Kazanan kim, kaybeden kim?

    Geride bıraktığımız 2021 senesi, ileride pandemi ve ekonomik sıkıntılarla anılacak, çoğumuzun hatırlamak istemeyeceği bir dönem olarak yaşandı ve bitti. 2022 yılına ülke olarak her ne kadar olumsuz bir havada girmiş...

    Geride bıraktığımız 2021 senesi, ileride pandemi ve ekonomik sıkıntılarla anılacak, çoğumuzun hatırlamak istemeyeceği bir dönem olarak yaşandı ve bitti. 2022 yılına ülke olarak her ne kadar olumsuz bir havada girmiş olsak ta, yıl içerisinde ülkemiz adına güzel gelişmeler görmek ortak temennimiz. Bu vesileyle verimli bir yıl olması umuduyla, yeni yılınızı kutlayarak yazıma başlamak istedim.
Ülke gündemi bildiğimiz gibi. Temenniler ile gerçekler örtüşmüyor. 2022 senesi emekçiler için parlak bir yıl olmayacak. Hatta önceki yıllardan daha zor bir yıl bekliyor bizleri. Yaşamaktan yorulan, bıkkın, umutsuz insan yığınları var. Bırakın konforlu bir yaşamı, insanın en temel ihtiyacı olan yemek ve barınma gibi imkânlara ulaşamayan milyonlarca ihtiyaç sahibi var. “Çok şükür evine ekmek götüremeyen hiç bir vatandaşım yok” sözünü hatırlarsınız. Siyasiler, işte bu standart üzerinden halkın yaşam kalitesini ölçmeye çalışıyor. Onlara göre, ekmek alacak parası ve sığınacak iki göz yeri olan bir vatandaş makul bir yaşam sürüyor.
***
    Kısa zamanda 8 TL’den 18 TL’ye fırlayan Dolar kurunun, bugünlerde 12-13 TL bandına yerleşmesiyle birlikte, TL’nin son aylarda dolar karşısında yüzde 100’ü aşan değer kaybı, yüzde 50’lere gerilemiş oldu. Bu tablodan başarı hikayesi çıkarmaya çalışmaksa tam bir aldatmaca. Nitekim bugün etiketlere yansıyan fiyatlar, bu vahim tablonun bir sonucu. Temel gıda ürünlerinde yaşanan fiyat artışları maaşlı ve ücretli çalışan kesimin yaşamını daha da zorlaştırdı. Dolar’a müdahale edilen 20 aralık sonrası gıda fiyatlarında indirime gidileceği söylense de, etiketlere yansıyan bir indirim söz konusu değil. Enflasyon baskısıyla oluşan ekonomik darboğaz insanları önce sosyal hayattan soyutladı. Şimdilerde günlük zaruri harcamalar bile hane bütçesini zorluyor. Özellikle son yıllarda hem merkezi idarenin, hem de yerel yönetimlerin sosyal yardım ve destek bütçelerini artırdığını, bu alanda çalışmaların yoğunlaştığını görüyoruz. Bu aslında yoksulluğun yoğunlaştığının da bir göstergesi. Sayıları her geçen gün artan milyonlarca yoksula düzenli olarak kömür, gıda ve giysi yardımı yapılıyor. Belediye ekmek büfelerinde oluşan uzun kuyruklar bir anlamda durumu özetliyor. Bunun yanı sıra insanlar diğer gıda ihtiyaçlarını karşılamak için ucuz, sağlıksız ve tağşiş ürünlere yöneliyor. İnsanların düzenli olarak, yeterli ve sağlıklı gıdaya ulaşamıyor olması hem fiziksel, hem de ruhsal yönden toplumun sağlığını ve geleceğini tehdit eden önemli bir etken.

***
    Halk bu güçlüklerle mücadele ederken, faiz ve kur konulu kısır tartışmalar siyasi gündemi meşgul etmeyi sürdürüyor. Çalışarak kazandığı günlük veya aylık gelirinden başka dayanağı olmayan, yükselen döviz kuru ve enflasyon karşısında ezilen vatandaşların durumu nedendir ilgi görmüyor. Hükümet, dövizdeki yükselişi kur farkı garantili TL mevduatına geçiş formülüyle kontrol edeceğini iddia ediyor. Maliye Bakan’ı katıldığı tv programlarında 20 Aralık sonrası döviz kurundaki düşüşün, döviz mevduat hesaplarının TL’ye çevrilmesi sonucu kaydedildiğini iddia ediyor lakin o haftaya ait resmi veriler tam aksini söylüyor. TCMB 2021 yılının 20 Aralık gününü de kapsayan haftaya ait para ve banka istatistiklerini yayımladı. 24 Aralık ile biten işlem haftasında yurt içi yerleşiklerin toplam döviz mevduatları 1,18 milyar dolar artarak 237,7 milyar dolardan 238,9 milyar dolara yükseldi. Önceki hafta 6 milyar dolar üzerinde artan döviz mevduat hesapları dövizin önce rekor kırıp ardından da haftalık bazda %30’a yakın gerilediği hafta 1,18 milyar dolar arttı. Toplam mevduatlar içinde hane halkı yani gerçek kişiler satıcı olurken tüzel kişiler ise alıcı davrandı. Son haftada gerçek kişilerin döviz mevduatları 429 milyon dolar azalarak 146,08 milyar dolara geriledi. Tüzel kişilerin döviz mevduatları ise son haftada 1,6 milyar dolar artışla 92,89 milyar dolara yükselerek rekor kırdı.(İnvesting)
***
    Hükümetin açıklamalarıyla, resmi rakamlar arasındaki tutarsızlık göze çarpıyor. Bu tablodan anlaşılan o ki, hükümetin çare olarak uyguladığı formül çalışmıyor. Ancak yöntem nu olursa olsun, kazanan ve kaybeden değişmiyor.
Bankalarda bir milyon liranın üzerinde birikimi olan tüzel veya gerçek kişi sayısı yaklaşık 300 bin olduğuna göre, geriye kalan 80 milyonun emeği bu yöntemle bir avuç insana peşkeş çekilmiş oluyor. Bunlar yaşanırken, diğer taraftan Hazine ve Maliye Bakanlığı 2021 yılı için yeniden değerleme oranını yüzde 36.20 olarak açıkladı. Yani devletle ilişkili olan tüm vergi, harç, prim ödeme, trafik cezası gibi işlemlerde yüzde 36.20 artış olacak. Emekçilerin sırtındaki vergi yükü artarken, gelirin paylaşımı ise imtiyazlı bir kesimle sınırlı kalacak.
***
    Bu kısır döngüden kurtulabilmek için, toplumun refah içinde yaşayabileceği adil bir düzen kurmak zorunluluğu her geçen gün ağırlığını biraz daha hissettiriyor. Sorunun nerede olduğunu doğru tahlil etmeden, kalıcı çözüm üretmek mümkün değil. Öncelikle dünyayı kaosa sürükleyen Emperyalist sistemi ve buna bağlı olarak ülkemizde yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmeleri iyi incelemek ve nedenleriyle birlikte değerlendirmek gerekiyor. Özellikle 24 Ocak kararları ve devamında 1982 Anayasası’yla birlikte Türkiye’nin, nasıl yabancı sermayenin pazarı haline getirildiğini, kamu kaynaklarının, kurumların ve bütün değerlerin nasıl talan edildiğini anlamak gerekiyor. Bu süreçte kamuya ait fabrikalar ve madenler başta olmak üzere katma değer üreten bütün kaynaklar haraç-mezat elden çıkarıldı. Tekel’den, Telekom’a kadar bütün kurumlar boşaltıldı. Bugün en değerli tarım arazilerimiz ve çiftçimiz çok uluslu küresel şirketlerin güdümünde. İçilebilir su kaynaklarımız bile yabancı şirketlerin elinde. Ağır sanayi üretimi şöyle dursun, henüz kendi tohumumuzu ıslah edebilecek (hububat hariç) bilgiye ve teknolojiye bile sahip değiliz. Bağımlılığımızı gösteren buna benzer yüzlerce örnek verilebilir. Türkiye’de siyaset yapan kurumların her şeyden önce bu gerçeklerle yüzleşmesi gerekirken, bunların konuşulması bile faşist baskılarla yasaklanıyor. Ne zaman toplumsal bir refleks gelişecek olsa, hamasi söylemler ve toplumu kutuplaştırmaya dönük çıkışlarla sorunlar perdelenmek isteniyor. Her kriz anında, yeni bahaneler üretiliyor, hayali düşmanlar yaratılıyor. Bu, Kapitalizm’in en ırkçı, en şoven, en baskıcı ve eli kanlı siyasi yönetim biçimi olan Faşizm’in karakterine uygun bir gelişme. İşler yolunda gitmediği zaman, toplumsal muhalefeti ve haklı itirazları bastıracak, yönetenleri ve kararlarını meşrulaştıracak bir yöntem hemen masaya getiriliyor. Toplum olarak bu davranışlara geçmişte maruz kaldık, şimdi de kalıyoruz. Siyasilerin her zaman geçer akçe olarak gördüğü  “terör, dış güçler ve ihanet” çerçeveli konular bir biçimde gündeme hakim oluyor.
    Emekçiler arasında oluşturulan suni ayrılıklar ve bu tuzağa düşülmesi emekçilerin hak arama mücadelesini büyük oranda zayıflamış durumda. Bunun sonucu olarak krizlerin yükü ve büyük sermaye gruplarının kar organizasyonları halkın sırtına yükleniyor. Adil paylaşımın olmadığı bu sömürü ve talan sistemine karşı emekçilerin, kendi geleceklerini kurtarabilmesinin tek yolu örgütlü güç olmaktan geçmektedir.
Aksi halde yıllardır yaşanan sonuç değişmeyecektir. Dilerim 2022 yılı birlik, dayanışma ve mücadele yılı olur.

Haberleri