Gücü elinde bulunduranların,
Gereksiz abartıları ya da kendilerini bunu yapmaya zorunlu hissetmeleri;
Zaman zaman onların, ellerinde tuttukları gücü yok edecek afallıklara düşmelerine neden olabilir...
Bir insanın diğer insandan üstün olmasındaki bilindik kriterlerin ve sınırların giderek kalktığı, ama bunların yerine yenilerinin geldiği bir dünyada, bu "geçiş döneminin" insanların kafalarını karıştırması da normal aslında...
Eski çağlarda bu üstünlük doğumla birlikte geliyordu...
Ailenizin mensubiyeti neyse oydunuz...
Ve bu mensubiyet tanrının size bir lütfuydu...
Zamanla birlikte bu değişti...
Kimi kendi içinde, kimi bütünüyle...
20. yüzyılda "üstün insan kavramı" faşizmin nitelikli tanımlamaları içinde hep üst sıralardaydı...
İktidar gücünü elinde tutanlar belirliyordu...
Eski çağlardaki tanrı lütfunu bu sefer, örneğin Hitler veriyordu...
21. yüzyılda ise, bir insanın diğerinden üstün olmasının yegane göstergesi "ekonomiymiş gibi" gelse de, bu ekonomik üstünlüğün "sonradan kazanılabilir/edinilebilir olması" bizi başka bazı kriterleri arayıp bulmaya zorluyor...
Hem büyük bir sinema sanatçısı hem de büyük bir filozof ve düşünür olan Charles Spencer Chaplin şunları söylüyor;
"İnsanlık kahramanlar ve hainlerden değil, basit deyimiyle sadece erkeklerden ve kadınlardan meydana gelir...
Bu erkek ve kadınları davranışlarında yöneten iyi ya da kötü tutkularıdır...
Bu tutkuları da onlara doğa vermiştir...
Bu insanlar bir körlük içinde oradan oraya savrulur giderler...
Cahil, bunların yanılgısını mahkum eder;
Bilge olansa, acıması gerektiğini bilir..."
Cahil ve bilge olmanın arasındaki fark buysa,
Doğru ve yanlış arasındaki farkı bulmakta çok da zorlanmayacağız demektir...
Çünkü, cahil yanlışı, bilge doğruyu temsil etmiyor mu?
Yine de, "bilgeliğin" o kendine has duruşunu çok da fazla sarsmadan devam edelim...
Gücü doğru ya da yanlış kullanmaktan önce,
O gücün doğru insana verilip verilmediği, en az o gücün uygulandığı insanların tutumu kadar önemli değil midir?
Gücü yanlış insanın eline verdiğinizde,
Hiç durmadan birilerine bulaşıp, kendi küçük beynindeki olumsuzlukları ve bu olumsuzlukların ortaya çıkardığı çaresizliği ve aczi, başkalarına yönelttiği bu gereksiz saldırganlığıyla gidermeye çalışır...
Ne yapacağını, ne diyeceğini, ne yazacağını şaşırıp, zembereği boşanmış bir saat kadranı gibi dönüp durur...
Taaa ki;
Yerinden fırlayıp etrafa dağılana kadar...
Hiç kimseler aldırmazken, onun dağılan parçalarını toplayanlar ise, genelde hep "gereksiz saldırganlık" gösterdikleri olacaktır...
Chaplin'in dediği gibi galiba,
Bu yanılgıları ve cehaleti mahkum etmek yerine onlara acımak en iyisi...
Yine de sevgili okur, şuna da hak verecektir diye düşünüyorum...
Sinsi düşmanın yaktığı ateş dağlarında eriyen demir, zamanı geldiğinde çifte su verilmiş, ışıltılı bir çelik haline gelip bizim saflarımıza katılacaktır...
İşte o zaman, doğru bildiği yolda eğilip bükülmeden, kimseye eyvallah etmeden yürümüş olmanın ödülü yalnızca "affetmek" olacaktır...
Gözlerini hırs ve kıskançlık bürümüş olanlar ise,
Kendi yaktıkları ateşin içinde karanlık bir kül yığını bile olamayacaklar...
Olabilecekleri şey,
Bu bile değil...
GÜCÜN GEREKSİZ İFŞAATI...
Gücü elinde bulunduranların,Gereksiz abartıları ya da kendilerini bunu yapmaya zorunlu hissetmeleri;Zaman zaman onların, ellerinde tuttukları gücü yok edecek afallıklara düşmelerine neden olabilir
Bir insanın diğer insandan üstün...