Seçim kazanmanın ne denli zor olduğu çoğumuzca iyi bilinmekle birlikte; kent yöneticiliği, bir yere aday olup seçilmek kadar basit bir iş değildir. Kente yöneticiliği, pek çok alanda bilgi ve birikim gerektirir. Kent yöneticiliğinde ‘kervan yolda düzülmez’.
Kentte yönetici olmayı öncelikle toplum kalkınması ve kent ölçeğinde katılımcılık olarak almak zorundayız. Toplum kalkınması denildiğinde; sadece ekonomik veya sosyal yükselişi anlamamak lazım… Hiç kuşkusuz; sosyal ilerleme, ekonomik ve toplumsal gelişmeyi içerecektir. Ama daha önemlisi fikren ve zihnen bireylerin, toplulukların ve toplumun gelişimidir. Gerekli fikrî dönüşümü ve ilerlemeyi sağlamış topluluklar, toplumun ihtiyacı olan ekonomik ve sosyal projeleri de üretip geliştirebilecektir.
Toplum kalkınması, o toplumu oluşturan bireylerin hepsini ilgilendirir. O bireyler ki; çok değişik tercihlere, beğenilere ve ihtiyaçlara sahiptirler. Bu nedenle toplum kalkınması sürecinin katılımcı olması gerekir. Dolayısıyla yerel yöneticiler; karar, yönetim ve denetleme süreçlerine halkın katılımını sağlamak zorundadırlar. Katılımcı ve çoğulcu demokrasi söyleminin günümüzde tüm dünyadaki yükselişinin arkasında bu gerçek var.
Toplum kalkınması fikri, 1960’lı yıllarda oldukça popüler bir konuydu. Bugün o yıllardaki anlamında farklılaşmış bir içerik taşıyor. Toplum kalkınmasını 1960’lardaki gibi anlamıyor olmamız, bireyselliğin bu denli öne çıktığı bir çağda toplumsallığı ihmal etmemizi gerektirmez. Bu çerçevede bir yandan bireyin hak ve özgürlüklerini savunur ve gelişmesi için çalışmalar yaparken, toplumsal olana da aynı biçimde anlam ve değer yükleyebilmeliyiz.
Sivil toplum alanında yaygın bir hastalık var. Bu sorun; mahalle, yöre ve köy derneklerinin, sivil toplum değeri olarak yeterince dikkate alınmamasıdır. Nedense; bu örgütlerin, toplumun birlik ve dayanışma ihtiyaçlarının ciddi bir bölümünü karşıladığı unutulur. Hâlbuki bu kuruluşlar, uygun biçimde teşvik edilebilirse aynı zamanda yerel kalkınma için çok uygun araçlar olarak görev yapabilirler.
Sivil toplum geleneği yeterince gelişmiş ve yaygınlaşmış olmayan toplumumuzda yerel ve yöresel derneklerin kentin gelişimine yeterince katkı koyamamaları olağan bir durumdur. Bugüne kadar onları ciddiye alan ve kentsel gelişim ile toplum kalkınmasına yönlendiren bir yönetici vizyon oluşmamıştır. Uygun bir vizyonaoturmuş çabalar, –teknik olarak primordiyal kuruluşlar adı verilen– bu tür dernek, vakıf ve sivil toplulukları kentsel değişim ve dönüşümün önemli bir parçası haline getirebilir.
Bugüne kadar bazen lokal olarak hizmet veren, ama genelde siyasetçiler tarafından oy deposu olarak görülen köy, mahalle ve yöre derneklerinin iyi seçilmiş projelerde yer almasını sağlamak önümüzde bir görev olarak duruyor. Böyle bir çaba kentte demokrasinin gelişimine de olumlu katkılar yapacaktır.