Eskişehir bir yandan giderek kalabalık hale geliyor. Diğer yandan ise kendine özgü özelliklerini kaybederek herhangi bir yerleşim haline dönüşüyor. Tarihe ve kültüre özen göstermeden yıkılanlar veya ‘dönüştürülenler’ var. Buna karşılık dünyanın herhangi bir yerinde bulanabilecek görünümler kenti işgal etmeye başladı. Birkaç yıl sonra bu şehre gelen bir hemşehri buranın Eskişehir olup olmadığını saracak kendine… Artan nüfusla birlikte kentsel altyapının yetersizliği içten içe yol alıyor. Merkezi hükümetin dayatmasıyla yapılacak yeni termik santralın kentteki ve havzadaki canlı yaşamına olumsuz etkileri bu gidişata tuz – biber olabilir. Son haber ise ülkedeki şeker fabrikalarının ‘özelleştirilmesi’ ile bir ekonomik ve kültürel değerin daha tarihin bataklığına yol alacağına dair… Birkaç vadeye kadar Cumhuriyet döneminin varlıklarından birisi daha bilinmeyen bir yolculuğa çıkacak. Kentte pek çok tanımlamanın unsuru olan–ikinci özelleştirme partisinde satılacağı söylenen ve başına neler geleceğini henüz bilemediğimiz– Eskişehir Şeker Fabrikası da muhtemelen bir Cumhuriyet eseri olarak yok olanlar kervanına katılacak.
Eskişehir’de Cumhuriyet’in öncesinde ve erken döneminde yapılmış çeşitli kamu tesis ve yapıları var. Cer Atölyesi, Hava İkmal Merkezi ve Şeker Fabrikası bu dönemlere ait tesislerdir. Eskişehir’de demiryolculuk bir aile kültürüdür. Eskişehirlilerin pek çoğunun ailesinde uzak ya da yakın olarak en az bir demiryolcu vardır. Bunun br benzerini Şeker Fabrikası için de söyleyebiliriz. Şeker Fabrikası Eskişehir’de bir ekonomik ve sosyal kültürdür. On yıl kadar önce Sibel Bozdoğan’ın “Modernizm ve Ulusun İnşası” isimli kitabına sahafın rafları arasında dolaşırken rastlamıştım. Kitaba “Erken Cumhuriyet Türkiye’sinde Mimari Kültür” alt başlığı eklenmiş olması ilgimi çekti. Kitabın ilk baskısı, 2001 yılında ABD’de Washington üniversitesi tarafından İngilizce olarak basılmış. Türkçesi ise 2002’de Tuncay Birkan’ın çevirisi ile Metis Yayınları arasında yer almış.
Kitabın ilgimi çekmesinin ilk nedeni, yukarıda sözünü ettiğim alt başlık oldu. Eskişehir konusunda kaynak toplamaya çalışan bir amatör olarak bu şehrin, Erken Cumhuriyet döneminde ciddi kamu yatırımı aldığını biliyorum. Bu nedenle Bozdoğan’ın kitabında birkaç cümle de olsa, Eskişehir’le ilgili kayıt bulabileceğimi düşündüm. öngörüm doğruydu. Kitabı elime alana kadar dikkatimi çekmemiş olan Fritz August Breuhaus ile bu vesile ile tanışmış oldum.
Bir öğretim üyesi olan ve mimarlık tarihi ve teorisi, modernlik, teknoloji, kimlik ve milliyetçilik gibi konularda dersler veren Sibel Bozdoğan, yukarıda söz ettiğim kitabında “Alman mimar Fritz August Breuhaus ise, erken Cumhuriyet dönemi sanayi komplekslerinin en önemlilerinden ikisini, Eskişehir ve Turhal’daki şeker fabrikalarını, idare binalarını, lojmanları ve sosyal hizmet binalarını tasarlamıştır” diyor. Dipnottan öğrendiğime göre bu bilgiyi, Breuhaus’un 1935’te Almanya’da basılan “Bauten und Raume” isimli kitabından aktarıyor.
Gerçek adı Friedrich August Breuhaus olan mimar (-ki kısaca F.A.B. olarak anılıyor), 9 Şubat 1883’te Almanya’da Solingen’de doğmuş. Eğitiminin ardından ilk binasını 22 yaşında tasarlamış. Daha sonraki yıllarda yaptığı çalışmalarla ünlü bir Alman mimar olmayı başaran Fritz August Breuhaus, aynı zamanda 20’nci yüzyılın başarılı bir tasarımcı ve iç tasarım uzmanı olarak tanınıyor. Eskişehir Şeker Fabrikası ile müştemilatının da tasarımcısı olan Breuhaus, 2 Aralık 1960’da ölmüş.
Breuhaus’un mesleki çalışmaları 1905-1914, 1919-1931, 1932-1941 ve 1947-1960 olmak üzere dört zaman diliminde incelenir. 1930’lu yılların başlarında Breuhaus, Türkiye’den bazı önemli büyük tasarımlar için davet almış. 1925’te ülkede devlet eliyle şeker fabrikaları kurmak isteyen hükümet, bu yönlü bir karar vermiş. Böylece 5 Aralık 1933’te Eskişehir ve 19 Ekim 1934’te Turhal şeker fabrikaları açılmış. Yukarıda sözünü ettiğim gibi; Breuhaus, fabrika yapıları dışında idari binaları, çalışanlar için konutlar, yönetici lojmanları, gazinolar, hastaneler ve benzeri müştemilat da tasarlamış.
Sümerbank 1933’te kurulmuş. 1934’te ise teşkilatın merkez binası için bir yarışa açılmış. Breuhaus’un Ankara’da Sümerbank binası için 1934’te açılan yarışmayı birincilikle kazandığını görüyoruz. Ancak bu tasarım uygulanmamış, Münihli Alman mimar Martin Elsaesser’in tasarımının uygulanmasına karar verilmiş. Bozdoğan’ın kitabında bu konuda bazı ayrıntılar ve resimler var.
Breuhaus, 1935’te Mustafa Kemal Atatürk için Edirne’de bir ikametgâh yapmak istemiş. Tarihi Edirne’nin çağdaş kentsel gelişimini de içeren bu proje uygulanma fırsatı bulmamış. 1936’da Hans Poelzig’in yerine Güzel Sanatlar Akademisi başkanlığına düşünülmüş olmasına rağmen bu pozisyona Bruno Taut getirilmiş.
İkinci Dünya Savaşı’ndan iki yıl sonra Akademi’de ders vermeyi tekrar düşünen Breuhaus, bu konuda 1946-1953 arasında İstanbul’da dersler veren Paul Bonatz’a danışmış. Derslerden elde edeceği gelirle pek de bir mütevazı olmayan bir yaşamı elde edip edemeyeceği konusundaki soruya Bonatz, aşağılayıcı bir tavırla “Böyle bir cenneti ancak hak edenlerin elde edebileceğini” söylemiş. Fritz August Breuhaus adına düzenlenmiş İnternet sitesinde mimarın başka çalışmalarına dair bilgiler de var. Kendisi veya onun üzerine çalışma yapanlar tarafından hazırlanan değişik tarihlerde basılmış çok sayıda kitap var. Başta “Bauten und Räume” isimliler olmak üzere bunlarda mimarın çalışmalarını bulmak mümkün…
Bir tesadüf eseri karşılaştığım Alman mimarın bizimle çakışan yaşam öyküsü kısaca böyle. İlgilenenler için; ufkumuzdan kaybolma ihtimali beliren Eskişehir Şeker Fabrikası için bir kez daha not düşmek istedim.
Hatırlamak için Eskişehir Şeker Fabrikası
Eskişehir bir yandan giderek kalabalık hale geliyor. Diğer yandan ise kendine özgü özelliklerini kaybederek herhangi bir yerleşim haline dönüşüyor. Tarihe ve kültüre özen göstermeden yıkılanlar veya ‘dönüştürülenler’...