Yoksulluk, mutlak ve nispi olmak üzere iki ayrı tanımda ele alınıyor. Basit olarak mutlak yoksulluk, vatandaşların yaşamlarını fiziken sürdürebilmek amacıyla ihtiyaç duydukları en düşük tüketim düzeyidir. Bunun belirlenmesinde aile büyüklüğü, ihtiyaçlar ve piyasa fiyatları etkili oluyor. Nispi yoksulluk ise yoksul vatandaşlar ile o toplumda yaşayan ve varolan koşullara göre ortalama bir gelire sahip kişiler arasındaki gelir farkını ifade ediyor.
Nispi yoksulluk, bir başka bilimsel açıdan şöyle tanımlanıyor: “Toplumdaki bir ailenin gelirinin yarısından daha az bir gelire sahip olan aileler, yoksuldur.” Demek ki, toplumun yaşam koşullarının yükselmesi, yoksulluğun azaldığı anlamına gelmiyor. Siyasetçilerin dillerine doladıkları gibi olmuyor işler. Kredi kartı sahibi olmakla veya taksitle buzdolabı almakla ülke, nispi de olsa yoksulluktan kurtulmuyor.
Yoksulluk çoğu zaman kentsel ve kırsal olmak üzere iki ayrı kalemde ele alınır. Kent özelinde gözlenen türü, kentsel yoksulluk olarak bilinir. Kır ve kent ayırımının arkasındaki temel neden, tüketim kalıpları ile mal ve hizmet fiyatları açısından iki kesimin farklılıklar göstermesidir.Genel anlamda yoksulluğun ayrıntılarına indiğimizde; buna neden olan bir kaç önemli faktöre kolayca gözlemek mümkün… İlk faktör olarak ülkede gelir dağılımının bozukluğundan ve kronik bir sorun halini almış olmasından söz edebiliriz. Ardarda gelen ekonomik krizlerle de derinleşen gelir dağılımı sorunu, kentsel yoksulluğun da gerçek anlamdaki nedenlerinden biridir. Ne yazık ki, her siyasal iktidar döneminde bu sorunun çözüleceğine dair seçim vaatleri verilmesine rağmen bir arpa boyu yol almadığımız ortadadır.
İkinci faktör olarak ücretlerin düşüklüğünden söz edebiliriz. Gerçekten tarihsel olarak ücret düzeyleri incelendiğinde reel ücretlerin ciddi olarak düştüğü zaman ölçeğinde kolaylıkla görülebilir. Ülkenin sorunlarının karşılığı olan diyeti ödeyen kesimlerin başında ücretlilerin geldiğinden hiç kuşku yoktur. Her kriz, çalışanların reel ücret düşmesi ile sonuçlanmıştır.
Bölgeler arası farklılık, yoksulluğun nedenleri arasında üçüncü faktör olarak yer alır. Bu bağlamda ülkenin coğrafi büyüklüğünden, yatırım önceliklerinin gelişmiş bölgelere verilmesinden, teşvik önlem ve yasaları ile yanlış uygulamalar yapılmasından, enerji ile ilgili sorunlardan, eğitimin giderek düşen kalitesinden söz edebiliriz.
Kentsel yoksulluğu ciddi faktörleri arasında yer alan bu konu, ülkede iş güvencesinin iflas etmiş olmasından işsizliğin ciddi boyutlara varmış olmasına kadar pek çok sosyal unsuru içinde barındırmaktadır. Yoksulluğun nedenleri arasında iç göçün kentlerde yarattığı baskıdan söz etmek zorundayız. Tarımın giderek derinleşen sorunlarının yanında kentlerde açık işsizlikle birlikte hizmetler sektörü içinde gizli işsizliğin artmasının altında daima iç göç var.
Birçok sosyal ve ekonomik sorun da olduğu gibi kentsel yoksulluk konusu da bir ‘yumurta-tavuk’ görünümü verir. Nedenler ve sonuçlar, yoğun biçimde birbirine karışır; kimi zaman sosyal sonuçlar, dönerek başka olayları etkilemek üzere neden olur.
Kentsel yoksulluk, yalnız bir gelir eksikliği sorunu değildir. Toplumda başka yansıları da olur. Örneğin kentsel uyumsuzluk olarak ifade edilen kente uyum sağlamadaki zorluklar, yoksulluğun birinci derecede yan etkilerinden biridir.
Kente uyum sağlayamamanın ise yine karmaşık nedenleri vardır. Öncelikle kente göç edenlerin geldikleri yörelere ait gelenek, görenek ve adetleri uyumsuzlukta birincil önemde rol oynar. Hele göçmenlerin, bir etnik veya kültürel kimlik olarak bu özelliklerini korumak ve yaygınlaştırmak istemeleri durumunda ortaya bir sosyal çatışma durumu çıkar. Bu kimlik özelliklerinin kentsel değerlerle çatıştığı durumlarda ise çok boyutlu bir sorunla karşı karşıyayız, demektir. ‘Şuralılar Derneği’, ‘Bu İlçeliler Vakfı’ gibi yöresel ya da etnik kültürel ama özünde ‘rantçı’ sivil yapıların ortaya çıkmasının altındaki nedenlerden bir tanesi budur. Zorunlu olarak bu yapıların bir örgüt çatısı altında toplanmaları gerekmez; bazen sivil ve siyasi örgütlerin içinde birlikte davranan kanatlar olarak da görünebilirler.
Konuya dönersek; özellikle yoksul göçmenlerin, genelde kimlik, kültür ve inanç değerlerine daha sıkı bağlı olmaları nedeniyle kente uyumlarında sorun görülmesi olağandır. Kent yoksullarının genel özelliklerinden biri düşük eğitim düzeyidir. Yoksulluk ve niteliksiz ve yetersiz eğitim sarmalını kırabilmek hiç kolay değildir. Dolayısıyla kente uyumu zorlaştıran faktörler arasında yeterli eğitim alınamaması önde gelen faktörlerdendir. Eğitim sistemimizin giderek kalitesizleştiği düşünülürse kent yoksullarının bundan bir kaç daha fazla etkilenmesi son derece olağandır.
Sosyal göçün etkili bir faktör olduğu toplumlarda yoksulluk, bir tür ‘anlık yaşama’ ruhunu da geliştirmektedir. Böylece eğitim gibi aile bireylerine uzun erimli yatırımlardan uzak durmak için bir neden daha ortaya çıkmaktadır. Göçe bağlı olarak kentsel yoksulluğun neden olduğu bir diğer sosyal sorun gecekondulaşmadır. Gecekondu gerçeğini sadece derme çatma yapılar olarak anlamamak gerek. Kalitesizliğin ileri düzeylerde olduğu tüm yapıları bence ‘gecekondu’ kategorisine almak gerekir. Çünkü bu yapıları var eden mantık, bir kentli aklı değildir, olamaz. Bugün deprem olasılığının karşımıza çıkardığı olayın gerçek yüzü, bir yandan da sosyal göç ve kent yoksulluğu gerçeklerine dayanmaktadır.
Sağlıksız çevreden kaynaklanan kent sorunları, örgütsel suçlarda artış, kentte şiddetin yaygınlaşması ve önünün alınmasının zorlaşması, sokak çocuklarının artması, uyuşturucu kullanan genç insan sayısındaki yükselme, kadınlara ait sorunların artması... Bunların tümünün kent yoksulluğu ile yakından ilintisi var.
Kentsel Yoksulluk
Yoksulluk, mutlak ve nispi olmak üzere iki ayrı tanımda ele alınıyor. Basit olarak mutlak yoksulluk, vatandaşların yaşamlarını fiziken sürdürebilmek amacıyla ihtiyaç duydukları en düşük tüketim düzeyidir. Bunun belirlenmesinde...