Bir kentin vizyonu, uzun yılların içinden süzülüp gelir. Eskişehir bölgesindeki yerleşim, çok eski çağlara dek gider. Buna rağmen yeni Eskişehir’in oluşumu yaklaşık olarak 19’uncu yüzyıl ile başlar. Adında eski olan Eskişehir, gerçekte yeni bir şehirdir. Bu şehrin oluşmasında rol oynayan iki faktörün asla akıldan çıkarılmaması gerekir. Bu faktörlerden birincisi, Eskişehir’in yurtdışından –Balkanlardan, Kafkaslardan ve Kırım’dan– aldığı göçlerdir. İkinci faktör ise Bağdat Demiryolu ile başlayan ve 1950’lere kadar uzayan süreçteki kamu yatırımlarıdır. Bu iki önemli unsur, Eskişehir’in geleceğinin belirlenmesinde çok etkili olmuştur.
Eskişehir, Osmanlı’nın kuruluşunda önemli bir yerleşim olmasına rağmen sonraki dönemlerde derin bir sessizliğe bürünmüştür. Çevresindeki iller daha önemli hale gelirken Eskişehir, adeta bir kenarda unutulmuştur.
Eskişehir, Anadolu’nun bazı geleneksel şehirlerinden –örneğin Bursa, Kütahya veya Konya’dan, Kayseri’den– farklıdır. Andığım bu şehirlerin, tarihin derinliklerinden gelen ve en önemlisi süreklilik taşıyan inişli çıkışlı da olsa bir gelişim süreci vardır. Eskişehir ise bunlara göre daha yeni bir yerleşim olduğundan, yağ damlası modeline uygun olarak büyümüştür.
Bir şehrin gelişiminde yağ damlası modeli, kabaca kendiliğinden ve plansız olarak büyüme anlamına gelir. Bir plan ve tasarım ruhuna uygun olarak gelişmeyen şehirlerin bir vizyonunun olması da beklenemez. Gerçekten Eskişehir, son 50-60 yıla kadar herhangi bir vizyon sancısı çekmemiş, bir şehrin vizyonu olması gerektiğinin bile farkına varmamıştır. Bağdat Demiryolunun yapıldığı dönemle başlayıp 1970’li yıllara uzanan süreçte Eskişehir yöneticileri, vizyonsuzluk geleneğini sürdürmekte son derece ‘başarılı’ olmuşlardır.
Bir şehrin vizyonu, kişi ve kuruluşların ortak geleceğe bakabilmelerini sağlar. Onları, ortak geleceği birlikte oluşturmak konusunda heyecanlandırır. Hele ki; büyük ölçüde göçlerle oluşmuş bir şehirde yaşıyorsanız, vizyonun insanları birlik ve beraberliğe yönlendirmekte çok özel bir görevi vardır. Ortak vizyonda buluşamayan hemşehriler, kurtuluşu kendi başlarına arama anlayışına yönelirler; “Küçük olsun, benim olsun” veya “Bende olmayan komşuda da olmasın” derler.
Başaramadığımız çağdaş hemşehrilik –bir başka deyişe Eskişehirli vatandaşlık– ruhunun eksikliğinde, şehrin oluşum biçimi kadar bu gerçeği kavrayamayan geçmiş il yöneticilerinin de ciddi sorumlulukları vardır. Birleşme noktaları yerine ayrılık unsurlarını öne çıkaran herkes, Eskişehir’in bugün olandan çok daha yüksek başarı noktalarında olmayışının sorumlularıdır.
Bir kentin başarısındaki önemli kriterlerden biri olan işbirliğinin ebeveyni güvendir. Güven ortamı oluşmadan işbirliği ve ortak çalışma beklemek hayal olur. Bu nedenle güven olgusunu iyi anlamakta yarar var.
Güven konusunda ortak bir kitap yazmış olan R. C. Solomon ve F. Flores, “Güven hakkında konuşmalıyız. Bunun nedeni sadece, güvenin zorunlu felsefî ve etik kavram olarak uzun süredir ihmal edilmiş olması değildir; güven hakkında konuşmalıyız, çünkü güven tesis etmek için güven hakkında konuşmak gerekir. Güven hakkında konuşmak garip ve rahatsız edici bir şey olsa bile, onu yaratmak, korumak ve onarmak ancak güven hakkında konuşmakla ve güvenmekle mümkündür” diyorlar.
Yazarların ifade ettiği gibi, güvenin oluşup geliştirilebilmesi için bu kavramın yeterince açıklığa kavuşturulması gereklidir. Çünkü güvenin belli başlı dayanak noktası açıklık ve anlaşılır iletişimdir. İletişim kanalları tıkandığında güven üzerinde kuşku bulutları dolaşmaya başlar.
Karşılıklı güvenin oluşabilmesi için, öncelikle bireylerin kendilerine güven duygusunun gelişmiş olması gerekir. Kendine güvenin kaynağı ise yine insanın kendisiyle olan iletişimidir. Bir barış ikliminde kendisiyle iletişim kurup özdenetimini yapamayan bireyler kendi özgüvenlerini de yaratamazlar.
İşte; işin sırrı bu noktada… Kendini tam olarak tanımayan, kendinin farkında ve bilincinde olmayan kişinin kendisine eksiksiz güven duyması mümkün değildir. Kendini iyi tanımayan insan, bir ilişkide ne kendinden emin olabilir ne de ortaya koyacağı davranış modelinden… Bu nedenle bir ilişkide veya herhangi bir iletişim ortamında güven konusunda bir kuşku oluşuyorsa, kişinin öncelikle kendisini gözden geçirmesi gerekir. “Herkesten kuşkulan ama kendinden asla…” sözünün arkasındaki anlam, bireyin kendisiyle ilgili güvensizliği ilk elde aşması gerektiğinin ifadesidir.
Güven, istekle ve iyi niyetle başlar. Ama sağlıkla olaşabilmesi için emek kadar açıklık ve sürekli iletişim de gerektirir. Oluşmuyorsa, bu saydıklarımdan biri eksik ya da aksak demektir.