-Yılmaz Büyükerşen AK Parti Milletvekili Harun Karacan’ı siyaseten sevmez…
Fakat…
Nerede görse halini hatırını sorar, elini uzatır.
Adı geçtiğinde siyasetini ve siyaset tavrını eleştirir elbette ama yargılamaz, ötelemez, rakibi bile olsa “bizim çocuk” der.
-Yılmaz Büyükerşen AK Parti il başkanı Dündar ünlü’yü de siyaseten sevmez…
Fakat…
“Dündar ünlü iyi bir insan… Diğerlerinden farklı” demeyi siyaseten bir risk olarak görmez.
Aynı durum Ahmet Ataç ve Kazım Kurt için de geçerlidir.
Her ikisi de ne Harun Karacan’ı ne de Dündar ünlü’yü siyaseten pek sevmezler…
Ama nerede karşılaşılsa, hal hatır sormadan, iki çift laf etmeden birbirlerine ne yüz çevirirler ne de sırtlarını…
Karşı cepheden bakıldığında da durum farklı değildir hani…
Gerek Harun Karacan gerekse Dündar ünlü siyaseten mücadele ettikleri Büyükerşen, Ataç ve Kurt’a yapabildikleri her türlü muhalefeti, edebildikleri her türlü eleştiriyi yaparlar yapmasına ama bu durum aynı masaya oturmalarına, aynı ortamda sohbetler etmelerine ve onlara saygı duymalarına hiçbir zaman engel olmaz.
Sonuçta bilirler ki, Yılmaz Büyükerşen onlar için de “Bizim hoca”, Ahmet Ataç ve Kazım Kurt da onlar için bir anlamda “Ağabey”dir.
çünkü…
O insanlarla, bu görevlerin öncesinde Eskişehir’in Cadde, sokak ve mekânlarında yaşanmış iyi ya da kötü bir geçmiş mutlaka vardır.
çünkü…
O insanlarla, bu görevler bittikten sonra da Eskişehir’in cadde, sokak ve mekânlarında yaşanacak iyi ya da kötü bir gelecek de vardır.
İşte bunu sağlayan en önemli unsur, her birinin Eskişehirli olması, Eskişehir’de yaşamışlıkları ve Eskişehir hafızasında bir yerlerinin olması durumudur.
O yüzden…
Birbirlerine siyaseten muhalif olsalar dahi bu insanların ağızlarından diğerlerine karşı ağır ithamlar, ağır iftiralar ve ağır hakaretler duyamazsınız.
Her biri, bir diğerini eleştirirken dozuna dikkat eder.
Eleştiri dozunu otomatik olarak ayarlayan mekanizma ise, Eskişehir’in geçmişinde var olan yaşanmışlıklarla, geleceğinde devam edecek olan yaşanacaklardır
Sadece kendileriyle de sınırlı değildir bu söylediklerimiz…
Yukarıda saydığımız isimler çevrelerindekilerin de ağır itham, iftira ve hakaretlerde bulunmasına izin vermez, müdahale ederler.
O yüzden…
Dikkat edin! Eğer yukarıda saydığımız isimler ile aynı özelliğe sahip sayamadığımız diğer isimlere, kamuoyu huzurunda, sosyal medyada ve çeşitli mecralarda yapılan hakaret, itham ve iftiralarda bulunanlar kesinlikle, Eskişehirli olmayan, Eskişehir’in hafızasında yeri bulunmayan, Eskişehir’in geleceğinde de var olmayacak insanlardır…
......
İnsanın “hadi canım sende!” diyesi geliyor…
Bence sporcuların ve sanatçıların referandum’da kullanacakları oyları video aracılığıyla duyurmaları yanlış…
Daha doğrusu…
Sanatçı ve Sporcu kişilikleriyle siyasi alamda düşünce ifade etmeleri ve bu yolla da insanları yönlendirme görevi üstlenmeleri bana doğru gelmiyor.
Ancak…
Onları bir şekilde anlayabiliyorum…
Siyasi düşüncelerini başından beri saklamayan ve bunu hemen her ortamda dile gtirmekten de çekinmeyenleri ayırıyorum ama…
Bana göre:
Bazıları iktidar partisi ile aynı görüşte olduğunu deklere ederek bir anlamda geleceklerini bu yöntem sayesinde garanti alma düşüncesinde.
Bazıları da iktidar partisi karşıtlığı sayesinde bir kesimin sempatisini kazanma derdinde.
Anlayamadığım ise…
Aynı yöntemi siyasetin içine bizzat olan, partinin üyesi olması bir yana, partinin Bakanlığı, Milletvekilliği, belediye Başkanlığı ve yöneticiliğini yapan kişilerin çıkıp referandumda hangi oyu vereceklerini belirten videolar yayınlamaları…
İşte bu çok komik geliyor insana…
Düşünsenize?
AK Partili Bakan, Milletvekili, belediye başkanı ve parti yöneticisi referandumda “Evet” diyeceğini video çekip yayınlıyor…
Aynı şekilde…
CHP’li Milletvekili, belediye Başkanı ve parti yöneticisi video çekip “Hayır diyeceğim. Sen ne diyorsun” falan diyor…
Söz konusu kişinin söz konusu videolarını sosyal medya üzerinde görünce insanın da ister istemez “Hadi Ya! Ciddi misin?” deyip, kafa yapası geliyor…
.....
Şeffaf olan: sadece oy atılan sandıklar…
Eskiden partilerde ki aday belirleme yöntemi "Gizli oy açık tasnif" yöntemiyle yapılırdı.
Herkes oyunu gizli atar, sonrasında atılan oylar herkesin görüp izleyebileceği şekilde açıkça tasnif edilir ve sonuç açıklanırdı.
Sonra…
"Stalin modeli" diye adlandırılan bir model peyda oldu.
Bu model "Açık oy gizli tasnif" i içeriyordu.
Anavatan ve çoğunlukla da Doğru Yol Partisi dönemlerinde sıkça yaşıyorduk "Stalin Modeli" olan bu aday belirleme yöntemini.
Seçim yeri olarak "Hatçılar" kahvehanesi ilan edilir, ama söz konusu seçim "Atçılar" kahvesinde yapılırdı.
Ortaya bir Bisküvi kutusu konulup, üzeri denilir. Kahvehaneyi tutturanlar gelip oyunu kullanır. Daha sonra Parti yöneticileri "Oyları partide sayacağız" diyerek, oyların kullanıldığı Bisküvi kutusunu arabalarına koyup, giderlerdi.
Parti binasına gidilinceye kadar da, o Bisküvi kutusu içinde ki oylar takla attırılır ve sonuç olarak da Kahvehanede birinci olan isim, parti binasında sonuncu ilan ediliverirdi.
Kısacası…
Eskiden şeffaf yapılırdı seçimler…
Şimdi ise…
Şeffaf olan kutularda yapılıyor ama, sonuçları sayılırken şeffaflıktan eser bile kalmıyor.
İşte o yüzden temayül yoklamalarında falan en çok oyu alan kişi en az y almış gibi listede bile yer bulamıyor.
Hiç oy almayan, en çok oyu almış gibi listenin başına konuluyor.
Gelinen nokta bundan ibaret…
......
Biraz da gülmek lazım
Florida’da sahilde bir başına dolaşan adam, yerde yarısı kuma gömülmüş bir şişe ...farkeder. Şişeyi alıp açtığında içinden binbir gece masallarından kalma bir cin çıkar ve adama; ’ Ey yabancı, ben 3 bin yıldır bu şişenin içinde hapistim. Sen beni serbest bıraktın. Benden bir dilek dile, hemen yerine getireyim ’ der.
Adam oturmuş, bir süre düşünmüş ve;
’ Her zaman Hawaii’ye gitmek istedim fakat uçaktan korkarım ve denizde beni çok kötü tutar. Benim için Hawaii’ye bir köprü yap böylece arabayla oraya gidebilirim ’ demiş.
Cin gülmüş ve ’ Bu imkansız. Bu işin lojistiğini düşün! Köprünün ayakları nasıl Pasifik’in dibine ulaşabilir? Ne kadar beton gerektiğini ne kadar çelik gerektiğini düşün! üstelik bu doğanın dengesiyle oynamak anlamına geliyor. Gel sen bu isteğinden vazgeç, başka bir şey dile… ’ demiş.
Adam ne yapalım o zaman deyip yeniden düşünmeye başlar. En sonunda; ’Dört kez evlendim ve boşandım. Bütün kadınlar benim duyarsız olduğumu düşünür ve onlarla ilgilenmediğimi söylerlerdi. Bu yüzden kadınları anlayabilmeyi diliyorum. Kadınlar nelerden hoşlanırlar, nelere gülerler, nelere ağlarlar, davranışlarındaki temel mantık nedir? Bir şey söylemedikleri zaman gerçekten ne istediklerini anlayamıyorum. Bana kadınları anlama gücü ver…’
Cin; ’ Köprü iki şeritli mi olsun, dört şeritli mi? ’