“Adam yurtdışında yaşıyor ve çalışıyor.
Yılda bir kez, o da en fazla bir aylığına geliyor memleketine.
Bazen 2-3 yılda bir geldiği, bazen yıllarca, bazen de hiç gelmediği oluyor.
Zaten geldiğinde de bir aylık maaşı olan dövizi bozdurup, bol bol harcayabiliyor ve paşalar gibi ne isterse alıyor.
Kısacası…
Bizim burada ne çektiğimizi bilmiyor.
Hangi ekonomik şartlar içinde bulunduğumuzu anlamıyor.
Nasıl ve hangi şartlarda yaşıyoruz fark etmiyor.
Fakat…
Seçim geldiğinde bu insanlar, hem de binlerce kilometre uzakta verdiği oylarla bizim nasıl yönetilmemiz gerektiğine karar veriyor.
Kısacası…
Yaşamadığı yerin yönetimi konusunda bizzat yaşayanla aynı oya sahip oluyor.
Bu durum da ister istemez yaşayan, çilesini çeken hatta mağduriyet yaşayanlara haksızlık oluyor.
O yüzden yeni bir yasal düzenleme yapılmalı.
ülkede yaşamayanlar ülkenin yönetiminin belirleneceği seçimlerde söz sahibi olmamalı. ”
Geçtiğimiz yıl içinde böyle bir yazı kaleme almıştık.
Hatırlıyoruz da…
Yazının yayınlanmasının hemen ardından çok sayıda telefon gelmişti.
Kimi söylediklerimizin doğru olduğunu, kimi ise yanlış olduğunu dile getirmişti.
Yine çok iyi hatırlıyoruz ki:
Söylediklerimizi yanlış bulanların ortak özellikleri AK Partili isimler olmalarıydı.
Hatta içlerinden bazıları “Sen bu yazıyı, yurtdışında yaşayanların büyük çoğunluğu AK Partiye oy verdiği için kızıyorsun. Yurtdışında yaşıyor olsalar da tabii ki oy verecekler. Onlar neticede bu ülkenin vatandaşı ve ülkenin nasıl yönetilmesi konusunda aynı haklara sahip” diye fırçasını bile atmıştı…
Halbuki derdimiz oyların büyük bölümünün AK Parti’ye gidiyor olmasından öte bir realiteyi ortaya koyabilmekti.
Fakat yazımızı eleştiren AK Partililer “Sen yurtdışı oylarının bizim partimize gelmesini hazmedemiyorsun” demeye devam etti günlerce…
-“Peki… sizin dediğiniz olsun” dedik sustuk daha çok tartışmayı uzatmama adına…
xxx
Aradan bir yılı aşkın süre geçti…
-“Allah’ın sopası yok” denir ya hani…
Ya da…
-“Keser döner sap döner” denir ya…
Hatta..
-“Bu işin Böreği de var, küreği de” lafı kullanılır ya sıkça…
İşte önümüzdeki mahalli seçimler öncesinde, tam da yukarıdaki bu sözlere uygun düşecek bir durum ortaya çıkmaya başladı…
Bizi o zaman arayıp “yurtdışında olanlar ebette oy kullanacak” diyen aynı AK partili isimler şimdilerde “Başka şehirlerden okumak için Eskişehir’e gelen üniversite öğrencileri, mahalli seçimlerde niçin kendi memleketinde değil de burada oy kullanıyor?” demeye başladı…
-“Birkaç yıl sonra Eskişehir’den gidecek olan çocuklar bizim şehrimizin ne şekilde yönetileceğine nasıl karar verebilir ki? Onlar bu şehirden gittikten sonra belki de onların oylarıyla seçilenler, bu şehri yönetmeye devam edecek. Bu büyük bir haksızlık yaratmıyor mu?. Onlar bizim ne çektiğimizi, nasıl yaşadığımızı ne bilir? Yeni bir yasal düzenleme yapılmalı, üniversite öğrencilerinin okuduğu şehirde değil, doğduğu şehirde oy kullanmaları sağlanmalı.” Diye yakınır oldu…
Şimdi biz, bunu bugün söyleyen AK partililere, onların geçmişte bize söylediği gibi “üniversite öğrencileri Eskişehir’de genellikle CHP’ye oy verdiği için siz bu kadar rahatsız oluyorsunuz. Asıl bunu hazmedemediğiniz için tepki gösteriyorsunuz.” Falan demeyeceğiz.
-“Hemen hemen aynı olan uygulama size göre nasıl oluyor da, yurtdışında yaşayanların oyları partinize gelince doğru, üniversite öğrencilerinin oyları partinize gelmeyince yanlış olabiliyor?” diye de sormayacağız.
-“Demek ki bizim dediğimiz doğru, sizin tepkiniz yanlışmış” diye yazıyı yeniden gözlerine de sokmayacağız…
Ama o kadar fırça yediğimizle kalmamak için bir şeyler de söylememiz lazım öyle değil mi?
Yine de biz söylemeyelim, bizim yerimize Atalarımız söylesin isterseniz?
Ne demişlerdi?
-“Bugün bana ise yarın sana” demişlerdi değil mi?
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Kimse ne olacağını kestiremiyor…
İttifak partileri arasında bir uyumsuzluk, bir anlaşamama durumu ve hatta bir güç gösterisi var.
Her ne kadar ittifak adı altında bir araya gelinmiş olunsa da her iki ittifakta da “madem öyle seçimde görüşürüz” tiripleri atılıyor karşılıklı.
Demek ki ittifak adı altında bir araya gelen partilerde 2 ila 2 nin toplamı 4 etmeyecek.
Demek ki, her ne kadar ittifak adı altında bir araya gelinmiş olunsa da partiler kendi işini kendi yapmak durumunda kalacak…
özellikle ittifak partilerinin birbirine pek hayrı dokunmayacak.
İş sanki eninde sonunda sanki “herkes kendi işine baksın” a dönecek.
Diğer taraftan bakıyorsunuz kendi işini kendi yapmak durumunda olan partilere, kendi içlerindeki huzursuzluk, ittifak partileri arasındaki huzursuzluktan hiç de farklı değil…
Daha doğrusu…
Partiler kendi içindeki ittifakı sağlayabilmiş değil.
öyle bir seçime gidiyoruz ki kimse ne olacağını kestiremiyor.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Bizi seçimden seçime hatırlıyorsunuz…
çoğu seçmen, seçim zamanı karşısında gördüğü siyasetçiye “Bizi seçimden seçime hatırlıyorsunuz” diye çıkışır…
Aslında bu doğru bir serzeniştir.
Zira, her şey seçilene kadardır siyasette.
Süreç kısaca şöyle işler:
Adam, yıllar öncesinden belirliyor hedefini.
Sonra…
Yavaş yavaş hedeflediği makama gidecek yolları inşa etmeye başlıyor.
Hedefe doğru yaklaştıkça, başlıyor para ve zaman harcamaya.
Ha bu arada, aslında böyle bir hedefi olmadığını, çevresinin baskı ve isteği sonucunda "Hayır" deme şansı bulamadığını anlatıyor uzun uzun.
Devamında da söylemleri geliyor…
Amacının "Hizmet" olduğunu söylüyor her gittiği yerde.
-"Yeter ki şehrim, ülkem kazansın" demeye başlıyor.
Süreç biraz daha ilerlediğinde, kapı kapı dolaşmaya çıkıyor haliyle.
Hemen her çaldığı kapıda "Size hizmet etmeye talibim. Benim başka hiçbir beklentim yok" diye başlıyor sözlerine.
-"Beni her istediğiniz zaman, istediğiniz saatte bulacaksınız" diyor üstüne basa basa.
İnsanların emrinde olacağını öyle bir hissettiriyor ki, "Aferin" diyorsunuz adama.
-"Bak işini gücünü bıraktı, bize hizmet etmek için gece gündüz çalışacak" diye düşünüyorsunuz.
Seçim günü gelip çatıyor.
Seçiliyor da…
Seçilir seçilmez söylediği ilk laf;
-"Verdiğim sözleri tek tek yerine getireceğim. Hizmet etmek için gecemi gündüzüme katacağım" oluyor.
Bunun üzerine insanlar da;
-"Bakın ne kadar isabetli bir karar verip onu seçtik" diye düşünüyorlar.
Ancak…
Aradan bir süre geçiyor, seçim öncesi verilen sözlerden geriye eser bile kalmıyor.
-"Hani sen gece gündüz hizmet edecektin?" diye soruyorsunuz…
-"Gözüne dizine dursun. Daha ne yapayım ki?" diye cevap veriyor.
-"İyi de, hizmet edeceğini kendin söylemiştin, söylediklerini niçin yapmıyorsun?" dediğinde bu kez küstahlaşıp;
-"Sana hesap mı vereceğim. Hizmet ediyoruz ya işte. Daha ne yapayım?" diye çıkışıyor.
-"Tek amacım hizmet" diye yola çıkıp seçilenler, bir müddet sonra ukala bir tavır içine de giriyor.
Sanki yalvar yakar o göreve getirilmişçesine, önüne geleni azarlayıp;
-"Biz burada mesai harcıyoruz yine de beyefendilere yaranamıyoruz" diyebiliyor.
Hatta…
-"Ben olmasaydım" ile başlayan cümleleri sık sık kullanarak bulunmaz hint kumaşı olduğunu adeta insanların gözüne sokuyor.
Kısacası…
Hedefledikleri göreve gelebilmek için kendilerini yırtanlar, o göreve geldiklerinde ne yaptıkları cambazlıkları hatırlıyorlar ne de verdikleri sözleri…
Hizmet için çıktıkları yol, bir anda lütuf’a dönüveriyor.
Foyası ortaya çıktıktan sonra ise, yakınma faslı başlıyor.
-"Tek amacım hizmet. Başka beklentim yok" ile başlayan sözler, aradan geçen zaman içinde "Sen işini gücünü bırak gel, bir de kimseye yaranama" ya dönüşüyor.
Bu seçimde bu döngü aynı anlattığımız şekilde devam edecek…