DEVLETİ SUÇLAMAK

Türkiye’ den, 1127, uluslararası 356 kişi “ Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı. Bildirilerinde ” …Yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı,...

Türkiye' den, 1127, uluslararası 356 kişi " Bu suça ortak olmayacağız" başlıklı. Bildirilerinde " ...Yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal edilmektedir" ifadeleri ile "DEVLETİ "suçladılar. PKK ve yandaşlarını ise görmezden geldiler.
Oysa DEVLET", çağdaş anlamıyla, belirli bir ülkede yaşayan insan topluluğunun, egemenlik ve bağımsızlık temelinde oluşturduğu siyasal örgütlenmedir. Devlet, aynı zaman da tüm halkımızın, ortak değeridir. Kendini aydın ilan eden kişi/kişilerin, bu gerçeği bilmemesi özellikle de üniversitelerde, öğretim üyesi olmaları daha da üzücüdür.
Ayrıca devleti suçlayanların tamamına yakını, üniversitelerde öğretim üyesidir. Devleti suçlamak yerine, sorunla ilgili çözüm önerilerini beklerdik. Çünkü üniversiteler, "BİLGİ" ve "TEKNOLOJİ" üreten, ülke sorunlarına da çözüm bulan kurumlardır.
Devleti suçlayan Kişi/kişiler, bilmelidir ki güneydoğu bölgemizde, meydana gelen olaylardan, devlet değil, PKK ve yandaşları sorumludur. Anca devleti yöneten siyasi iradenin de sorumluluğunun olduğu da bir gerçektir. Çünkü siyasi otorite, "Çözüm Süreci"ni, bahane ederek, PKK' nın güçlenmesini görmezden geldi. Bölgedeki valiler de güvenlik güçlerinin, ikazlarına itibar etmediler.
Aslında "DEVLET" i suçlamalar, geçmiş yıllarda da yaşandı. Nitekim değişik görüşlerdeki sanal aydınlar!, şiddetin çözüm getirmediği, savaş dilinin artık bırakılması gerektiğini, sorunun militarist asayiş politikalarıyla değil, insan yaşamını merkeze alan sivil açılımlarla çözülebileceği, ortak paydasında buluştukları bildiride, konunun acili yetini vurgulayarak, siyasi iradenin çözümün, sorumluluğunu üstlenmesini istemişlerdi.
Türk halkı, barışçıl çözümlere her zaman sıcak bakmıştır. Ancak bu düşüncesi ve isteği, emperyalist ülkeler, dış ve iç şer odakları tarafından, sürekli engellenmiş ve etnik, dinsel ve ideolojik gelişmeler, sürekli körüklenmiştir. Sanal aydınlar Devlet kurumlarının, barışçıl çözümlere yaklaşımını, sürekli, militarist asayiş politikaları olarak tanımlanmıştır.
Yıllardır, şiddet nedeniyle, çok şey kaybedildi. Yıllardır binlerce insanımız öldü, sosyal dokumuz tahrip oldu. Barışı sağlanması için, silahlı eylemlerin durması hep söylendi ama bir türlü barış hayata geçirilemedi..
Bazı kesimler de açılımları ve sivil çözüm dinamiklerini, barıştan yana değil de çıkarları doğrultusunda kullandılar. Ancak, çatışma ortamının, tamamen sona ermesi için, eylemde, fikirde ve yüreklerde silahların bütünüyle susması gerektiğini hep vurguladılar ama el altından da bu çatışmalara zemin hazırladılar. Yaşanan acılar, yeri doldurulamayacak kayıplar göstermiştir ki, şiddet çözüm getirmiyor.
Öte yandan "Tek bir terörist kalmayıncaya kadar" sloganı da, bazı kesimler tarafından sürekli eleştirildi. Doğrudur, bu slogan ve şiddet, akan kanı da durdurmuyor, kinci söylemi besliyor ve bölge üzerinde hesapları olan güçlere bağımlılığı artırıyor. Ancak bu sloganın neden söylediği de bir türlü sorgulanmıyor.
Türk milletinin sorunları, hepimizin çabalarıyla bu topraklarda çözülebilir. Ancak istemler ve hedefler, bu ülkenin kurulu düzenini bozmamalı, en önemlisi de dış ve iç şer odakların, hedeflerine de hizmet etmemelidir.
İnsan hayatını temel alan bir güven ortamı yaratılmasını, yanlış yolda olan ve şiddete karışan insanlarımızın, toplumsal-kamusal hayata katılabilmelerini sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılmasını, şiddet ortamının tümüyle sona ermesini kim istemez. Ancak bugüne kadar bu yöndeki tüm yasal düzenlemeler, maalesef yanlış algılandı. Ülkeye fayda değil zarar getirdi. Getirilen afların ve tavizlerin, faturası ortadadır.
PKK ve yandaşları, Türkiye'de, tüm kültürler, devre dışı bırakılarak veya göz ardı edilerek, Kürt kimliği, dili ve kültürünün, kamu yaşamının, bütün alanlarına dahil olması, önündeki yasal engellerin kaldırılması ve ifade ve örgütlenme özgürlüğünün de eksiksiz sağlanması isteniyor ama ülkemizin demografik yapısı hiç dikkate alınmıyor.
Ülkemizde, herkes, özgürlük ve güven içinde yaşamak ister. Ancak bu istemekle olmuyor. Bu alanda, her kesim, elini taşın altına koymak ve yasal düzenlemeleri çıkarları doğrultusunda kullananlarla da mücadele etmek ve şiddeti yaratan nedenler üzerinde, düşünmeye, yaptıklarımızı ve yapmadıklarımızı, samimi bir şekilde sorgulamak gerekir.
Her şeyi devletten beklemek veya belli bir kesimi ön plana çıkartarak, hak aramak, devleti suçlamak, bugüne kadar çözüm olmadı, gelecekte de olmayacaktır. Çünkü devlet bir kavramdır. Nasıl yönetilirse, icraatı da topluma o şekilde yansır. Sanal aydınlar bilmelidir ki bugün güneydoğudaki şiddetten, Devlet değil, taşeron PKK ve yandaşları ve onlara, bu ortamı sağlayanlar, sorumludur.

Haberleri