Kedili Eleştiri

Sydney Harris, 1917-1986 yılları arasında yaşamış bir ABD’li gazetecidir. Nixon karşıtları listesinde önemli bir yeri vardır.

Sydney Harris, 1917-1986 yılları arasında yaşamış bir ABD’li gazetecidir. Nixon karşıtları listesinde önemli bir yeri vardır. Öğretmenlik, okutmanlık ve tiyatro eleştirmenliği yapmıştır. Bu özellikleri yanında anekdotları ile ün yapmıştır. Bir yazısında şöyle diyor: “Bizi köpeklerle dost yapan bağ, onların bağlılığı veya sevimli oluşları değil, bizi eleştirmemeleridir.”

Yaşamım boyunca değişik sayıda ev hayvanı besledim. Bir zamanlar akvaryumda balıklarım ve tatlı bir muhabbet kuşum vardı. Siyam kedimin ev arkadaşlığı 20 yılı bulmak üzere... Hiç köpeğim olmadı. Bu nedenle Sydney Harris’in eleştiri konusunda köpekler için söylediğini yaşayarak doğrulama şansım olmadı.

Siyam kedilerinin ise yaşayarak öğrendiğim ilginç bir özelliği var. Birinci yaşına doğru insanlarla anlaşmak üzere özel bir dil geliştiriyorlar. Dikkatli olursanız, farklı talepler için farklı sesler çıkardıklarını gözleyebilirsiniz. Farklı sesler yanında onaylamama (uygun bulmama) anlamında davranışlarla ifade ettikleri tercihleri de var. Örneğin eğer kedimi uyumak üzere iken sevmeye kalkarsanız, bir tepki olarak ısırır gibi kendince saldırıya geçiyor ya da o mekândan kaçıp daha rahat bir yere gidiyor. Muhtemelen bu davranış, onun kendince eleştirme biçimi olsa gerek.

Kedimin başkaca bir eleştiri modeli var mı diye düşündüğümde, aklıma şunlar geliyor. Bazen kuru mamasını sevmediği oluyor; süt içmek istemediğinde kafasını bile çevirip bakmıyor; canı istemediğinde herhangi bir oyuncağıyla oynamıyor. Verdiği tepkiler tümüyle kendi yaşamıyla ilgili. Yaşamının doğallığı dışında yaşama dönük başka bir ‘eleştirisi’ yok.

Kuşkusuz; eleştiri kavramını, insanlar dışında kullandığımızda –Sydney Harris’in fantezisine eklediklerimin dışında– bir anekdot olmaktan öteye geçemiyor. Eleştiri kavramının var olabilmesi için öncelikle insanlar arası ilişkilerin var olması gerekiyor. İşin içine insan girince de; kavram, tam anlamıyla bir karmaşaya dönüşüyor. Neden derseniz; eğer ortada bir sistem varsa ve insan, o sistemin bir parçasıysa; o sistemde sorunlar yaşanması için ‘iyi’ bir neden var demektir.

Türk Dil Kurumu sözlüğünde ‘eleştiri’ sözcüğü şöyle tanımlanıyor: “Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi.” 1888-1955 yılları arasında yaşamış olan ve kişisel gelişim dalının mucidi sayabileceğimiz, kitapları hâlâ büyük bir beğeni ile okunan Dale Carnegie’nin ise eleştiri konusuna ilginç bir bakış açısı var. Carnegie’ye göre “haksız eleştiri, çoğunlukla biçim değiştirmiş övgüdür.” Carnegie, bu sözleriyle eleştirinin altındaki ana eğilimlerden birinin az ya da çok karşımızdakini ‘beğenmeme veya karalama’ ihtiyacı olduğunu söylüyor.

Konuya bir de ters yönden bakabiliriz. Kimi zaman başka kişilerin bizi eleştirmesini istediğimiz olur. Bunların pek azı, gerçekten bir düzeltme ihtiyacı isteyen taleplerdir. Eleştiriye konu olan şeyin, olumsuzluklarını işaret ettiğimizde; bunun karşımızdaki kişi tarafından hiç de hoş karşılanamadığını gördüğümüz olmuştur. Çoğu zaman eleştiri talebinin arkasındaki gerçek şudur. İnsanlar, bizden kendilerini eleştirmemizi istediklerinde, aslında çoğu zaman kendilerini veya yaptıkları işi övmemizi bekliyorlardır. Dolayısıyla bazen eleştiri övgüdür; kimi zaman da övgü eleştiridir.

Bir kişi, kendisi veya yaptığı iş konusunda eleştiri talep etmeden önce kendi sınırlarının farkında olması gerekir. Çünkü eleştiri; saygı, özgüven, tolerans, tahammül gibi kavramlarla çok yakından ilgilidir. Bu gibi nitelikler konusunda kendini sınanmış birinin, eleştiri konusunda da talepçi olmaması gerekir.

1878-1965 yılları arasında yaşamış Rus kökenli ABD’li ressam Abraham Walkowitz’in sevdiğim ve zaman zaman hatırladığım bir yaklaşımı ile bitireyim: “Gözlerim görebildiği sürece resim yapmaya devam edeceğim. Görmediği zaman da eleştirmen olacağım.” Bu sözün iğne mi, çuvaldız mı olduğuna karar vermek de siz kalıyor.

Güncel Haberleri