Kent, küreselleşme ve yerellik
Son yıllarda kentlerde yaşanan en önemli değişikliklerden biri, yerel hizmetlerin giderek ‘kamu hizmeti’ özelliğini kaybediyor olmasıdır. Mesele, belediyelerin yerel hizmetleri taşeronlar aracılığı ile daha az maliyetli sunmaya çalışmaları değildir. ‘Yerel hizmet’ anlayışının yerini, hızla ‘piyasa hizmeti’ anlayışının almaya başladığını yaşadığımız kentlerde de gözlüyoruz. Vatandaşa hizmet sunulmasında; ‘kamu yararı ve sosyal hedefler’ anlayışının yerini ‘kazanç elde etme ve kâr yapma’ yaklaşımının aldığına dair kuşkumuz kalmadı. Hizmetler satışa sunularak ticari hale getirilirken, 1980 sonrasında esen neo-liberal rüzgârların etkisiyle ‘kentli yurttaş’ kavramının yerini de ‘müşteri’ yaklaşımı almaya başladı. Bugünkü ekonomik düzen, her şeyi alınır-satılır meta haline dönüştürüyor.
Burada bir noktayı tekrar vurgulamak isterim. Belediyelerin daha az maliyetli hizmet üretmeleri amacıyla yerel hizmetleri aracılara yaptırmaları ile bu hizmetleri satarak gelir ve kâr elde etmeleri anlayışları birbirinden çok farklıdır. Zayıf ve ağır aksak yürüyen ulusal ekonomilere müdahale eden küresel güç odakları, yerel yönetimlerin de bir satıcı-müşteri ilişkisi içinde olmalarını yeğlemekte ve dayatmaktadırlar. Dolayısıyla yerel hizmetlerin taşeronlaşması, küreselleşmenin yeni pazarlar yaratmak amacıyla kent üzerindeki etkilerinden bir diğeri olarak algılanmalıdır.
20’nci yüzyılın son çeyreği, üretim teknolojisi sorunlarının aşıldığı ve üretimin genel anlamda bir problem olmaktan çıktığı bir dönemdir. Günümüzde üretim sorunlarının yerini, pazarlama ve satışta yaşanan rekabet sorunları almıştır. Günümüzde işletmeler bir mal veya hizmeti üretmekten daha çok, onu satabilmek ve rekabetçi piyasalarda ayakta kalabilmek çabası içindedirler. Mal ve hizmetin kolaylıkla üretilebildiği bu dünyada bilişim, iletişim ve lojistikteki gelişmeler sayesinde ürüne ve fiyat-stok bilgisine ulaşmak da kolaylaşmıştır.
Kırlar, tarımsal üretimin alanlarıdır. Kentler ise tarihte endüstriyel üretimde öne geçişleri ile ayırt edilmişlerdir. Fakat yukarıda sözünü ettiğim mal ve hizmet üretimindeki patlama, kentleri tüketim mekânları haline dönüştürmüştür. Bu süreçte kentlerin üretim merkezleri olmaktan daha çok, alışveriş merkezleri gibi örnekler ile tüketim alanları haline dönüştüğünü gözlüyoruz. Ekonomileri ve sosyal yapılanmaları güçlü olan kentler, küreselleşmenin kenti sanal bir tüketim dünyası haline dönüştürmesini engellerken; iç dinamikleri gelişmemiş, zayıf yapılı kentler bu rüzgârlara direnmekte zorlanmaktadır.
Küreselleşmenin en sevimsiz görünümlerinden biri kentleri aynı mekânsal görünüm, aynı yapım malzemesi ve aynı kültürel doku ile doldurmasıdır. Herhangi bir kentin merkezine gittiğinizde; çevrenizi saran küresel markaların veya her yöndeki aynı görünüme sahip mağazaların, hatta kopya, taklit, kitsch kent mobilyalarının etkisiyle hangi kentte olduğunuzu bile şaşırabiliyorsunuz. Sonuçta, bir kenti diğerlerinden ayıran en önemli özellikler yok oluyor ve bir kentsel kimliksizleşme başlıyor. Vatandaşların yaşadıkları çevreye yabancılaştıkları, kimliksiz bir kentte mutlu olabileceklerini düşünmek bir hayalden fazla bir şey değildir. Özetle; eğer bir kent yöneticisi için başarı söz konusu olacaksa; marifet, bir kenti diğerleri ile aynılaştırmakta değil, aksine o kentin farklılıklarını koruyup geliştirmektedir.
Konuya tekrar ‘kent turizmi’ açısından bakalım. Eğer kenti bir turistik ürün olarak pazarlayacaksanız; yerli veya yabancı turist, o kente bir başka kente benzediği için değil, aksine diğerlerinden farklı olduğu için gelmeyi tercih edecektir. Bir kenti; adı ne olursa olsun, hangi kıta veya ülkede bulunursa bulunsun bir başka kente benzetmeye çalışmak, değerlendirmek istediğiniz o kentin yerel kimliğini yok etmek –bir başka deyişle kenti farksızlaştırmak anlamına gelir. Kimliksiz bir kente; hiç kimse ne gelmek, ne de o kentte yaşamak ister. ‘Marka kent’ veya ‘dünya kenti’ olmanın yolu, aynılaştırmaktan değil, farklılık yaratıp geliştirmekten geçmektedir.