Halkın Katılımı

Bi bütün olarak toplumun iyileştirilmesi gereken pek çok yönü var. Yoksullukla mücadele, işsizliğin azaltılması, kadın istihdamı, yerel kalkınma gibi hedefler tüm dünyada önemli sosyal ilerleme hedefleri arasında yer alıyor....

Bi bütün olarak toplumun iyileştirilmesi gereken pek çok yönü var. Yoksullukla mücadele, işsizliğin azaltılması, kadın istihdamı, yerel kalkınma gibi hedefler tüm dünyada önemli sosyal ilerleme hedefleri arasında yer alıyor. Özellikle 20’nci yüzyılın son çeyreği ile başlayan dönem bu amaçları gerçekleştirmek için sivil toplum kuruluşlarının (STK’ların) yepyeni bir bakış açısı geliştirdikleri zaman dilimi oldu.

Bu döneme kadar sosyal projelerin özünde yoksullar ve genel olarak halk için, hatta onlara rağmen onlar adına ‘bir şeyler’ yapılması anlayışı hâkimdi. Sivil toplum ruhunun gelişmesi ile halkın sorunlarına bulunacak çözümlerde halkın doğrudan katılımının daha verimli ve ‘sosyal sindiriminin daha kolay’ olacağı noktasına varıldı.

Gerçekten dikkatini özellikle yoksullara ve halka yöneltmiş olan yeni toplumsal ilerleme anlayışı, halkı bu projelerden yararlanan pasif unsurlar olarak değil, bizzat sosyal kalkınma sürecinin üreticileri ve yöneticileri olarak görmektedir. Özetle söylersek; özgün sorunlarda sosyal teoriyi halk üretmeli, zihinsel yaratının fiilen içinde bulunmalı, bu düşünsel ürünü pratiğe koymak üzere projenin yönetiminde bizzat halk yer almalıdır. Sosyal proje süreçlerinde STK’ların ve yerel yöneticilerin görevi, proje süreçlerinde ancak ‘kolaylaştırıcı (moderatör)’ olmaktır.

Devletin bir anlamda yerel uzantısı olan yerel yönetimlerin ülkemize özgü, fakat gelişmiş Batıya oranla farklı bir fonksiyonundan söz etmeme izin verin. Gelişmiş Batı’da yerel yönetimlerin birincil görevi, kentli halka hizmet etmektir. Bizim toplumumuzda ise yeni kentli bireyin yaratılması, toplumumuzda sosyal göçün ağırlığı ile kendiliğinden oluşamayan ‘köylüden kentliye dönüşümün’ sağlanması yerel yönetimlerin önünde birincil ama güç bir görev olarak durmaktadır. Bu nedenle halkın bir pasif nesne yerine bir aktif sosyal ‘özne’ olabilmesi, neden halkın katılımına bu denli önem verdiğimin cevabıdır.

Hiç kuşkusuz halkın katılımı bir sosyal projeyi pek çok yönden çok daha güçlü yapar. Bu nedenle genelde toplumumuzun ve özelde hemen her kent halkının iyi bildiği ‘ben bilirim, ben yaparımcı (jakoben)’ bir yaklaşım yerine halkın da karar ve yönetim süreçlerine katılması ile çok daha nitelikli çözümlere ulaşmak mümkün olacaktır.

Buna bir anlamda ‘kendi oyununu oynamak’ diyebiliriz. Bir çocuğun düşe kalka yürümeyi öğrenmesi gibi düşünebiliriz. Nasıl çocuk attığı her adımdan sonra kendini daha güvenli hissedecekse, özellikle yoksul halk da başardığı her sosyal projenin ardından kendini gelecek konusunda daha güvenli ve daha ümitli hissedecektir.

Burada atılan her başarılı adımın güven vermesi fikrine karşılık yapılan hatalı ve başarısız işlerin de güvensizliğe neden olabileceği itirazı gelebilir. Bu, haklı bir itiraz noktasıdır. Özgüven ararken güvensizlik batağına düşmemek için sosyal proje eğitimlerinin ve uygulanacak sosyal projelerin sıralamasının doğru yapılması gerekir.

Dünya üzerindeki sivil toplum deneyimi incelendiğinde halkın doğrudan katılımı yaklaşımını doğru kavramış birey ve örgütlerin kolaylaştırıcılığı (moderatörlüğü) altında zihinsel tasarımını bizzat halkın kendi yaptığı, yönettiği ve yürüttüğü sosyal projelerde çok nitelikli sonuçlar alındığı gözlenmiştir. Bu sonuçlar arasında da bence en önemlisi, sosyal özne olma yolunda bireyin kendi problemlerini kendisi çözmek üzere özgüvenini kazanmasıdır. İşte bu da demokrasiden başka bir şey değildir.

Halkın katılımını sağlayan bir sosyal proje… Başlamak için büyük proje hedefleri koymaya gerek yoktur. Baş edilebilecek bir sorun, uygun başlama noktasıdır.

Haberleri