Tarih, tercihini kentlerden yana yaptı. Dolayısıyla kentleşme, kaliteli yaşamın altyapısı olarak kabul edildi. Günümüzde kentlerin geldiği noktaya bakınca geçmişte yapılmış bu kabuller hakkında kaçınılmaz biçimde kuşkuya düşebiliyoruz. Kentler de doğru beslenmeyen ve dinamizmini doğru yönetemeyen canlılara benziyor. Sonuçta kaçınılmaz olarak ‘kentsel obezite’ olarak yorumlayabileceğimiz bir ekonomik verimsizlik ve düşen kalitenin eşlik ettiği, denetimsiz yayılma ve aşırı büyüme oluşuyor. Hâlbuki verimsizlik, kalitesizlik, düşük yaşam şartları anlamına gelmeye başlayan obezite, kentin kaderi olmayabilir. Olmamalı.
Yayılma ve aşırı büyüme olarak ortaya çıkan kentsel obezitenin nedenlerinin ilk sırasında kentteki nüfus artışı gelir. Bunun ise başlıca iki kaynağından söz edebiliriz. Birincisi doğum nedeniyle nüfusun artışı, diğeri ise kente olan sosyal göçlerdir. Bunlardan –genellikle kırdan kente şeklinde gözlenen– sosyal göçün nedenleri kentteki pek sorunun anlaşılıp açıklanmasını sağlayıcı niteliktedir. Son yıllarda bölgesel savaşların neden olduğu ülkeler arası göç olgusu da kentsel obezitenin önemli kaynaklarından birisi olmaya başladı. Türkiye’nin de zorunlu göç hedefi olarak yer aldığı bu süreçte ortaya çıkan ‘sosyal ve kültürel çeşitliliğin’ ne türden yeni kentsel sorunlara yol açacağı ise henüz araştırma konusu bile olmadı.
Bölgeler veya yöreler arası sosyal göçün kaynaklarından birisi, ‘memleket’ olarak isimlendirilecek yerin güvenlik, geçim, kaynak sıkıntısı, sürdürülebilirlik veya nüfus azalması gibi sorunlarından dolayı yurttaşların göç etmeye mecbur kalmalarıdır. İkinci önemli kaynak ise kırsalda veya görece küçük yerleşimlerde yaşayanların kente göçe özendirilmesidir. Kentin albenisi arttıkça ‘özendirme başarısı’ da artar.
Kentin çekim gücünü ne(ler) artırır? Bunlardan ilki, kıra veya kentin taşrasına kamu tarafından –yurttaşların kendi ‘memleketlerinde’ kalmalarını sağlayacak– gerekli ilginin ve özenin gösterilmemesidir. Kırın ve taşranın düşen cazibesi, kentin daha albenili görünmesine yol açar. Dolayısıyla bu durum, bir devlet ve siyaset hataları manzumesidir. Bu nedenle Türkiye’de bazı kentler –kentin kırı ve taşrası iyice küçüldüğü için– ünlü çizgi karakter Cin Ali’ye döner: Kocaman bir kafa ve bu kafayı nasıl taşıyacağı kuşkulu olan çırpı kollar ve bacaklar…
Son yıllarda kent merkezlerinin aşırı biçimde şişmesine yol açan nedenlerden bir diğeri, buraları çekim noktaları haline getirecek faaliyet ve yapılanmalardır. örneğin bilim, teknoloji ve ar-ge açılarından kalitenin söz konusu olmadığı, ‘yüksek lise’ niteliğinde üniversitelerin açılarak genç insanların bu yönlü özendirilmesi kentsel obezitenin en etkili nedenlerinden birisidir. Bu okullardan mezun olan gençler, eğitimlerine uygun iş bulamadıklarından hizmetler sektörü olarak görünmekle birlikte ‘gizli işsizlik sektörü’ demek daha uygun olan alanlarda kent yaşamına –dolayısıyla kentsel obeziteye– dâhil olmaktalar.
Bir tuhaf yönelime daha dikkat çekmeliyim. Bu da yerel yöneticilerin kendi yerleşimleri için yerel turizmi bir ‘ekonomik kurtuluş’ reçetesi olarak görmeleridir. Dikkat edilirse yerel turizmi hedef seçen yerleşimlerin pek çoğunun destinasyon özellikleri birbirine benzer unsurlardan oluşmaktadır. Turizmin niteliği de günübirlik olmanın ötesine geçemiyor. Dolayısıyla günübirlik ziyaretçilerin ‘ekonomik kurtuluşa’ beklenen katkıyı yaptıkları söylenemez. Günübirlik turizm sektörü, kent ekonomisinin verimsiz ve kalitesiz obezite unsurlarından birisidir.
Kent, dev bir ekonomik işletmedir. Bu niteliğiyle de (kentin sosyal dayanışma sorumlulukları ayrı tutulursa) ekonomik işletmelere özgü kurallara bağlı olması gerekir. Bunun bir başka okuması kentteki –yerleşik veya ziyaretçi– her bireyin tükettiği kaynağı yerine geri koyması veya yenilemesi şeklindedir. örneğin eğer bir ziyaretçi kente verdiğinden daha fazlasını tüketiyor ise burada adaletsiz bir durum var demektir.
Kente gelen her yeni kişi veya kurum / kuruluş, hizmet alacağı için kente yeni bir maliyet getiriyor. Buna karşılık söz konusu kişinin veya kuruluşun kente gelmesinden dolayı kent, yeni bir gelir kazanıyor. Bu kişi başına ek maliyet ile kişi başına ek gelirin eşit olduğu nüfus büyüklüğü, bir kent için en uygun büyüklük olarak algılanıyor. Kentin daha fazla büyümesi, kent için ‘en uygun büyüklük’ noktasından uzaklaşmasına neden oluyor. Ya kentin altyapısına yeni ve çok yönlü yatırımlar yapılmalı ya da kent daha fazla yayılıp nüfus olarak daha fazla büyümemenin –yani obezleşmemenin– yollarını bulmalıdır.