CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Adana mitinginde tutuklu gazetecileri sıralıyor kürsüden.
Mitingi izleyen partililerine de her isim saydığında "Burada" demelerini istiyor.
Cumhuriyet Gazetesi'nin tutuklu gazetecilerini başlıyor saymaya.
Her ismi söylediğinde miting kalabalığı "Burada" diye bağırıyor.
Genel başkan isimleri sıralamaya devam ederken birden "Ahmet Altan" diye bağırıyor.
Kalabalık "Burada" diyor.
Kılıçdaroğlu "Nazlı Ilıcak" diye bağırıyor.
Kalabalık yine "Burada" diye bağırmayı sürdürüyor.
FETÖ operasyonu kapsamında tutuklanan diğer gazetecilerin de adını saydıkça Kılıçdaroğlu, kalabalık "Burada" diye bağırmayı sürdürüyor.
Tamam. Hiçbir gazeteci gazetecilik mesleğini icra ettiği için tutuklanmamalı.
Tamam. Hiçbir gazeteci siyasi fikrinden ötürü hapse atılmamalı.
Lakin...
Kılıçdaroğlu'nun saydığı isimler, Ergenekon ile başlayıp, devamında yapılan her düzmece operasyonları televizyon kanallarında ve gazetelerinde canhıraş savunan isimler.
Yazdıkları yazılar, yaptıkları haberler ve televizyon kanallarında söyledikleri sözlerle bir sürü günahsız insanın cezaevlerine girmelerine direkt ya da dolaylı olarak neden olan insanlar.
Ergenekon, balyoz gibi düzmece operasyonlarla içeri atılan vatansever subayların suçlu olduklarını ilan edip, bu insanları hapse tıkan savcıları yaptıkları haberlerle parlatan insanlar.
O yüzden...
O isimlerin savunulması basın özgürlüğünün savunulması değildir bana göre...
Çünkü...
O isimler özgür olduğunda, cezaevinde suçsuz yere yatan insanları savunma gereği duymadıkları gibi, aksine, bir de suçlu ilan etmişlerdir.
Tüm bunlara rağmen...
CHP lideri kürsüden bu gazetecilerin ismini bağırmakta bir yanlışlık görmedi.
Suçsuz yere hapiste bulunan, yaptıkları iş sadece gazetecilik olan insanlarla, bu kürsüden isimlerini bağırdığı gazetecileri yan yana koymada bir sakınca bulmadı.
İşin enteresan tarafı...
O kürsüden isimleri bağırdıkça, o'nu miting alanında dinleyen CHP'liler de "burada" demekte bir acayiplik hissetmedi.
Kısacası...
Kılıçdaroğlu'nun bu gazetecilerin ismini kürsüden bağırmasına mı şaşalım yoksa kendisini dinleyenlerin "burada" diye bağırmalarına mı?
O nedenle...
AK parti seçmenini ve tabanını zaman zaman cahillikle suçlayan CHP'liler bundan böyle bu tür bir suçlamada bulunmadan önce iki kez düşünse hiç fena olmayacak...
Zira...
-Ortada sahte ve düzmece kumpas davalarını yakın bir geçmişte canhıraş savunmuş...
-Bu davaların açılmasında önemli roller oynamış...
-Bu yüzden bir sürü insanın canının yanmasına öyle ya da böyle aracı olmuş insanların isimlerini kürsüden bağıran bir genel başkan ile o isimler okunduğunda "buradaaa" diye bağıran, bağırdıkları gazetecilerin geçmişte neden oldukları yaşanmış acıları unutmuş bir topluluk var sanki...
.....
Aynı soruları sormak mı lazım acaba?
ES TV'de bir program sırasında Eskişehirspor'u konuşurken, kulüp başkanı Mesut Hoşcan bağlanmıştı programa.
Kongreden bir-iki gün önceydi sanırım.
Sıkıntının tamamen parasal olduğunu söylemişti.
Şehrin de kulübüne yeterince sahip çıkmadığından yakınmıştı.
İki soru sormuştuk kendisine canlı yayında.
1. Sen göreve gelirken şehrin katkı sağlaması gibi bir şart öne sürmedin. Dolayısıyla bu durumdan yakınman doğru mu?
2. Parasal sıkıntıdan yakınıyorsun ama parayı da ne yapıp edip bulmak senin görevin değil mi?
Bu sorular üzerine Mesut Hoşcan, kongrede yeniden seçilmesi halinde hem şehrin katkısının sağlanacağını, hem de transfer için gerekli paranın bir şekilde bulunacağını söyledi.
Eskişehirspor kongresi yapıldı.
Mesut Hoşcan yeniden kulüp başkanı oldu.
Paraları ödenmediği için gidecekleri söylenen futbolcular kulüpte kaldı.
13 civarında futbolcu transferi gerçekleştirildi.
Yani...
Bir şekilde para bulunmuş görünüyordu.
Ya da biz öyle zannetmiştik.
Çünkü...
Para falan bulunmadığı, o gün transfer edilen futbolculara sadece ilk taksitlerinin ödendiği ve ödenmeyen futbolcu alacakları nedeniyle kulübün bugün topladığı tüm puanların silinmesi gibi bir durumla karşı karşıya kaldığı ortaya çıkıyor.
Şimdi gelelim bu güne...
Halil Ünal kim ne derse desin iyi toparladı kulübü.
Kim ne derse desin süper lig ayarında bir kadro oluşturdu.
Yine kim ne derse desin, imkânsızı yarattı.
Eskişehirspor bu çabalar sonucu şampiyonluğun en önemli takımı haline geldi...
Bu yüzden Halil Ünal takdiri hak ediyor.
Ama, fakat, lakin...
Halil Ünal da gelinen bu noktada parasal sıkıntının olduğunu ve şehrin takıma yeterince sahip çıkmadığından yakınıyor.
Yanlış anlaşılmasın sakın! Herhangi bir şeyin peşinde değiliz.
Mesutçu ya da Halilci hiç değiliz.
Sadece dışarıdan izleyen ve futbol işine aklı çok ermeyen bir kişi olarak sadece merak ettiğimiz için Halil Ünal'a tıpkı Mesut Hoşcan'a sorduğumuz gibi iki soru sormak geçiyor:
1.Sen göreve gelirken şehrin katkı sağlaması gibi bir şart öne sürmedin. Dolayısıyla bu durumdan yakınman doğru mu?
2. Parasal sıkıntıdan yakınıyorsun ama parayı da ne yapıp edip bulmak senin görevin değil mi? Diye...
.....
Bizim siyasetimiz hangisi?
Siyaset'in bana göre en güzel tanımlaması; halka hizmet etmenin en demokratik aracı olmasıdır.
Ama...
Tarihte Siyasete değişik isimler değişik tanımlamalar getirmiş.
Örneğin;
Easton: "Değer ve imkanların iktidar tarafından dağıtılmasıdır" demiş.
Laswell ise: "kimin nerede, ne zaman ve ne elde edeceğinin belirlenmesi" diye tanımlamış siyaseti.
Marx : "Organize bir sınıfın diğerleri üzerinde baskı kurması" olarak tanımlandırmış siyaseti.
Lord Butter ise : "Mümkün olanın sanatı" demiş.
Hitler ise siyaseti tanımlarken; "Bir Milletin dünyadaki varlığını yürütme sanatı" demiş.
Siyaset tanımlamalarının hepsi gerçekten çok ilginç.
Acaba Türk siyasetinin bugünkü haliyle tanımlaması ne olurdu dersiniz?
.....
Biraz da gülmek lazım
Bir grup İngiliz, Amerikan ve Türk, gemiyle yolculuk ediyorlarmış.
Birden şiddetli bir fırtına kopmuş.
Geminin batacağını anlayan kaptan, hemen yolculara koşup gemiyi boşaltmalarını istemiş.
Fakat kimse buna inanmayarak kendini denize atmayı kabul etmemiş.
Bir süre sonra bütün yolcuların ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gören kaptan hemen bir tayfasını çağırmış.
- "Git bir de sen dene onları gemiden atlamaya ikna etmeyi!" demiş.
Tayfa gitmiş ve kısa bir süre sonra geri dönmüş.
Kaptan merakla sormuş:
- Eee, ne oldu?
- Hepsi atladılar efendim.
Kaptan çok şaşırmış:
- Nasıl olur, daha demin kıllarını bile kıpırdatmamışlardı. Ne dedin onlara?
- Çok kolay. İngilizlere "Sizin gibi soylu insanlar batmak üzere olan bir gemide olmamalılar!" dedim. Amerikalılara deniz suyunun insan vücudu için çok faydalı olduğunu söyledim.
- Peki ya Türklere ne dedin?
- Onlara da "Denize girmek yasak! " dedim.
CHP'liler bu olaydan sonra, AK parti tabanını eleştirirken iki kez düşünmeli...
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Adana mitinginde tutuklu gazetecileri sıralıyor kürsüden.Mitingi izleyen partililerine de her isim saydığında Burada demelerini istiyor.Cumhuriyet Gazetesi’nin tutuklu gazetecilerini başlıyor...