Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesi demektir. Demokrasiyi, yönetim sisteminde halkın iradesinin egemen olması ve yönetenlerin halk tarafından denetlenmesi olarak da anlayabiliriz. Günlük yaşamda demokrasinin anlamı biraz daha genişleyip zenginleşiyor. Örneğin demokrasiye uygun kişilik özelliklerine baktığımızda, demokrat olmanın pek sıradan bir özellik olmadığını görüyoruz.
Halkın, yönetim hakkını kullanıp işleyişi denetleyebilmesi için bireylerin sosyal ve politik konularda duyarlı olmaları gerekiyor. Ancak çevresinde olup bitenlere karşı duyarlı olan insanlar, yönetime katılma ve denetleme konusunda irade ve inisiyatif sahibi olabilirler.
Demokrasi, toplu ve katılımlı irade olduğundan işbirliği, konunun önemli kavramlardan biri olarak yer alır. Bu nedenle bireylerin birbirlerini kabul etme, karşılıklı saygı gösterme ve birlikte çalışabilme özelliklerine sahip olmaları gerekir. “Ben yaptım oldu” veya “Bilirsem ben bilirim” tarzına sahip jakoben insanları çevrenizde görebilirsiniz. Bu kişiler, asla yanıldıklarını kabul etmezler. Yanıldıkları zaman da “Dün, dündür; bugün, bugündür” olur. Demokrat bir birey, öncelikle yanılabileceğini ve bundan ders alıp tutum ve davranışlarını düzeltebileceğini kabul eden bireydir.
Gerçekten demokrat kişilik yapısı, her zaman yeni durumların olabileceğini kabul eden, dolayısıyla yeni gelişmelerle görüş ve düşüncelerine değiştirebileceğini benimseyen özelliktedir. Kimse yanılmaz değildir. Değişimin kendisinin bile değiştiği bir dünyada başka türlü olmak mümkün müdür?
Toplumumuzda en zor anlaşılan kavramlardan biri de eleştiridir. Eleştiri, kolayca bir karalama kampanyası haline dönüşebilirken, eleştirilen de kritikleri kabul etmekte hayli zorlanır. Demokrat kişilik, hem eleştirilere tahammüllü olmayı hem de eleştirinin dozunu yapılan yanlışı düzeltmek olarak anlamayı zorunlu kılar. Eleştiri, denetlemenin en önemli araçlarından biridir.
Yukarıda sözünü ettiğim özelliklerin doğal sonuçlarından biri de demokrat kişinin esnek ve açık düşünceli olmasıdır. Demokrat insan, kendisini başkalarının yerine koyarak onları anlamayı becerebilen kişidir. Bu da bir diğer özellik olan uzlaşmacılığın kapısını aralar. Uzlaşmacılık, biteviye ödün verme anlamına gelmez tabii. Çatışmaları yönetip denetleyerek ortak kararlara varabilmeyi hedefler.
Demokrat bir insanda aranacak diğer iki gerek şart, saygı ve hoşgörüdür. Bu iki özelliği yeterince geliştirmemiş bir insanın uzlaşmacı olması da mümkün değildir. İnsanlar güven duydukları kişilerle işbirliği ve katılım içinde olurlar. Bireylerin sorumluluklarının farkında olduklarını birbirlerine hissettirmeleri ve karşılıklı bir güven ortamı sağlamaları demokrasinin işlerliği için kaçınılmazdır.
Eğer demokrasiyi, halkın oy kullanması ve parlamentoyla hükümeti oluşturması diye tanımlarsanız, demokrasiyi çoğunlukla eş tutmak gibi ciddi bir hataya önayak olursunuz. Gerçekten demokrasiyi çoğunluğun yönetimi ile eşdeğer düşünmek gibi bir yanlış sıklıkla yapılır. Burada bir diğer yanlış algı, oy verenlerin tümünün iradesini, yönetimi belirleyen çoğunluk ile eş tutma hatasıdır. Böyle bakıldığında demokrasi; halkın bir bölümünün, sadece çoğunluğu oluşturması nedeniyle toplumun tamamını yönetmeye kalkması anlamına gelir ki, bu durumda toplumsal rızanın oluşmayacağı ihtimali gözden kaçar. Demokrasinin, sosyal rıza örneğinde olduğu gibi, halkın tamamı tarafından hissedilmesi gerekir.
Temsili demokrasilerde çoğunluğun hiç rolü yok mudur? Eğer herhangi konuda görüşme, tartışma ve ortak payda bulma yolları mümkün olmaz veya tamamen tüketilirse, bu durumda anlaşmazlığı çözmek üzere oylama bir geçici çözüm aracı olarak kullanılabilir. Ama çoğunluğun kazandığı oylama durumunda bile, yukarıda sözünü ettiğim biçimde sosyal rızanın oluşması gerekir.
Çoğunluğu demokrasi ile eş tutanların akıllarındaki temel dayanak, bir süre sonra muhalefetin iktidara geleceği ve onların da kendi uygulamalarını gerçekleştireceği düşüncesidir. Bu yaklaşımdaki birinci hata, söz konusu uygulamaların ne olduğudur. Çünkü çoğunluğu bir silah olarak kullanmak; kamunun kaynaklarını hoyratça tüketmekten grupsal kadrolaşmaya kadar ciddi boyutlara varabilmektedir. Sonuçta başarısız bir çoğunluk yönetiminin ardından bir kurumsal enkazla karşılaşmak çok muhtemeldir.
Demokrasi ile çoğunluğu eşleyen anlayışın ikinci yanılgısı, yönetimin iktidarı muhalefete (veya azınlığa) devretmemek için her türlü yola başvurabileceği ihtimalini dikkate almamasıdır. Ülkemizde sosyal veya kurumsal düzeyde yapılan iktidar mücadelelerine baktığımızda; bu konuda son derece başarılı ‘seçkin’ örnekler görebilmekteyiz.
Demokrasiyi çoğunluk-azınlık ikilisi olarak gören anlayışın bir diğer yanlışı, ayrımcılığa konu olan alanlarda ortaya çıkmaktadır. Etnik, kültürel, bölgesel veya inanca dayalı olarak isimlendirebileceğimiz alanlar arasında en yakın örneği toplumsal cinsiyet oluşturuyor. Kadınlar, her dönemde siyasal ve sosyal alanlarda azınlıkta kalıp çoğunluğu oluşturan erkek kültürünün yönetim anlayışını özümsemek zorunda kalıyorlar. Böyle durumlarda demokratik kurumsallaşmayı sağlamak üzere başta yasal mevzuatta olmak üzere bazı destekleyici girişimlerde bulunmak gerekiyor.
Basit olarak söylendiğinde; demokrasi, halkın egemenliğine dayanan yönetim biçimi demektir. Ama bu kısa tanım, demokrasinin tüm boyutlarını ifade etmek için yeterli değil. Tanıma ek olarak; uzlaşmanın aranmasından, ortak paydada buluşma ihtiyacından ve bireylerin doğru çözüme ulaşıldığına dair sosyal rızalarına kadar başka olguların da demokrasi sürecinde yer alması gerekiyor.
Eğer bir çoğunluk yönetimi demokratik olmayı hedefliyorsa, toplumun diğer kesimleriyle uzlaşma ve ortak payda zemin ve ihtimallerini aramak zorundadır. Çoğunluğun kendisine verdiği gücü kullanırken de, kendisini sınırlamak ve kısıtlamak için bir ilkeler manzumesini uygulamaya almak zorundadır. Demokrasi, kendiliğinden oluşacak bir süreç değildir; bilinçli emek ve zaman harcamak gerekir.