Geriye dön! Komutuyla her şey değişiverir...

Siyasette çok sık rastlanan bir durum var…Bu günden yarına ne olacağını kimse kestiremiyor…Ne hedef koymak işe yarıyor ne de plan yapmak…Bu günün en kudretli kişileri bakıyorsunuz yarın hiçbir şey olamamış siyasette.Askerlik...

Siyasette çok sık rastlanan bir durum var…
Bu günden yarına ne olacağını kimse kestiremiyor…
Ne hedef koymak işe yarıyor ne de plan yapmak…
Bu günün en kudretli kişileri bakıyorsunuz yarın hiçbir şey olamamış siyasette.
Askerlik yapanlar daha iyi bilir…
Askerler, komutan eşliğinde uygun adım yürüyüş yaparlar…
Komutan aniden “Geriye dön!” diye bağırdığında, en arkadakiler en öne, en öndekiler en arkaya dönüverir aniden…
Siyaset de aynı bu misal…
Kenarda, köşede kalmış, unutulmaya yüz tutmuş, adı dahi anılmaz olmuş insanlar, tıpkı komutanın “Geriye dön!” komutundaki gibi birden partinin en üst görevine getiriliverir…
O komuta kadar partinin en önünde giden, bıçağının her iki tarafı da kesen, etrafında pervane olunanlar ise “hiç” oluverirler…

O yüzden…
Bu işi bilenler, siyasetle uğraşanlara sürekli yukarıdaki, “siyasette bugünden yarına ne olacağı belli olmaz” lafını hatırlattıktan sonra “Geldiğin yerde kalıcı değilsin, gittiğin yerde de ne olacağı belli olmaz” nasihatinde bulunurlar…
Ama gelin görün ki, bu nasihatler hiç dinlenmez…
Gelen, geldiği yerde ömrünün sonuna kadar kalacağını düşünür…
Giden de artık kendisinin hatırlanmayacağını…
Halbuki her değişim, komutanın düdüğü ve beraberinde vereceği “Geriye dön!” komutunda saklıdır…
O komut defalarca verilir…
Defalarca, en öndekiler en arkaya, en arkadakiler de en önde kendilerini buluverir…


.....


 


En zoru iyi
olabilmek…


Lokantada 10-12 müşteri var…
Kimi yemeğini söylemiş yiyor, kimi ise sipariş vermek üzere.
Tam orta masaya oturan adam, aniden çalmayan telefonunu kulağına götürüyor…
Ardından büyük bir sevinç narası atıyor…
Sonrasında ise lokanta sahibine “Şu anda baba oldum. Artık bir oğlan babasıyım. Herkese benden pilav üstü bol döner verin” diyor…
Lokantacı dediğini yapıyor.
Herkesin yemekleri önünden alınıyor, lokantanın en pahalı yemeği olan pilav üzeri bol dönerler dağıtılıyor.
Adam ödüyor parayı ve ayrılıyor lokantadan…
Aradan birkaç gün geçtiğinde, o gün lokantada bulunan birisi aynı adamı görüyor yanında 14-15 yaşlarında bir çocukla.
Arkalarında dinliyor bir süre.
Aralarındaki konuşmalardan tek çocuk olduğunu da çıkartıyor.
Sonra onların baba-oğul olduğunu anlıyor.
Durduruyor adamı…
-“Sen o gün yeni baba olduğunu söyleyip herkese yemek ısmarlayan adam değil misin? Bak çocuğun kocaman. Yeniden baba olduğunu da zannetmiyorum. O gün niçin öyle davrandın”
Adam çaresiz anlatıyor.
-“Yan masaya, hallerinden maddi durumları iyi olmadığı anlaşılan karı-koca geldi. Birer çorba söylemeyi kararlaştırdılar. O sırada kadın ‘keşke paramız olsaydı da pilav üzeri döner yiyebilseydik’ dedi kocasına. İşte o anda, onların bu isteğinin yerine gelmesini arzi ettim ve o tiyatroyu kendimce oynadım”
Diğer adamın aklı karışıyor…
-“İyi de. Niçin lokantada bulunan herkese ısmarladın. Sadece o karı-koca’ya ısmarlasaydın ya?”
Bu kez adam “Yokluk suç değil. Yokluk yüzünden kimsenin mahcubiyet duyması da gerekmiyor. Bizlerin d iyilik yaparken bunu insanların gözüne sokmamız, kaş yaparken göz çıkartmamamız gerekiyor. Eğer senin söylediğin gibi yapmış olsaydım, bu yaptığım hiçbir işe yaramayacaktı. Yedikleri yemekten keyif lezzet almayacaklardı. Belki de yemeyeceklerdi bile. Ben, bana göre doğru olanı yaptım”
İyi insan olmak şüphesiz dünyanın en zor en meşakkatli işi olmalı…
Sadece yardım etmek, sıkıntıları ortadan kaldırmak, çare bulmak yetmiyor…
Bir de bu, iyilik adına yapılanları hissettirmeme hassasiyetine sahip olmak gerekiyor…
İkide bir başa kakılan iyilik, iyilik olmaktan çıkıyor.
Varsın hiç kimse bilmesin, hiç kimse duymasın o iyiliği…
Vicdan rahatlığının vermiş olduğu uyku, parayla pulla satılmıyor…


.....


 


Niçin yapılmıyor?


Ahmet Kahveci göndermiş maili…
Bir hayli sinirlendiği olayla ilgili yakınmalarını yazıya dökmüş.
Aynen şöyle diyor:
-“Sayın yetkili… Sayın Belediye Başkanlarım.
Aynı konu ile ilgili defalarca yazmaktan yoruldum.
Şehrin Güney tarafından her gün 5000 civarında araç sanayi bölgelerine ulaşmak için;
-Sultandere yolunda tramvay yol çalışması ile daraltılan yollarda…
-Şehir hastanesi arkasında her gün değişen güzergah ve arızalı stablize yollarda…
-Alpu kavşağında yığılarak…
-Ve 71 Evlerden duble yol çıkışının Ankara girişi beton bariyerlerle kapatıldığı için ters yollarda kural ihlal ederek…
Yani bunca eziyeti çekerken ve çözüm için 71 Evler Ankara yolu kavşağının bariyerlerinin kaldırılıp, biraz genişletilmesi tüm sorunu çözecekken, bu niçin yapılmıyor?
Gidip kavşağa masa sandalye atıp, basın toplantısı yapmak ve ulusal basına dahi bu garip ihmali duyurmak istiyorum.
Niçin vatandaşı düşünüp önlem alalım diyen bir Allah’ın kulu yok?
Yani hakikatten pes doğrusu”
Ahmet Kahveci’nin yazdıkları bunlar…
Telefon numarasını da iliştirmiş yazısına.
Hani olur da bir yetkili çıkıp arar ve sorar diye…
Biz herhangi birilerinin arayıp bilgi vereceğini sanmıyor olsak da yine telefon numarasını verelim.
Olur ya, belki bir yetkili arar ve bizi de şaşırtan bir durum çıkar ortaya.
Ahmet Kahveci’nin telefon numarası: 0.552 236 06 96


.....


İyileşirse Allah’tan…


çıkan yangını söndürmek için gelen itfaiye memurlarına saldırılır mı?
Bina cayır cayır yanarken, itfaiye memurlarını darp edip, bıçaklayıp, öldüren biri olabilir mi?

Ya da…
Suda boğulan biri var…
Başka biri onu kurtarmak için suya atlamış…
Kurtarmak için suya atlayana saldırıldığını hiç duydunuz mu?
Adam orada boğulurken, kurtarmaya gideni bıçaklayıp öldüren biri olabilir mi?
Elbette olmaz…
Dahası…
Onlar kahramandır…
Ala gelin görün ki, aynı kurtarma vazifesini yerine getiren sağlık görevlilerine hemen her gün saldırı oluyor…
Ya darp ediliyorlar, ya bıçaklanıyor ya da öldürülüyorlar.
üstelik…
İçerde can çekişen insanlar kurtarılmayı beklerken…
Bizim millet olarak biran önce “İyileşirse Allah’tan, kötüleşirse doktordan” sözünü unutmamız lazım…

Haberleri