmek için yakın dostlarımızı aradığımız zamanlar vardır. Öyle şikâyetlerimiz vardır ki, anlatılsa roman olur. Şikâyet sürecinde kendini acındırarak konuları bir trajedi düzeyine getirmekte üstümüze yoktur. Hatta karşımızdakinin dinleme yoğunluğunun düştüğünü hissedersek, onu konunun içine geri çekmek için acındırmadan fiziksel zorlamaya kadar her yola başvurduğumuz olur.
Çoğu zaman bencil bir ruh haliyle bizi dinlemeye mecbur bıraktığımız kişinin durumunu hiç düşünmeyiz. Onu bu talihsiz anı yaşamaya mahkûm ettiğimizi aklımıza bile getirmeyiz. Arkadaş dediğimiz insana çoğu zaman bir duygusal terör uyguladığımızı hissetmeyiz.
Bir başkası, iç karartıcı şikâyetlerini ve sizi hiç de ilgilendirmeyen sıkıntılarını size aktardığında kendinizi nasıl hissedersiniz! Muhtemelen iç karartıcı bir durum. İki arkadaşın birbirlerinin sorunlarını paylaşmaları kadar doğal bir şey olamaz. Ama konu, sadece sıradan ah-vah ve ağlanma, sızlanma düzeyinde kalırsa, kişiden kişiye sadece negatif enerji aktarılmış olur. Karşılıklı olarak moral bozukluğu ve kötü ruh hali paylaşılır. Dolayısıyla özellikle yaşama olumlu bakmaya çalışan insanlar, çevrelerinde sürekli şikâyet eden insanların bulunmasını istemezler.
Sürekli şikâyet hali, muhtemelen bir bozuk ruhsal yapının ya da ruhsal hastalığın işaretidir. Bir uzmanın yardımının alınması gereken durumdur. Fakat şikâyet alışkanlığı edinmiş her kişinin halinin bir hastalık olarak algılanmaması gerekir. Kimi zaman bu tür durumlar, aile içinde edinilen kültürün bir parçasıdır. Çalışan sayısının fazla olduğu işyerlerinde de buna benzer durumlar gözlenir.
Her zaman, kişinin öncelikli doktoru kendisidir. Eğer insan, kendini bir karakter aynasında görebilmeyi başarırsa, kendisiyle ilgili gerekli değişim ve dönüşümü de sağlayabilir. İşte; iyi bir arkadaşa, bilgece özellikleri olan bir dosta bu gibi durumlarda ihtiyaç duyulur. Tarafsız bir gözle, tatlı ve acı yönlerinizi size aktarabilen bir tanışa ihtiyaç olan durum, sizin kendinizi objektif olarak görüp, değiştirmeyi istediğiniz andır.
Hiç kimsenin yaşamı sonuna kadar kötü değildir. Yaşam, en ağır koşullarda bile devam ediyor. Şikâyet ettiğiniz durumdan kurtulmanın ilk adımı, yaşamınızda iyi olan konuları hatırlayıp güç ve enerji kazanmaktır. Yukarıda sözünü ettiğim gibi iyimser ve içten bir arkadaşın görüşleri de size yardımcı olacaktır. Eğer kendinizi iyileştirmek konusunda ısrarlı ve değişimde kararlı iseniz sağlamanız gereken bir koşul daha var: O da kendinize karşı objektif olabilmek… En azından; hangi konularda objektif olamayacağınızı bilmek bile çok yararlıdır.
Gerçekten sahip olduğumuz tek bir varlığımız var. O da; kendi yaşamımız. İyi ve doğru yaptıklarımız, yaşamımızı renklendirip can katarken; olumsuzluklar bu değerli varlığı an be an yitirmemize neden oluyor. Kendi yaşamını zenginleştirip geliştirmek için çaba göstermeyen kişi, başkaları için de fazla yararlı olamaz. Özetle; şikâyet etmekten vazgeçip sorunlarımızı nasıl ve ne vadede çözebileceğimiz konusunda akılcı planlar yapmak, muhtemelen bizi daha mutlu edecektir.