Demokratik Sivil Toplum

Gelişmiş ülkelerde örneklerini gördüğümüz yüksek etki gücüne sahip derneklerin ülkemizde çok sayıda var olmadığını görüyoruz.

Gelişmiş ülkelerde örneklerini gördüğümüz yüksek etki gücüne sahip derneklerin ülkemizde çok sayıda var olmadığını görüyoruz. Nedir fark? Tek bir cümle ile ifade etmek kolay değil. Öncelikle gelişmiş ülkelerde sivil toplum kuruluşlarının (STK’ların) sayıca daha çok ve nitelik olarak daha gelişkin olduğunu görüyoruz. Kişi başına daha fazla örgüt düşüyor. O ülkelerde STK üyelerinin önemli bir bölümü, aktif olarak kendi kuruluşlarında çalışıyorlar.

Bizde ise durum biraz acıklı… Çok daha az sayıda sivil toplum kuruluşu (STK) var. Pek çoğunun üye sayısı 10 ile 100 arasında. Üyelerin büyük bölümü, sadece kağıt üzerinde kayıtlı görünüyor. STK’ların faaliyetlerine katılan vatandaş sayısı son derece düşük. STK’ların kitleselleşmesi ve buna bağlı olarak kurumsallaşması ise pek kimsenin umurunda değil. Konu ciddiye alınarak üzerinde çalışma bile yapılmıyor. Genel anlamda STK’ların başlıca sorunu, günü kurtarmak ve hayatta kalmak şekline dönüşmüş. Bu da kirayı, su – elektrik – telefon borcunu ödemek ile sınırlanıp kalmış.

Bir STK’nın kitleselleşmesi ile ne kastediyoruz, onu net olarak ortaya koymak gerekli. Birincisi; üye kaydı anlamında kısıtlaması olan vakıflar veya odalar gibi özel durumlar dışında, her STK kendi üye sayısını artırmak için çalışmalar yapmalıdır. İkincisi; değişik nedenlerle STK’ya üye olmasa da bu kuruluş için çalışan gönüllülerin sayısını artırmalıdır. Üçüncüsü; kısıtlı zamanı olduğu için yeterince zaman ve kaynak ayıramayan yetkin ve uzman kişilerin STK çalışmalarında bulunması için mekanizmalar geliştirilmelidir. Dördüncüsü; yapılan faaliyetlere daha fazla vatandaşın ve kuruluşun katılması için yol, yordam ve yöntemler bulunmalıdır.

Kitleselleşme, STK’ların pek çok sorununu çözebilmeleri için anahtar kavramlardan biridir. STK’da demokrasinin yerleşmesi, kaynak bulma sorunlarının çözülmesi, yeni

görüş ve yaklaşımların geliştirilmesi, insan potansiyelinin nicel ve nitel olarak yükseltilmesinin çözüm yolu STK’nın üye ve gönüllü olarak kitleselleşmesinden geçmektedir.

Pek çok STK, ancak 5-10 kişinin katıldığı faaliyetler yapmakla yetiniyor. Katılımı yükseltmek için yeterince gayret göstermiyor. Katılımın azlığı ve faaliyetin etkinsizliği işaret edildiğinde ise sadece halktan, halkın kayıtsızlığından şikâyet etmekle yetiniyor.

Bu sorunun altında temel bir yanlış var. O da her STK’nın kendisini sivil toplumla özdeşleştiriyor olmasıdır. Bu tür STK’lar, kendi başlarına tüm sivil toplumu temsil ettikleri gibi ciddi bir yanılgı taşıyorlar. Kendilerinden haberi bile olmayan halkı, kendi doğal üyeleri sayıyorlar. Ama yaptıkları etkinliklere katılımdan –bu faaliyetlere katılan kişi ve kuruluş sayısından– halkın gücünü yanlarına alamadıkları açıkça belli oluyor. Halkın büyük gücünü yanına alamayan bir STK, karar ve yönetim süreçlerinde etkili olamaz. Ülkemizin STK gerçeği de budur zaten.

Son yıllarda STK’larda kitleselleşmeyi mazur göstermeye çalışan bir başka hastalık ortaya çıktı. Bu da ‘projecilik hastalığıdır.’ Kitleselleşme konusunda başarılı olarak halkın katılımını sağlayamayan STK’lar, düşük insan kapasitelerini meşrulaştırıp ‘proje yaparak’ kendilerini tatmin etmeye çalışıyorlar.

Evet; STK’lar gerçekten ‘projeci’ olmalıdırlar. Çağdaş iş modellerini ve proje yaklaşımlarını bilmeleri gerekir. Ama bu durum, hiçbir şekilde STK’ların kitleselleşmesi ve demokratikleşmesi gerçeğini ve zorunluluğunu dışarıda bırakmaz.

Sivil toplum kuruluşlarının görevlerinden bir tanesi savunuculuktur. STK, varoluş nedeni gereği, toplumun ve çağın etik değerlerinin korumalı ve geliştirmelidir; en azından bu yönde çaba harcamalıdır. Bu görev, kitlesel sivil güce ulaşmadan yerine getirilemez. Dolayısıyla her STK, kendi kasketini önüne koyup nasıl çoğalabileceği konusunda strateji, yöntem ve faaliyetler geliştirmek zorundadır. Ya bir sivil güç olunacaktır ya da hiç…

Güncel Haberleri