Bir ürüne veya esere baktığımızda onunla ilgili bir izlenim sahibi oluruz. Güzel veya çirkin, özgün veya banal buluruz. Hiç düşünmeden odaklandığımız ve yargıladığımız şey, ürün veya eserin kendisidir. Ama çoğu zaman iyi ya da kötü, sadece görünen cisme (yani sonuca) yansımıştır; büyük bir olasılıkla iyilik ya da kötülük onu yapan ruhtadır.
Hali vakti yerinde olmayan şeklinde tanımlayabileceğimiz bir ailenin evine gidersiniz. İnsanı imrendiren bir temizlik ve düzen görürsünüz. Mobilyalar pahalı ve görkemli değildir. Ünlü markaların etiketleri yoktur. Perdeler aile içinde el dikişi ile yapılmıştır. Belki koltuk ve kanepenin yüzü değişmiş ya da eskimeye yüz tutan yüzü bir örtü ile kaplanmıştır. Ama en önemlisi, evdeki her şey bir fonksiyona hizmet etmektedir. Sadece süs olsun diye para verilmiş gereksiz aksesuarlar yoktur. Ev de aile gibi yoksul olsa bile bakımlı, özenli ve düzenlidir. Bu düzeni ve temizliği görmek, bu evde bir bağlılık ve aidiyet duygusu olduğuna dair ipuçları verir. Anlarız ki; bu aile, tüm sıkıntılara rağmen bu mekânı ev olarak benimsemiş, hatta özümsemiştir. Tüm yoksulluğa rağmen böyle bir evin bütünlüğü, size sıcak bir yuvada olduğunuz duygusunu verir. Çünkü oraya aile olmanın sevecenliği ve içtenliği sinmiştir.
Ekonomik olarak daha uygun koşullarda yaşayan bir başka ailenin evine gidersiniz. Her taraf, yeni ve pahalı olduğu besbelli mobilyalarla donatılmıştır. Halılar, masalar, sandalyeler, koltuklar ve vitrin olarak kullanılan kitaplıklar adeta eve bir görkem kazandırma yarışındadır. Evin her boş noktası, dünyanın değişik köşelerinden gelmiş aksesuarlar ile doldurulmuştur. Sehpa üstlerinde bir amaca ya da estetiğe hizmet etmeyen küçük çanak – çömlek takımları, biblolar, içilmediği halde çeşitli sigara tablaları yer almaktadır. Duvarlar, neredeyse sathı görmeye imkân bırakmayacak biçimde bir uyum ve bütünlük hissi vermeyen tablolarla kaplanmıştır. 10 santimden 1 metreye kadar olan değişik boyda plastik, alçı veya mermer tozundan üretilmiş heykelcikler, sokak kapısının girişinden yatak odasına kadar her yerde arz-ı endam etmektedir.
Düzenlenmesine ve bakımına çok para harcandığı anlaşılan bu evde sizi saran bir bütünlük ve sıcaklık bulamayabilirsiniz. Çünkü ev, farklı karakterde eşyalar nedeniyle bir kimlik oluşturamamış veya varsa da bu kimliğini zamanla kaybetmiştir. Bu ev, size orada yaşayan ailenin geçmişini, kültürünü ve yaşama bakışını yansıtmaz. Ev ve aile; oluşturulan bu karmaşa, düzensizlik ve kimliksizlikle birbirine yabancılaşmıştır.
Mimarlık ve kent planlama felsefesi, kentteki bir yapının özünün (kullanım amacının) biçimine yansıması gereğini ifade eder. Aşırı biçimde ve bir bütünlük oluşturmayacak tarzda doldurulmuş bir evde gerçekleşmeyen ana fikir budur. Kimliksizlik, bir yaşam yerini ev yapmaktan alıkoyan belli başlı sorunlardan birisidir.
Bir kent de orada yaşayan insanlar için evdir. Açıkçası; bir kentin vatandaşlar için ev niteliğine sahip olması beklenir. Çünkü kentli vatandaşlar da bu evde yaşayacak büyük ailedir. Kent halkı, aynen ailede olduğu gibi ortak amaçlara ve paylaşılan mutluluğa hedeflenir.
Kentsel çevre, o kentte yaşayan büyük ailenin geçmişini, kültürünü ve gelecek tasarımına ilişkin vizyonunu yansıtmalıdır. Yapılar, meydanlar, sokak ve caddeler ile kent mobilyaları bir ailenin ruhunu yansıtacak biçimde düzenlenmelidir. Eğer kenti, ona ait olmayan unsurlarla donatırsak, bu büyük ailenin ruhu deforme olmaya başlar; bir süre sonra da herhangi bir kent halkı olacak biçimde yabancılaşır. Deformasyonla birlikte kent kültürü de soysuzlaşmaya başlar.
Bir kent, aynen bir evde olduğu gibi; bağlılık, aidiyet ve ortak mutluluk yaratmalıdır. Bunun sağlanması için kentin donatılmasında orada yaşayan büyük ailenin katılımı ve dolayısıyla rızası olmalıdır. Kent ailesi adına yapılmış her zoraki değişim ve dönüşüm, kent yaşamını bir adımda yabancılaşma uçurumuna sürükleyecektir.
Diğer yandan Covid-19 salgını, süreç ve sonrası olarak kaskatı bir gerçeklik şeklinde karşımızda duruyor. Hiç kuşkusuz; Covid-19 salgını, kentleşme eğilimlerini değiştirecek ve kent yönetimi anlayışında farklılaşmalar yaratacak. Bu değişimin odak noktasının kamu hizmetlerinin akıllı yönetimi olması beklenebilir. Böylece kent, yaşamını daha önceki dönemlere oranla daha fazla dijitalleşmiş bir düzeye yükseltebilir. Covid-19 salgını, kişi, kurum ve kuruluşları pek çok başka alanda olduğu gibi kent yönetimi ve kamu hizmetlerinde de dijitalleşmeye yöneltti. Yerel kamu idarelerinin –kısmen de olsa– zorunlu olarak çevrimiçi işlemeye geçişi, gelecek açısından önemli bir dönüm noktasını işaret ediyor olabilir. Salgın, başta kalabalık ve insan yoğun yerleşimler olmak üzere kentlere hızla yaygınlaştı. Bu da salgın ve kentler arasındaki karmaşık –kaotik– ilişkilere dikkat edilmesi anlamına geliyor. Yeni teknolojiler dikkate alınarak bakıldığında; bu salgına veya benzeri afet niteliğindeki krizlere yönelik yeni tepki biçimleri ve öncelikler açısından kent ve kentleşme modellerinin yeniden değerlendirilmesi gerekiyor.