Anlamın odağında insan var; çünkü dünyayı ve yaşamı ancak kendi insan odağımızdan anlamlandırabiliyoruz. Bu anlamlandırma yetisine sahip insanın bu özelliğinden kaynaklanan bazı yaşamsal kurallar da var. Örneğin insanın anlamını ve değerini, bir başka insanlar tartmaya çalışmamak… İnsan, insanla tartılmaz. İnsan, ne terazi kefesinde mal olur ne de diğer kefede dirhem. Eğer insanı insanla tartacak, insanı mal ya da dirhem edecek bir terazi olsa neler olurdu, düşünebiliyor musunuz?
Örneğin malı mülkü çok olanı, az olandan değerli bulmamız gerekebilirdi. Çok okumuş veya çok bilgili olanın, az okuyabilmiş olandan daha makbul bulmamız gibi bir durum ortaya çıkardı. İyi konuşanı, belagati daha düşük olandan daha kıymetli kabul etmemiz ihtiyacı doğabilirdi.
Yaşam, bir öncelikler manzumesi… Bazı insanlar önceliklerini okumaya, öğrenmeye ve bu birikimlerini başkalarına aktarmaya ayırıyorlar zamanlarını: Bazıları ise küçük yaşta para kazanmanın derdine düşüyorlar. Başarılı bir eğitim süreci yaşamış olanla önceliğini para kazanmaya vermiş olanı birbiri ile kıyaslayabilir miyiz?
İnsanlar olarak doğuştan gelen yeteneklerimiz ve bedensel özelliklerimiz de çok farklı… Bedensel olarak avantajlı doğanlarımız olduğu gibi, kimilerimizin bazı fizikselengelleri olabiliyor. Renkli gözlü olan birisini, fiziksel engeli olan bir başka insandan daha değerli bulabilir miyiz?
Dar, kısıtlı ve açılımları olmayan bir çevrede doğan çocuğun kabahati nedir ki?Yaşadığı çevredeki eğitim imkânları daha dar olan insanlar, eğitim konusunda daha ileri fırsatları yakalamakta daha az şanslı oluyorlar. Geçim sıkıntısı çeken bir ailenin ağır şartlarını kırarak başarıya ulaşmak hiç de kolay olmuyor. Ağır koşullar altında sınırlı gelişme gösterebilmiş bir kişiyi, bir eli yağda diğeri balda yetişmiş bir kişiden daha az kıymetli gösterebilir miyiz?
Sosyal kuralların ve ahlakın varlığı, bu tür konularda hata yapmamak içindir. Toplumun bilgelerinin özdeyişleri, insanî ölçeğin kaçırılmaması gereğine dikkat çekerler. Başka insanları değerlendirirken kantarın topuzu kaçtığında; saygısızlığın ve kabalığın boyutunun nerelere varacağı hiç belli olmaz.
Bu nedenle konuşmalarımızda ve yazılarımızda başka insanlar hakkında yorumlar yaparken, saygı sınırını aşmamaya özel bir önem vermemiz gerekir. Kişi, bu tür değerlendirme ve yorum durumlarında; benzeri bir yargıya kendisinin muhatap olduğunda nasıl karşılayacağını düşünmeli önce. Malum atasözü, “İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” der.
Başkasını eleştirirken kişinin verdiği mesaj, “Sana karşı söz söylüyorum ama senden gelebilecek olana da açığım” demektir. Eleştirinin dozunun aşılıp saygısızlık noktasına geldiğinde de; bu yaklaşımın hâlâ geçerli olmaya devam edebileceğini unutmamak gerekir. İşte; bu nedenle saygısızlık yapan karşılığında saygısızlık bulabilir. Benzer biçimde kabalık eden de kabalık bulmaya hazır olmalıdır.
Yaşlı olmanız genci, baba olmanız çocuğu, öğretmen olmanız öğrenciyi ya da ünlüolmanız sıradan vatandaşı aşağılayabileceğiniz anlamına gelmez. Herkes haddini bilmeli ve saygı sınırlarını aşmamalı. Özellikle kamunun ya da basının gücünü elinde tuttuğuna inananlar, bunu birkaç kat daha kuvvet ve ciddiyetle kavramalı. İnsan, insanla tartılmaz. Bu yapmaya çalışanın, insanî özelliklerinin eksikliğinden ya da zafiyetinden kuşku duyarım.
Kavramları ve anlamları ait olduğu bağlamdan kopararak ele alırsanız sadece anlamsızlaştırmış olursunuz. Bir kavram ya da anlamı ait olduğu şartlardan kopararak anla(t)maya çalışmak pek çok durumda önyargılarla ilintilidir. Önyargı, sorgulamayan bir şartlanmadır. Önyargı, insanların tam, doğru ve yeterli bilgi sahibi olmadıkları konularda varsayımlar ve kabuller yapmasını sağlar. Yaşamın neredeyse her alanında önyargılarla karşılaşmak olasıdır. Kimi zaman apaçık gözlenirken, kimi durumlarda demokrasi, adalet ya da katılım kisveleri altına saklanmış olabilir.
Önyargının en tehlikeli biçimi, doğrunun yalnız kendisi olduğu varsayımıdır. En tehlikeli olandır çünkü kendini tek ve vazgeçilmez doğru sayan anlayış, buna bağlı olarak diğerlerinin yaşam hakkını yok sayar.
Önyargıyı özgürlükler yönünde aşabilmenin basit ve tek bir yolu var: Kendine sorular sormak, dolayısıyla kendini sorgulayabilmek… Her ne kadar bağnaz bir kişinin kendisine sorular sormasının zorluğu olsa da önyargıları aşmanın kendine soru sormayı öğrenmekten başkaca yolu yoktur.
Önyargının karşıtı gerçek anlamda özgür düşüncedir. Eğer düşüncelerinizi tek ve vazgeçilmez doğru kabul ettiğiniz bir başka eksene göre ayar ediyorsanız, bu durumda özgür düşünmeyebildiğiniz konusunda kuşku duyabilirsiniz. Özgür düşünebilmek; yaratıcı, yenilikçi olmak demektir. Özgür düşünce iyimserdir. Değişime inanır ve güvenir. Toplam doğrunun oluşmasında toplumun her kesiminin katkıları olabileceğine güvenir. “Bizden ve öteki” diye insanlar arasına kalın ve ayırımcı çizgiler çizmek yerine katılımlı süreçlere destek olur, katkı verir. Farklı düşüncelere ifade ve katılım imkânı sağlar.
Son söz: Doğru sorular yoksa doğru cevaplar da olamıyor.