Dıdısının dıdısı dönemi...

 İlk Koç grubunda uygulandığını duyduğumuzda bir hayli şaşırmıştık…Evli çiftleri aynı şirket içinde kesinlikle çalıştırmıyorlardı.Eğer iki çalışan işyerinde tanışıp evlenmeye karar verdiler mi, eşlerden birinin...

 


İlk Koç grubunda uygulandığını duyduğumuzda bir hayli şaşırmıştık…


Evli çiftleri aynı şirket içinde kesinlikle çalıştırmıyorlardı.


Eğer iki çalışan işyerinde tanışıp evlenmeye karar verdiler mi, eşlerden birinin görevinden istifa etmesi kuralı vardı.


Bu kuralı titizlikle uyguluyorlar ve kimse için de ayrıcalık yapmıyorlardı.


Sonrasında söz konusu bu uygulamanın birçok şirkette, kapsamı daha da genişletilerek uygulanmaya başladığına tanık olmuştum.


Kurumsal firmalar ve bankalar bırakın eşleri, aynı soy isme sahip olanları aynı şube içinde çalıştırmıyorlardı.


önemli bir kurumun üst düzey yöneticisine sormuştuk meseleyi…


-“Bu uygulama zaman zaman haksızlık yaratmaz mı? Eşlerden ikisi de o işi hak eden özelliklere sahipse, sır evlendiler diye birisinin işten çıkartılması adil mi?”diye…


Asıl haksızlığın bu uygulanmadığı zaman ortaya çıkacağını söylemişti önce.


Ardından da…


-“Kurumda yetki sahibi yöneticiler, özellikle  işe alımlarda eş-dost-akrabalarına öncelik tanır ve hak etmediği halde yakın çevresini işe alırsa, bu işi gerçekten hak eden insanlar dışarıda kalır. Kurum, bu işi hak etmiş çalışanlarından mahrum olunca yükselemez. Sırf yönetici torpili ile işe alınan niteliksiz yakın çevre, değer katamayacağı için kurumu aşağı çeker. Gördüğün gibi asıl haksızlık da bu olur.” demişti.


Son derece mantıklı gelmişti söz konusu uygulama ile ilgili anlattıkları.


Bu kural, günümüzde halen ciddi şekilde uygulanıyor…


Aynı işyerinde eşler ve soy ismi aynı olan kişilerin birlikte çalışmalarına asla izin verilmiyor.


Kural o kadar benimsenmiş vaziyette ki, “Kurumsal Firma”  tanımlaması yapılırken, bu kural da kurumsal firma olmanın kriterleri arasında mutlaka gösteriliyor…


DEVLETTE İSE TAM TERSİNE…


Hal böyleyken, Devlet kurum ve kuruluşlarında tam tersi bir kural işliyor.


Bakan, ne kadar yakını varsa, bu yakınlarını kendine bağlı kurumlara tek tek yerleştiriyor…


Milletvekilleri, belediye Başkanları, parti başkanları da keza aynı şekilde…


üniversitelerde bırakın eşleri, eşlerin ne kadar çocuğu varsa aynı üniversite’de çalışmaya başlıyor. üniversiteler soy isimleri aynı olan öğretim üyelerinden geçilmiyor.


Başarılı her özel teşebbüs, eşleri dahi bir arada çalıştırmazken, devletin kurumlarında “Dıdısının dıdısı” dönemi dibine kadar yaşanıyor.


Her özel teşebbüs aynı soy isimli ikinci bir ismin çalışmasına kesinlikle izin vermezken, devlette çalışanların aynı kurum içinde ve neredeyse atalarına, yani soy ağacına kadar ulaşılıyor.


Sonuç olarak:


Bu kural uygulandığı için özel teşebbüs hep en kalitelisi ile çalışıyor…


Bu kural uygulanmadığı için devlet hep en niteliksizi ile çalışmak zorunda kalıyor…


,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,


 


Ben olsam!


 


 Muğla’da çiftçi Ramazan’ın kızı ilkokula başlayacakmış bu yıl.


Servisle anlaşmış “Her gün kızımı evden al, okula götür.” Diye.


Servis şoförü “Olmaz” demiş. “çünkü senin evine kadar gelebileceğim yol yok”


Bunun üzerine 20 bin lira borçlanmış bizim çiftçi Ramazan…


Ne yapmış biliyor musunuz?


Sırf kızı okula gidip gelebilsin diye evinin önünden asfalt yola kadar olan kısma yol yaptırmış…


Artık kızını her gün servis evinin önünden alıyor, okula götürüp geliyormuş.


Yol yaptırarak 20 bin lira borçlanan çiftçi Ramazan ise “önemli olan kızımın okuması. Borcu bir şekilde öderim. Bilgi parayla ölçülür mü hiç?” demiş…


Şimdi ben bu haberi okuyan bir devlet yöneticisi olsam, utancımdan ölürüm.


Ben bu haberi okuyan ve aynı zamanda ülkeyi yöneten isimlerden biri olsam, Ali Ağaoğlu’nun borçlarını kapatma talimatını verirken kahrolurum.


Ben böyle bir haber okuduktan sonra istifa eder, o yaptırdığı yolda kazma kürek çalışırım…


çünkü…


O kızın eğitimi var ya, her şeyden önemli.


O çiftçi Ramazan var ya?


Hepsinden değerli…


 


 .....


 


 


Kimin olduğunun ne önemi var?


 


Eskişehirspor’a, başkan aranıyor şu sıralar…


-“O mu olacak?, Bu mu olacak?” tartışmaları gırla gidiyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse…
Eskişehirspor’un başına gelecek olan isim ile yönetim kurulunda bulunacak olan isimleri de çok merak etmiyoruz.
Zira…
Bizi isimlerden ziyade, o isimlerin nasıl başkanlık, nasıl yöneticilik yapacakları, nasıl bir yönetim anlayışı içinde olacakları ilgilendiriyor bizi.

örneğin…
-Bozuk olan işini düzeltmek isteyenler yerine, işi-gücü düzgün olan insanların başkan ve yönetici olmalarıyla…
-Akıl veren insanlar yerine, emek veren insanların başkan ve yönetici olmalarıyla…
-“Şu kadar alacağım var” diyecek insanlar yerine, “Kulübe şu kadar para vereceğim” diyebilecek insanların başkan ve yönetici olmalarıyla…
-Var olan imkanları paylaşma peşinde koşanlar yerine, var olan imkanları daha da arttıracak olan insanların başkan ve yönetici olmalarıyla…
-Kulübü geçim kapısı yapanların çevresini sarıp sarmaladığı insanlar yerine, bu tipleri kulübün 10 kilometre dahi yanına yaklaştırmayacak insanların başkan ve yönetici olmalarıyla…
-Kulübün olmayan parasını dahi tırtıklamak için 9 takla atan insanların söz sahibi olması yerine, kulübün kapılarını bu insanların yüzüne kapatan insanların başkan ve yönetici olmalarıyla…

KISACASI…
-Yalan-dolan-entrika içinde olan insanlar yerine, doğru-dürüst-şeffaf ve seviyeli insanların başkan ve yönetici olmalarıyla İLGİLENİYORUZ…
Eskişehirspor’a başkan ve yöneticilerin kim olduğu, kimler olduğunun vallahi de önemi yok…
önemli olan…
Başkan ve yönetici olanlar, Eskişehirspor gibi son derece önemli bir camia içinde,  ne denli ciddi bir görev üstlendiklerinin ve bu üstlendikleri görevin sorumluluğunun ne denli önemli olduğunu bilecek ve ona göre seviyeli bir davranış içinde olacaklar mı?
İşte bütün mesele bu…


 ...


 


Biraz da gülmek lazım

Karadeniz sahilinde bir kahvede inatçılık şampiyonası düzenlenmiş. Yarışmacılar başlarından geçen birer olayı anlatacak, kahve sakinleri de şampiyonu seçecekmiş. Yarışmaya üç kişi katılmış ve birinci yarışmacı söz almış: 


- Bir akşam işten eve döndüm, kapıyı çaldım. Hanım, "Kim o?" dedi. Kim olacak bu saatte? Kapıyı başka kim çalar ki? Kızdım, kapıyı bir daha çaldım. Hanım ısrarla "Kim o?" dedi. Bu sabaha kadar böyle devam etti. Sabah oldu ise gittim. 
İkinci yarışmacı söz almış: 


- Ağrıyan dişimi çektirmek için, dişçiye gittim. Dişçi, "Hangi dişin ağrıyor? diye sordu. Madem koskocaman dişçi, ağrıyan dişimi o bulsun diye inat ettim. Dişçi bütün dişlerimi çekti. Sıra ağrıyan dişime gelince, "Yine ağrıyor" demedim ve ağzımdaki bu tek diş inadımdan kaldı. 
üçüncü yarışmacı söz almış: 


- Evlendiğim ilk gece hanım, "Bana dokunma" dedi. Ben de inadım tuttu. Aradan 17 yıl geçti, hâlâ dokunmadım. 
Şaşıran jüri başkanı sormuş: 


- Ama senin üç tane kocaman çocuğun var, nasıl olur? 


- İnadımdan onların bile nasıl olduğunu sormadım.


 


 


 


 


 


 


 

Haberleri